GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
Yasama Yılı:5
Birleşim:37
Tarih:22.12.2014

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET AYDIN (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında konuşmak üzere AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2015 yılı bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

2015 mali bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza ve bürokratlarımıza, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı ve üyelerine, personellerine ve siz saygıdeğer milletvekillerine, iktidarıyla muhalefetiyle teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 2015 bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerince hazırlanan 13'üncü bütçedir. Daha önceki 12 bütçe gibi, 2015 bütçesi de insan merkezli ve ekonominin odağına insanı yerleştiren bir anlayışla hazırlandı. Bu anlayışın doğal bir yansıması olarak yeni bütçede de eğitime, sağlığa, adalet ve emniyete, toplumun her kesimini gözeten sosyal harcamalara önemli paylar ayrılmıştır. Şu hususu özellikle vurgulamak istiyorum: AK PARTİ hükûmetleri, bütçe hazırlarken açık söylemek gerekirse boş kese mantığıyla hareket etmiyor. Yani sorumsuz ve tedbirsiz planlamalarla günü kurtarıp gelecek nesillerin sırtına semer vurmuyor. Bütün dünyanın şaşkınlıkla izlediği ve uluslararası ekonomi otoriterlerinin sitayişle bahsettikleri mali disiplinimizin temelinden, mantığından da asla vazgeçmiyoruz. Bu sebepledir ki AK PARTİ hükûmetlerinin kendisi eyyamcı olmadığı gibi bütçeleri de eyyamcı değildir. Neden? Çünkü armut dibine düşer. Ülkemizin imkân ve ihtiyaçları doğrultusunda, önceden tayin edilmiş orta ve uzun vadeli hedeflere ulaşmanın yollarına, evvelkiler gibi 2015 bütçesi yoluyla da kilit taşları döşenmektedir.

Kıymetli arkadaşlar, muhalefetin ekonomik meselelere değinirken yaptığı bir kurnazlık var, oransal değerlendirme yapmak yerine mutlak rakamlar itibarıyla azalış ya da artışlardan bahsediyorlar. Bu, sadece işgüzarlık değil, aynı zamanda bilimsel bir eksikliktir. Çünkü bir ekonominin ölçümlenmesi ya da performans değerlendirmesi, millî gelir gibi esas parametrelere borç rakamları gibi ikinci parametrelerin oranlaması yoluyla yapılır. Bunun sebebi çok basittir: Bireysel ya da mikroekonomik değerlendirmelerde de doğal olarak yine aynı mantık geçerlidir.

Mesela, bir insanın borcunun gerçek anlamı, bu borcun o şahsın sırtındaki yük değeriyle ortaya çıkar. Eğer bu kişinin servetinde 10 liradan 100 liraya artış varken borcunda 20 liradan 30 liraya yükselme söz konusu ise ortada bir problem yoktur. Tam tersi, bu şahsın çok ciddi bir ekonomik başarısı söz konusudur. Çünkü borcu yüzde 50 artarken serveti yüzde 900 artmıştır ve borcunu ödeyebilme kapasitesi yükselmiştir.

BAŞKAN - Arkadaşlar, salonda uğultu var, lütfen...

AHMET AYDIN (Devamla) - Tıpkı bu basit bireysel denklemde olduğu gibi, bir ülkedeki ekonomik değişkenler hakkında konuşurken yapılacak olan değerlendirmelerde nispi rakamların konuşulması asgari bilimsel bir zarurettir. Değilse, hem kendimizi hem de milletimizi aldatmış oluruz. Çünkü millî servet yani gayrisafi millî hasıla rakamlarında bir artış varsa bu da görevdeki ekonomi yönetiminin başarısıdır. Nitekim, büyüme oranlarında bir düşme olduğunda muhalefetin felaket tellallığı yaparak Hükûmeti suçlaması bunun en büyük delilidir. Düşen hasıla rakamlarının ceremesini Hükûmete yüklerken yükselen hasıla rakamlarını Hükûmetin başarı hanesine çıkarmamak iyi niyetten yoksun bir yaklaşımdır, üstelik bilimsel de değildir.

Muhalefetin, bilhassa ana muhalefetin bununla da sınırlı olmayıp, yine, geçmişte özellikle Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun da ifade ettiği birtakım hususlar var. Eline aldığı birtakım bilgileri cımbızlama yapmak suretiyle farklı verilerden farklı sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. Geçmişi bugüne taşırken istediği sonuca ulaşabilmek adına rakamlarla âdeta oynanıyor. Zira, özellikle son birkaç bütçede sıkça tekrar ettiği bir husus var. Bakınız, 1946 ile 2002 yılları arasındaki büyüme ortalaması hakkında tutanaklara geçen cümlesi şu: "1946-2002, kırk üç yılda ortalama büyüme yüzde 5,1. Darbeler oldu, 5 sente muhtaç olunan dönemler oldu, ekonomik krizler oldu, Kıbrıs çıkarmaları oldu, Türkiye'ye yönelik ambargolar oldu; 5,1 ortalama büyüme." "Peki, 2003-2014 ortalama büyümesi nedir?" diye sorduğunda, "Yüzde 4,7." diye kendisi zaten tutanaklarda beyan ediyor? "Kurnazlık bunun neresinde?" diyeceksiniz arkadaşlar. Baktığımızda, hakikaten çok basit, başlangıç yılına dikkat etmemiz gerekiyor. Sayın Kılıçdaroğlu hikâyeyi neden 1946'dan başlatıyor? Çünkü 1945 savaşın bittiği ama savaşla birlikte ekonomilerin de bittiği bir yıldır. Bütün dünyada, savaşan ülkeler noktasında özellikle, ekonominin yerle bir olduğu bir yıldır. Ekonomi literatüründeki "baz etkisi" denilen şey işte tam da budur. Bitmiş bir ekonomiden sonra meydana gelecek bir sıçrama, oransal olarak elbette ki çok yüksek olacaktır. Bütün savaşan ekonomilerde de, savaşan ülkelerin ekonomilerinde de böyle olmuştur. Şu hâlde, gerçekten ve samimi bir mukayese yapılacaksa daha gerilerden bir yerden almak gerekmez mi? Mesela 1939 yılı. Neden? Çünkü, Atatürk'ün vefatını takip eden bu yıl, CHP'nin tam anlamıyla sorumluluk mevkisine geldiği yıldır.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - 1939 savaşın başlangıç yılı Sayın Aydın, savaş başlıyor, İkinci Dünya Savaşı. Böyle bir şey olur mu?

AHMET AYDIN (Devamla) - İşte 1939-2002 yılları arasındaki kümüle büyüme oranı yüzde 263,1. Bu altmış dört yılın ortalama büyüme oranı ise 4,1'dir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen bir de milattan önceye doğru bir git Ahmet, milattan önceye doğru bir uzan!

İZZET ÇETİN (Ankara) - O hesabı nereden aldın?

AHMET AYDIN (Devamla) - AK PARTİ hükûmetlerinin on bir yıllık kümüle büyüme oranı yüzde 54,6; ortalama büyüme oranı yüzde 4,9'dur. Asıl hesap buradadır arkadaşlar.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Ahmet, milattan önceye doğru da bir uzan bakalım!

BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar, bakınız, daha sonra sizler konuşacaksınız. Bir cevap vermek gerekiyorsa orada verirsiniz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Konuşmacıya katkı veriyoruz Sayın Başkanım, katkı veriyoruz.

AHMET AYDIN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 1945'ten sonra, 1946-1947 yıllarında yüzde 20, yüzde 30 büyümelerin olması da mümkün, yüzde 40'ların da olması mümkün.

İZZET ÇETİN (Ankara) - Adıyaman teorisi mi o?

AHMET AYDIN (Devamla) - Çünkü, savaş sona ermiş. Savaş sonrası ekonomiler bir anda bütün dünyada böyle bir sıçrama yaptı.

Bir diğer kritik konu ise muhalefetin, Türkiye'nin rakamlarını ısrarla Türkiye'nin rakamlarıyla karşılaştırmak istemesidir. Oysaki dışsal şartların son derece belirleyici, küresel kırılganlıkların önemli ölçüde etkili ve bilhassa ekonomik zaafların süratle bulaşıcı olduğu bir süreçte bu perspektif yanlıştır. Bütün dünyayı etkisi altına almış olan küresel krizin artçı poyrazları hükmünü devam ettirirken ulusal rakamlar arasında sıkışıp kalmış bir değerlendirme modeli çok gülünçtür.

Bu yüzden, evvela dünyaya kısaca bir göz atmakta fayda var. Stoklarının yüksek seyrettiği bir dönemde güçlü mali dengeler Türkiye'yi diğer ülkelerden pozitif yönde ayrıştırmakta değerli kardeşlerim. Şimdi, dünyada hem gelişmekte olan ülkelerde hem gelişen ülkelerdeki durumu bütün kamuoyu çok iyi biliyor. Dünyanın büyük ülkeleri âdeta iflas eşiğine gelmiş, büyük bankaları batmış, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin neredeyse büyüme oranları gittikçe düşmüş ama Türkiye dünyada yüz yılda bir yaşanacak ekonomik krize rağmen ekonomisini en çok artıran iki üç büyük ekonomiden biri olmuştur.

Diğer taraftan, 2002 yılında yüzde 74 olan Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı... Çok da dile getirildi, borçlar arttı. Evet -az önce de ifade ettim- borç artmış olabilir ama toplam millî gelirin toplam servetin içerisindeki oranı esastır, aslolan budur. 2002 yılında yüzde 74 olan Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2014 yılında yüzde 33,1'e düşmektedir. Dikkat ediniz, borç yükümüz 2014 yılı itibarıyla avro bölgesi ortalamasının yaklaşık üçte 1'i, Maastricht Kriteri'ninse neredeyse yarısı kadardır.

Mali disiplin sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar elde etmiştir. 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7'si faiz ödemelerine giderken bugün bu oran 14,3'e kadar gerilemiştir ve 1983'ten beri de en düşük orandır bu oran.

2002 yılında yüzde 62,7 düzeyinde olan iç borçlanma faiz oranıysa 2014 Aralık itibarıyla yüzde 8,1'e düşmüştür. Reel faiz oranları ise 2002 yılında yüzde 25,4 iken Kasım 2014 itibarıyla eksi 1,4'e kadar düşmüştür.

İşte, bunun gibi, sayın milletvekilleri, sadece bütçeden yapılan faiz ödemelerinin AK PARTİ hükûmetleri dönemindeki düşüş seyrine bakılırsa, bizim hükûmetlerimizin bütçesi talancı, peşkeşçi veyahut yağmacı bütçe yerine, tam tersine, rantiyecilerin rant yollarını kapayan bir bütçedir.

Şimdi, bu seyir hakkında sizlere bazı çok basit ve kısa bilgiler vermek durumundayım. Faiz giderlerinin 2002 yılı toplam bütçe giderleri içindeki payı yüzde 44,7'ydi, 2002 yılında. Yani, toplam bütçemizin yarıya yakını faize gidiyordu. Zaten bütçemiz de 2002'de 119 milyardır, bunun yaklaşık yarısı faize gidiyor ve yatırıma ayrılan pay neredeyse kalmıyor. Bu oran -sıkı durun arkadaşlar- 2015 bütçesi itibarıyla yüzde 11,4'e çekilmektedir ve bunun için muazzam bir faiz tasarrufu söz konusudur. Yani, bütçenin, 119 milyarlık bütçenin yüzde neredeyse yarıya yakını faize giderken şu anda 473 milyarlık bir bütçe var, bunun ancak yüzde 11,4'ü faize gidecek ve bu oran her geçen yıl da düşmektedir.

Çok daha önemli ve çarpıcı bir hesap var, onu da aktarıp bu faslı bitirmek istiyorum. Şimdi, AK PARTİ hükûmetleri bahsini ettiğim bu faiz oranlarıyla ilgili hiçbir şey yapmasa ve 2002 yılındaki oran korunsaydı ne olurdu? Ya da tersinden soralım: AK PARTİ 2002 yılından sonra faiz oranlarıyla mücadeleye girişip faizin bütçe içindeki payını indirerek millet namına ne kadar tasarruf yapmış ve millete ne kadar kazandırmıştır? Bu sorunun cevabı her hür vicdanı ayağa kaldıracak ve AK PARTİ'yi alkışlatacak çaptadır çünkü bu rakam tamı tamına 942 milyar liradır. Bu tutar, para değerimizin eski ifadesiyle 942 katrilyon liradır değerli arkadaşlar. AK PARTİ'nin faizlerle mücadelesi noktasında vermiş olduğu bu gayretin neticesinde tasarruf oranı, tasarruf miktarı 942 katrilyon. Bu hakikaten her hür vicdanı ayakta alkışlatacak bir rakamdır, bunun altını özellikle çizmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, önemli sorunlarımızdan biri olan cari açık 2013 yılındaki 65 milyar dolarlardan 2014 yılı Eylül itibarıyla 46,7 milyar dolara gerilemiştir. Altın ve enerji hariç denge ise 4,1 milyar dolar açıktan 7 milyar dolar fazlaya dönmüştür.

Özetle bahsettiğim bu başarılardaki temel faktör nedir diye sorarsanız bu, siyasi ve ekonomik istikrar adına çok önemli adımlar atmış olan ve küresel krizi mali disiplin ile psikolojik direnç açısından başarıyla yöneten AK PARTİ hükümetlerinin performansıdır.

Çok kritik bir bilgi daha vereceğim sizlere. İhracat alanında kırılan rekorların haddi hesabı yok malum. 1923 yılındaki toplam ihracatımız 51 milyon dolar, 2014 yılında on bir aylık ihracat 144 milyar dolar, on iki aylık tahmin ise yaklaşık 160 milyar dolardır. 1923'te bir yıl içinde yapılan ihracatı bugün beş saatte yaptığımızı duymayan kalmadı. 1992 ile 2002 yılları arasındaki ihracat artış oranı yüzde 145'tir. 2002 ile 2014 yılları arasındaki ihracat artış oranı ise yüzde 344'tür. Verecek olduğum bilgi, bu muazzam başarıların arkasındaki sırrı da deşifre eden bir bilgi. Birincisi: Sattığımız mallar açısından sınıf atladık. İhracat sektöründe üretilen mallar ciddi bir rekabet kıymetine erişmiş ve göz doldurmaya başlamıştır. İkincisi ve bence daha önemlisi: İhracatımız çeşitlendi. Bakınız, 1995 yılında en çok sattığımız ilk 5 ürünün toplam ihracatımız içindeki payı ne kadardı diye soracaksanız, tam yüzde 65 oranındaydı, ilk 5 ihracat ürününün ortalaması. Şimdi aynı oran yüzde 45 dolayında yani ihracatımız çeşitlendi, dış ticaretimiz hem arttı hem de çeşitlenmiş oldu.

Son on bir yıldaki ekonomik istikrarı ve güçlü büyümeyi, AK PARTİ hükûmetlerinin sağladığı siyasi istikrara, uyguladığı doğru makroekonomik politikalar ile kararlılıkla yürüttüğü yapısal reformlara borçluyuz. Bu sayede son on bir yıllık dönemde yılda ortalama 4,9 büyüyerek millî gelirimiz 230,5 milyar dolardan 821 milyar dolara yükseldi. Ülkemiz dolar bazında 3 kattan fazla zenginleşti. Aynı dönemde kişi başına düşen millî gelirimiz 3.492 dolardan 10.807 dolara çıktı. Gelişmiş ülkelerle olan gelir makası hızla daraldı. Gerçekleştirilen reformlarla ülkemizde kurumsal yapı güçlendirilmiş ve iş yapma ortamı iyileştirilmiştir.

1980-2002 arasındaki yirmi iki senede sadece 14,8 milyar dolar doğrudan yatırım çekebilen Türkiye, son on bir yılda 137,5 milyar dolar doğrudan yatırım girişi sağlamıştır. Zamana bağlı performansın aynı düzeyde kalması durumunda bu yirmi iki yıllık dönemde 7,4 milyar dolarlık yatırım girişi gerçekleştirilmiştir ancak AK PARTİ hükûmetlerinin olağanüstü performansı bunun tam 18,5 kat fazlasına netice vermiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, iktisadi literatüre girmiş olan, epeyce kullanışlı ve çok önemli bir gerçeği tek cümlede özetleyen meşhur bir söz vardır: Ekonomide ya rakamlar vardır ya da masallar. Bu sözün ima ettiği gerçekse şudur: Eğer birisi ekonomiden bahsederken rakamlarla konuşuyorsa anlattığı şey masal değildir. Yahut, masal anlatıyorsa rakamlarla konuşmuyor demektir.

Vatandaşların en hassas olduğu konu elbette ki maişet davası ve geçim şartları. Bu masalcı siyasetin en ziyade dolaştığı mıntıka alanı da burasıdır. Bu sebeple, söz konusu mıntıka boş bırakmaya gelmiyor. Dolayısıyla, bir şeyler söyleyip sizi yine şaşırtmak istiyorum. Çünkü vatandaşın alım gücü üzerinde, oldukça, daha önceki konuşmalara baktığımız kadarıyla, farklı yönlendirmeler, farklı anlamlara yol açabilecek bilgi eksikliğini de içeren birtakım konuşmalar yapıldı.

Değerli milletvekilleri, aile yardımı ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 TL iken bu rakam 2014 Ekim ayında 2.025 TL'ye çıktı, artış oranı yüzde 416,8. Net asgari ücret 2002 Aralık ayında 184 lira iken bu rakam 2014 Ekim ayında 891 liraya çıktı, artış yüzde 383,6.

MUSA ÇAM (İzmir) - Geçen yıla göre?

AHMET AYDIN (Devamla) - En düşük memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 lirayken bu rakam 2014 Ekim ayında 1.312 liraya çıktı, artış yüzde 248,4. En düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 lirayken bu rakam 2014 Ekim ayında 1.047 liraya çıktı, artış yüzde 307,4. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 149 liradan 849 liraya çıktı, artış yüzde 470,9.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) - Açlık sınırı ne kadar, açlık sınırı?

AHMET AYDIN (Devamla) - En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 66 liradan 634 liraya çıktı, artış yüzde 862,9. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 65 yaş aylığı 24 liraydı, bakın 2002'de 65 yaş aylığı 24 liraydı, bu rakam 142 liraya çıktı, artış yüzde 478,1. Muhtar aylığı 97 liraydı, bu rakam 871 liraya çıktı, artış yüzde 794,7 oldu. Bu dönemde enflasyon kümüle olarak yüzde 177 artmış. Yani, bütün ücretlilerin, bütün çalışanların aylıkları enflasyonun katbekat üzerinde arttı. Enflasyona ne memurumuzu ne işçimizi ne çiftçimizi ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz. Bu maaş tutarları ve artış oranları, bu dönemde gerçekleşen enflasyona bakıldığında emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın harcanabilir gelirinde önemli bir artış olduğunu göstermektedir. Bu oransal mukayeseleri sizlerin vicdanına ve milletimizin takdirine bırakıyorum.

Yine, değerli arkadaşlar, tabii ki 13'üncü bütçeyi yapıyoruz ve bundan önceki 12 bütçe gibi yine insan odaklı, toplumu, milleti önceleyen, milleti merkeze alan bir bütçe yapıyoruz ve yeni Türkiye'nin yeni kodlarını da bilerek, özümseyerek bu bütçenin, bugüne kadar nasıl ki insanlarımıza hizmet olarak, yatırım olarak, demokratikleşme olarak gittiğini biliyorsak, aynı şekilde, yeni Türkiye'de yeni yatırımlara, yeni hizmetlere, yeni "Yapılamaz." denilenlere, inşallah, bu bütçeyle ulaşacağız.

Değerli arkadaşlar, "yeni Türkiye" dedik. Yeni Türkiye eski Türkiye'nin birçok kodlarını unutturacak bir ülke olacak. Çünkü, biz şunu biliyoruz ki: Eski Türkiye'de 3 Kasım 2002'den önce millî irade vesayet altındaydı. Eski Türkiye'de insanlar dışlanıyordu, tehdit olarak tanımlanıyordu. Eski Türkiye'de istikrarsız hükûmetler vardı, on altı ayda bir hükûmetler değişiyordu. Bu, istikrarsızlık demekti ve yeni Türkiye'de artık istikrar var, artık güven var, artık büyüme var, artık kalkınma var. Eski Türkiye'de âciz bir devlet görünümü vardı maalesef, olağanüstü hâller vardı eski Türkiye'de. Eski Türkiye'de Türkiye'nin gündemini günün iktidarları belirlemiyordu, eski Türkiye'de Türkiye'nin gündemini eli çantalı bir IMF memuru belirliyordu ve bu, ülkemiz için, milletimiz için acı bir durumdu.

MUSA ÇAM (İzmir) - Şimdi kim belirliyor?

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) - Millet, millet!

AHMET AYDIN (Devamla) - O günün, o haftanın gündemi eli çantalı memur ve o memurdan, o IMF'den 5 kuruş almak adına kırk takla atan bir iktidar görüntüsü vardı, bir Türkiye vardı. Acziyet içerisinde olan bir iktidar vardı.

MUSA ÇAM (İzmir) - Onun reçetelerini uyguluyorsunuz!

BAŞKAN - Lütfen, arkadaşlar, müdahale etmeyin ya. Lütfen, rica edeceğim. Bakın, bundan sonra hep siz konuşacaksınız.

AHMET AYDIN (Devamla) - Şimdi, Türkiye'nin gündemini belirlediği gibi, dünyanın gündemini belirleyen bir Türkiye var artık, dünyanın gündemini belirleyen bir ülke var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Eski Türkiye'de ekonomide faiz ödemelerini bile yapmaktan âciz bir Türkiye vardı. Hatırlayın eski Türkiye'nin manşetlerini, televizyon ana haberlerini, gazetelerin sürmanşetlerini. Neler vardı eski Türkiye'de? Eski Türkiye'de iktidarlar sorunları çözmekten âcizdi. O sorunlar büyüyordu, canavarlaşıyordu ve canavarlaşan sorunlar o iktidarları yiyordu. Hatırlayın faiz canavarlarını, gecelik faizlerin yüzde 7.500'lerde, 8 binlerde olduğu bir Türkiye vardı.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) - Enflasyon canavarlarını...

AHMET AYDIN (Devamla) - Hatırlayın enflasyon canavarlarını, hatırlayın trafik canavarlarını, hatırlayın ekonomi canavarlarını. Bütün bu sorunlar birer canavar hâline dönüştü eski Türkiye'de. Canavarlaşan sorunları, işte, bu yeni Türkiye'nin yeni iktidarları bir bir ortadan kaldırdı.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) - Geçen hafta 15 kişi öldü trafik kazalarında.

AHMET AYDIN (Devamla) - Bundan sonra, bu sorunların hepsini bu iktidar nasıl ki çözdüyse bundan sonraki sorunları da aynı şekilde, aynı kararlılıkla, aynı ihtiyatla çözmeye devam edecektir.

Yine, eski Türkiye'de dünya gündemine sadece, maalesef, terörle, depremle, faili meçhullerle, işkencelerle gelen bir Türkiye vardı. İki büklüm duran bir Türkiye vardı. Tabiri caizse, eskiden, âdeta hastanelerin yoğun bakım odasında can çekişen bir Türkiye vardı. Böylesine bir reçete vardı önümüzde. İşte, buradan devraldık biz Türkiye'yi. Bütün sıkıntılara rağmen yılmadık, enkaz edebiyatı da yapmadık ama bunların da bilinmesi lazım.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - On iki yıldır enkaz edebiyatı yapıyorsunuz.

AHMET AYDIN (Devamla) - Bunun üzerine, milletten aldığımız dua ve destekle, milletimizden almış olduğumuz verginin her kuruşunu yine millete geri döndürdük.

Bakın, eski Türkiye'de her 100 lira verginin 85-86 lirası faize gidiyordu, acı bir şeydi. Milletin alın teri heba olup uçuyordu, birilerinin cebine gidiyordu. Batan bankalar vardı eski Türkiye'de, birtakım hortumlar vardı eski Türkiye'de. İşte bütün bunlarla mücadele eden, yasaklarla mücadele eden, yolsuzlukla mücadele eden bir Türkiye vardı. Böyle bir Türkiye'yi biz inşallah hedef edindik, yeni Türkiye'de bütün bunların sıkıntılarını, milletimizin önündeki toplumsal meseleleri ortadan kaldırmak adına ciddi adımlar attık, atmaya da devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, artık küresel krizlerden etkilenmeyen bir yeni Türkiye var. Artık yazar kasadan etkilenmeyen, artık kitapçık fırlatmadan, artık dünyanın en büyük ekonomik krizinden dahi etkilenmeyen güçlü bir ekonomimiz, güçlü bir Türkiye var. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ülke kaynakları bir grubun elinde talan edilmiyor, ülkenin dar imkânlarından artık mucizeler gerçekleştiren bir yeni Türkiye var.

Türkiye 2014 sonu itibarıyla -az önce de ifade ettim- borç stokunda çok önemli bir noktaya geldi. 25 Avrupa ülkesinden çok daha önemli bir yere geldi Türkiye. Türkiye her açıdan demokratikleşmede, ekonomik büyümede, refah seviyesinde adından sıkça söz ettiren bir başarı hikâyesini resmen yaşıyor.

OECD rakamlarına göre... Çünkü burada sıkça değerli arkadaşlar, dile getirildi; gelir dağılımındaki adaletsizlik, maalesef, haksız bir şekilde, mesnetsiz birtakım iddialarla dile getirildi. Bakın, OECD rakamlarına göre dünyada gelir dağılımının en doğru düzeldiği ülkelerin başında Türkiye geliyor. Artık 1 doların altında, 2 doların altında, 3 doların altında bir Türkiye yok. Değerli arkadaşlar, 2002'de 4,3 doların altındaki nüfusumuz yüzde 30 civarındaydı yani bu ülkenin nüfusunun yüzde 30'u 4,3 doların altında yaşıyordu. Şimdi, biz bunu yüzde 2'ye düşürdük arkadaşlar, yüzde 30'dan yüzde 2'ye düşürdük. Hani gelir dağılımındaki adaletsizlik? Bunu bütün dünya takdir ediyor. OECD rakamları ortada. Dünya Türkiye'nin bu başarı hikâyesini yazıyor, anlatıyor. "Bu başarıyı nasıl sağladınız?" diye "Gelin, bize ders verin." diyor dünya ama maalesef bizim arkadaşlarımız bu başarıdan hoşlanacağına, sevineceğine, ülkenin geldiği durumdan mutlu olacağına, maalesef bu rakamları da çarpıtarak halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor ama ne yaparlarsa yapsınlar, dokuz seçimdir, on üç bütçedir bu halkın kafasını karıştıramadılar çünkü halkın kafası berrak, kafası karışık olanlar başkaları. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, yeni Türkiye'de ülkemizin her bir bireyiyle devlet arasındaki aidiyet bağını pekiştirmeye çalışıyoruz. Yeni Türkiye'de, değerli kardeşlerim, el atılamaz, yapılamaz, hayal dahi edilemez birçok soruna el attık, çözmeye çalışıyoruz. Birliği, kardeşliği, toplumsal bütünleşmemizi, çözüm sürecini gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yeni Türkiye'de milletin iradesinin karşısında duran her kesime karşı, kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin kararlı, dirayetli bir karşı duruş sergiliyoruz ve bugüne kadar da AK PARTİ hükûmetleri bu on iki yıllık süreç içerisinde çeşitli darbe planlarıyla da karşı karşıya kaldı. Romantik birtakım insanlarla darbe planları oldu, parti kapatılmaya çalışıldı, e-muhtıralara maruz kaldık; Gezi'yi yaşadık, 17 Aralığı, 25 Aralığı yaşadık, Kobani'yi yaşatmaya çalıştılar, birtakım paralel operasyonlar olmaya çalıştı ama değerli arkadaşlar, burada hedefin sadece AK PARTİ Hükûmeti olmadığının farkındayız. Burada hedef, bu milletin geleceğiydi. Burada hedef, büyüyen, gelişen Türkiye'ydi. İşte bunun adına, korkmadan, bıkmadan, kararlılıkla, cesaretle, nereden gelirse gelsin, kim tarafından olursa olsun, millî iradeye karşı yapılan bütün bu kalkışmalara da sonuna kadar karşı direndik, karşı direnmeye de devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine hedefimiz ve amacımız, değerli arkadaşlar, bu dönemde arzumuz yeni bir anayasayı yapabilmekti. Bu milletin beklentilerine uygun, bu milleti kucaklayan, 77 milyonu bir ve kardeş gören ve bu millete ait olan herkesin benim anayasam, benim ülkem, benim vatanım diyebileceği, kimsenin kendini ötekileştirmeyeceği yepyeni bir anayasayı hedefledik ve bu noktadaki bütün azmimizi, gayretimizi ortaya koyduk ve bu noktada da, maalesef, bu dönemde bütün arzularımıza rağmen yeni anayasayı gerçekleştiremedik. Hedefimiz, arzumuz... Halkımıza gideceğiz. 2015 seçimleri var. Bu milletin mutlaka ama mutlaka tüm bu kazanımlarının muhafazası ve üzerine yeni kazanımlar elde edebilmesi adına da mutlak surette milletin kendine ait olan, kendine ait hissedebileceği bu yeni anayasayı gerçekleştirmesi lazım. Bu manada da, inşallah, halkımızdan, 2015 seçimleri için yine destek isteyeceğiz yeni anayasa yapma noktasında. Bu, milletin de talebidir, önceliğidir, beklentisidir. Bu manada, bizler de bu seçimlerde, inşallah, yeterli sayıya ulaşabilirsek, yeni anayasa konusundaki hedefimizi de gerçekleştireceğiz.

Yine, değerli arkadaşlar, on iki yıllık süreçte başkalarının hayallerine dahi sığdıramayacakları birçok hayali gerçekleştirdik, birçok icraatı gerçekleştirdik. Ekonomiden, eğitimden, sağlıktan, adaletten bir tarafa ama bir zihniyet değişimi yaptık. Bu millete, nerede yaşıyorsa yaşasın, kim olursa olsun, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olduğu, bu ülkeye ait olduğu hissini verdik. Çünkü, biz, kırmızı çizgilerimizle siyasete girdik, bölgesel siyaset yapmadık, etnik siyaset yapmadık, dinsel siyaset yapmadık. Bu ülkede yaşayan her bir unsuru, kuzeyden güneye, doğudan batıya bir ve beraber gördük, kardeş gördük. 77 milyon kişinin, 77 milyon nüfusumuzun, insanımızın birliği ve kardeşliği üzerine siyaset yaptık. O kardeşliğin pekişmesi adına siyaset yaptık ve siyasetimizin merkezine de insanımızı koyduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, süreniz doldu.

Konuşmanızı tamamlamak için iki dakika süre veriyorum.

Buyurun.

AHMET AYDIN (Devamla) - İnsan merkezli bir siyaset yaptık. İdeolojilerden arınmış, fikriyatı ne olursa olsun, siyasi düşüncesi ne olursa olsun benim insanım, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı dedik, kim olursa olsun ve bütün politikalarımızı bunun üzerine gerçekleştirdik ve Türkiye'de geçmişte ötekilenen her kim varsa, Alevilerden Kürtlere kadar, mütedeyyin insanlardan gayrimüslimlere kadar her kesimin sorunlarını çözmek adına ciddi gayretler sarf ettik. Bir kısım sorunları ciddiyetle çözdük, başkalarının hayal edemeyeceği noktalara taşıdık. Reformlar yaptık, adımlar attık; temel hak ve özgürlükler noktasında hamleler gerçekleştirdik. Daha da yapacağımız çok şey var. Biz, her şey bitti, tozpembe de demiyoruz. Ama değerli arkadaşlar, Türkiye, artık o eski Türkiye değil. Türkiye on iki yılda çok değişti, Türkiye on iki yılda çok gelişti ve ne olursunuz, hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle, bu ülkenin milletvekilleri olarak, siyasi partileri olarak hepimiz ülkenin temel problemleri konusunda sorumluluğumuzun bilincinde olalım. Çözüm sürecinde bunu yaşayalım, dış politikada yaşayalım, toplumsal meselelerde millet adına siyaset yapalım. Milleti önceleyelim, milletin bütün sorunlarının çözümü noktasında hep birlikte gayret edelim. Tabii ki muhalefet aykırı düşünebilir, farklı seslere ihtiyacımız da var bizim ama sadece ve sadece reddetmek üzerine bir muhalefet değil, bize proje geliştiren, bize öneri getiren bir muhalefet de bizim arzumuz.

Yine, bu süreçte zihniyet değişimi yaptık dedik, demokratikleşmede adımlar attık dedik. İşte, olağanüstü hallerden devlet güvenlik mahkemelerine kadar değerli kardeşlerim, çok ciddi adımlar attık. Bu ülkede bazı etnik gruplar âdeta yok sayılıyordu, bazı insanlar dillerini konuşamıyordu; bazı insanlar değerli kardeşlerim, inançlarını yaşayamıyordu, kültürlerini yaşayamıyordu. İşte, herkesin inancına saygı dedik, herkesin ibadetine özgürlük dedik. Kim olursa olsun, ne olursa olsun, neye inanırsa inansın, benim gibi inanmak zorunda değil herkes ama herkes inandığı şekilde yaşasın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, Genel Kurulu selamlamak üzere son defa açıyorum mikrofonu.

AHMET AYDIN (Devamla) - Tekrardan bütçemizin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Bütçeye katkı sunan herkese, bütün gruplara teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)