| Konu: | 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 22.12.2014 |
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 bütçesi üzerinde son konuşmayı yapmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, aziz milletimizi ve onun saygıdeğer vekillerini Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygılarımla selamlıyorum.
Evet, bugün, Davutoğlu Hükûmetinin ilk bütçesini görüşüyoruz ama bugün Sayın Davutoğlu yok burada. Bu salonlarda sadece 3 bakan, 33 vekil var AKP'nin çoğunluk iradesiyle.
Şimdi, bir başbakanın eğer kendi bütçesini parlamentoda dinleyecek, eleştiri dinleyecek cesareti yoksa, bu bütçesine sahip çıkmıyorsa, o zaman bu bütçeye neden "Hayır." dememiz gerektiği gayet açık ve net ortaya çıkıyor. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) Bir başbakan bütçesine sahip çıkamıyor. Bir başbakan kendisi için yapılan başbakanlık binasını bile selefine terk edip götürmesine izin vermiş bir başbakan... (MHP sıralarından alkışlar) Bakanlar Kurulunun kimin başkanlığında toplanacağını eski bir milletvekili aracılılığıyla öğrenen bir başbakanın bütçesine bu milletin aziz vekilleri nasıl "Evet." diyebilir? Böyle bir başbakanın bütçesi millete ne hayır getirebilir? Onun için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz böyle bir anlayışla devleti yönetenlere, halkın bütçesine sahip çıkamayan bir Başbakanın bütçesine peşinen "Hayır." demeyi bir görev addediyoruz. Umuyor ve diliyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu da kendi bütçesine sahip çıkmayan bir iradeye karşı milletin çoğunluğu olarak "Hayır." iradesini ortaya koyar.
On üç yıldır Türkiye'yi yönetenler var, tek başına yönetiyor. Yaptıkları vardır, hizmetleri vardır, bunu değerli milletvekilleri ve bakanlar anlattı, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri olarak da eksiklikleri, yapılamayanları, daha iyi yapılacakları anlattık. Bugüne kadar milletimize kim hizmet etmişse hepsinin kadrini bildik, geçmişi inkâr etmedik, "Geçmişte bir şey yapılmamış." demedik. Bugüne kadar hizmet eden bütün hükûmetlerin yaptıkları iyi şeylerden dolayı hepsine "Allah razı olsun." dedik; gocunmadık, gocunmayacağız. Kimisi imkânlar dâhilinde, şartlar dâhilinde az, bazıları fazla yapmış olabilir. Kimisi az yapmıştır, çok söylemiştir; kimisi yapılanları inkâr etmiştir; kimisi çok yapmıştır, az söylemiştir ama kimisi temel atmıştır, kimisi bu temelin üzerine oturmuştur. Evet, yapılmıştır elbette bazı şeyler. Rakamlar ve bugün Türkiye'yi yöneten bir muhafazakâr demokrat olduğunu söyleyen bir iktidar. Aman Allah'ım, rakamlar içerisinde eğip büküyorlar, "Şöyle yaptık, böyle yaptık.", kendilerini Cumhuriyet Dönemi'yle kıyaslıyorlar ama bir muhafazakâr demokrat olduğunu söyleyen bir iradenin kendisini böylesine bir maddeci felsefeye terk etmesi ama toplumun temel değerlerinin nereye gittiğinden bihaber olması, işte, Türkiye'nin yozlaşan bir siyaset anlayışının tezahürüdür. Evet, bugün sormamız gereken husus budur. Gerçekten bizi biz yapan değerler var. Biz kimiz? Evet, bir insan olarak yaratılış felsefemiz var, yaratılış gayemiz var; bir milletin var oluş sebepleri vardır, bir devletin kuruluş felsefesi vardır; ailemiz vardır, dinimiz vardır, millî değerlerimiz vardır; kimliğimiz, kültürümüz vardır. Türkiye'yi on üç yıldır yürüten, yöneten bir iktidar bugün "Bu değerler nereye gidiyor?" diye sormaz mı? Bize yön veren değerler var. Sizler tesadüfen mi buraya geldiniz? Bir millî iradeyse bugün millî iradeyi temsil edenler tarihimizin, ecdadımızın, medeniyetimizin bıraktığı bu değerleri düşünmeden Türkiye'yi yönetebilirler mi? Türkiye nereye gidiyor? Onun için, bugün belki de her şeyden önce bu değerler istikametinde Türkiye'nin nereye gideceğini bilmemiz gerekiyor. Nizamülmülk Siyasetname'sinde diyor ki: "Evet, idare kanallar, köprüler, şehirler kurar ama bundan daha önemlisi adaletle hükmeder çünkü ülke kanunla genişler ve dünya düzene girer; ülke zulümle eksilir ve dünya bozulur." Evet, Nizamülmülk, bugün sık sık kullanılan bir deyim var, "Çalıyorlar ama çalışıyorlar." sözlerine bin yıl öncesinden aslında ne güzel cevap veriyor değil mi? "Çalışacaksın ama çalmayacaksın." (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) "Çalışacaksın ama çalmayacaksın." diyor Nizamülmülk. Evet, köprüler yapılır yıkılır, yollar yapılır yıkılır ama adalet yıkılırsa, milletin inançları, değerleri yıkılırsa yeniden yapılamaz. Millî kimliği yıkarsanız yeniden yapamazsınız, dinimizi yozlaştırırsanız yeniden kuramazsınız. İşte, bu yüzdendir ki dönemin Şam valisinin bir gayrimüslimin arsasının üzerine zorla cami yapma girişimi karşısında, Hazreti Ömer onu "Camiyi yık ama adaleti yıkma." diyerek uyarmaktadır. Evet, yüzlerce cami yapabilirsiniz ancak milletin devletine, adaletine olan inancını yıkarsanız bir daha tamir edemezsiniz.
Evet, bugün burada Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk'ün işaret ettiği hayati ve kadim uyarının ne anlama geldiğinden bahsedeceğim. Değerlerimiz istikâmetinde Türkiye'yi on üç yıldır yöneten bu iktidarın Türkiye'nin değerlerini nasıl yozlaştırdığından bahsedeceğim. Evet, bugün geldiğimiz bu noktada, bütün bu yapılanları dikkate aldığımızda, bizim bugün dile getirdiğimiz hususlar... Evet, Namık Kemal "Baisi şekva bize hüznü umumidir Kemal/ Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına." diyor.
Evet, şikâyetlerimiz milletin genel meseleleridir, kendi derdimiz değil, onun bunun derdi değil. Ama, biz, insanımız nereye gidiyor, ailemiz nereye gidiyor, milletimiz nereye gidiyor, devletimiz nereye gidiyor, adalet nereye gidiyor, özgürlükler nereye gidiyor diye soruyoruz. Evet, bütün bu soruları sormaya devam edeceğiz. Kendi derdimizden, bireysel sorunlarımızdan ziyade, milletimizi üzen, milleti devletinden, çocuğu aileden koparan, mütedeyyini dininden soğutan, adalete pranga vuran, vicdanlarımızı kanatan politikalara, halka reva görülen uygulamalara, hükûmet edenlerin çelişkili siyasetine işaret etmek istiyorum.
Bugün eleştireceğim konu, bütün bu sorunların temelinde, merkezde milletimizin oluşturduğu değerlerin yozlaşması vardır. Bu milleti millet yapan değerler yozlaşıyor, yok oluyor farkında mısınız acaba? Gerçekten, tarih boyunca bize yön veren değerler vardır, metinler vardır. "Millet", "devlet", "adalet", "hak" ve "hukuk" gibi bizi biz yapan, bizim biz kalmamızı sağlayan kavramlar vardır.
Bugün millî iradeyi temsil edenler burada; unutmasınlar ki kendilerinin burada bir varlık sebebi vardır. Bu milletin bir varoluşu vardır, temsil ettiğiniz insanların bir onuru vardır, bir devleti kuranların felsefesi vardır; bunları görmeyerek, bunları yok ederek geleceğe istikamet veremezsiniz. Bugün, işte, geldiğimiz bu noktada, gerçekten, bu değerlere biz "bengi" diyoruz yani ölümsüzleşmiştir bu değerler. Evet, bu değerler bizim için "insan", "millet", "vatan", "adalet", "erdem", "ahlak", "hürriyet" gibi değerlerdir. Değerli milletvekilleri, sağlıklı toplumlar bu kavramlara verdikleri önemle eş değer olarak var oluyorlar.
Sürekli olarak söyleniyor: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." Evet, Cenabıhak diyor "İnsan eşrefi mahlukattır." Şimdi, işte, bugün geldiğimiz bu noktada devletlerin itibarı saraylarla, köşklerle değil insanına verdiği değerle ölçülür. Kur'an-ı Kerim "eşrefi mahlukat" demişse, "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." demişse Şeyh Edebali, o zaman burada bizim bu konularda insanın nereye gittiğini sorgulamamız gerekiyor.
2013 yılının Kutlu Doğum Haftası'nın konusu insan onuruydu. Bir insan Allah'ın kendisine verdiği onur, izzet ve şerefle dünyaya gelir. İnsanın hürriyeti onurudur. Maalesef bugün insan hürriyetini garanti edecek bir ahlaki, siyasi ve hukuki ortam yoktur. İnsanlar izleniyor, dinleniyor, fişleniyor, kendi kimliklerine göre ayrıştırılıyor, çatıştırılıyor, düşman kılınıyor, kindar nesiller meydana getiriliyor. Ve bugün geldiğimiz bu noktada sırf "Siyaseten aykırı." diye düşmanlar üretiliyor. Kendi yandaşları, çevresindekileri dost; kendisiyle beraber, birlikte olmayanları düşman gösteriyor. Maalesef giderek tekelleşen kamusal güç insanı bir korku tüneline sokmuştur. Yasama, yürütme, yargı, medya gibi kamu güçleri tekelleşmiş, denge ve denetimden uzak bir hâle gelmiştir. Evet, bir insanın kendisini yöneten bu kamu güçlerine sahip olanların faaliyetlerinden haberdar olma hakkı vardır ama maalesef insanların bu gelişmeler hakkında haber alma hürriyetleri bile kısıtlanmaktadır. Medya özgürlüğü dediğimiz şey, aslında insanın haber alma özgürlüğüdür ama medyaya verilen cezalar, ama ağlatılan medya patronları, "Alo Fatih"lerle, "Alo Mustafa"larla yönlendirilen ey şanlı medya, "Dükkân senin, aleyhinde yazanları at." denilen medya, değerli medya... İşte, basına müdahaleyle, havuç, havuz ve sopa yöntemiyle baskı altına alınan medya aracılığıyla toplum köleleştiriliyor; görmeyen, duymayan, konuşmayan bir toplum oluşturulmak isteniyor. Güç sahibi eline geçirmiş gücünü, halkın haber alma hürriyetini kısıtlıyor. Böylece, gelişmelerden habersiz, insanları beyaz asa sopasıyla, medyasıyla yönlendirmek ve yönetmek istemektedirler. Evet "Bütün insanlar Allah'ın huzurunda tarağın dişleri gibi eşittir." diyor. Evet, bizim akidemiz bu. Allah'ın verdiği değeri günlük hayatta da korumamız gerekmiyor mu? Ama gelin görün ki "Kadın ve erkeğin eşitliği, fıtratında yoktur." diyen bir siyaset bu akidemizi dahi çarpıtmaktan çekinmemiştir.
Evet, devletlerin birincil görevi, vatandaşlarına, insan onuruna, şeref ve haysiyetine uygun standartları sunmaktır. Neresinden bakarsak bakalım, insanımızın onuru, şerefi, izzeti maalesef dumura uğramıştır. Sokakta kalmış çocuğun onuru bizim onurumuzdur. Ayazda mendil satarak geçinen kadının onuru bizimdir. Şiddete maruz kalan kadınların onuru bizim onurumuzdur. Geçinemeyen emekli, 1 milyonu aşkın taşeron işçi, evine götüreceği lokmanın sayısını sayarak alan bir asgari ücretli, milyonlar bizim onurumuzdur. Geçim kaynağı olan zeytin ağacı kesilen, kesilirken hor görülen köylü bizim onurumuzdur. Toprağını ekemeyen, ektiğini biçemeyen, biçtiğini satamayan, sattığıyla doyamayan köylü bizim onurumuzdur. Takma ayağıyla belediye otobüsünden darpla indirilen gazimizin onuru bizim onurumuzdur. Soma'da kurtarıldığı maden kazasından sonra yattığı sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak isteyen işçi kardeşimizin onuru bizim onurumuzdur. Ermenek'te delik lastik ayakkabı giyen Recep amcanın onuru bizim onurumuzdur. Bayramiç'te evi yanan yaşlı çiftin, yeni ev yapılması için kendilerine gönderilen yardımların devam etmesi üzerine "Artık yeter, göndermeyin. Bu, bize yeter." diyen Hüseyin Alacaoğlu'nun onuru bizim onurumuzdur. Parkta yaşamını sürdürmek zorunda kalan Batmanlı Gülşen ailesinin onuru bizim onurumuzdur. 600 TL'lik işitme cihazını alamayan Cengiz amcanın onuru bizim onurumuzdur. Borçlarını ödemediği için intihar eden Gaziantepli esnafların onuru, Mustafa Akkollar, Cemil Güller'in onuru bizim onurumuzdur. Çorum'da yıkık dökük bir evde kalan, ekonomik zorluklar için kanser tedavisi gören ve oğlu tarafından terk edilen teyzenin onuru bizim onurumuzdur. Aydın'da çöpten ekmek arayan teyzemizin onuru bizim onurumuzdur. Merdiven yıkayarak geçinmeye çalışan, yeni doğan bebeğine bakamayarak sokaklarda bırakmak zorunda kalan Sivaslı annenin onuru bizim onurumuzdur. İki göz odada hayat mücadelesi, çocuklarına ekmek götüremediğini söyleyen böbrek hastası Adanalı Nurullah Özen'in onuru bizim onurumuzdur. Onuru ve itibarı sarayın ihtişamında arayanların, "Saray milletindir." diyerek milletle alay edenlerin milletin bu iç acıtan hâllerinden bihaber olmaları ne kadar ibretliktir, ne kadar ibretliktir.
Değerli milletvekilleri, işte, bu tablo karşısında, insanın geldiği bu tablo karşısında insanın hangi durumda olduğunu hepiniz idrak etmeniz gerekiyor. Uyuşturucu yaşı 10'a düşmüş, fuhuş yaşı 13'e düşmüş. En zengin yüzde 10, ülke varlıklarının yüzde 80'ine sahip. Gelir dağılımı içerisinde, 21 ülke içerisinde sondan 2'nciyiz. Barınmada 36 ülkeden 36'ncıyız. Türkiye, Yaşam Kalitesi Endeksi'nde maalesef son sıralarda. Türkiye'de insanın hayat kalitesi uluslararası rekabet endekslerine göre maalesef mümkün değil, maalesef gerilerdedir. Dünya Ekonomik Forumu'nun Cinsiyet Uçurumu Raporu'na göre Türkiye 134 ülke içerisinde 134'üncüdür. 2014 yılının ilk dokuz ayında 207 kadın cinayeti gerçekleşmiştir.
Şimdi, bütün bu mukayese ve bu yaşadıklarımızı dikkate aldığımızda hani "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." diyordunuz? Bu tablo karşısında bir düşünmek, insan nereye gidiyor, nasıl yalnızlaşıyor bir bakmak gerekiyor. Mesele tek başına insan mıdır? Hayır, değil, elbette değil. Aşırı bireycilik kültürünün toplumsal normlar alanına taşınmasının bütün olarak otorite unsurlarını aşındırdığını, aileleri, mahalleleri, milletleri bir arada tutan bağları zayıflattığını dikkate almamız lazım. Evet, bir insana mücerret olarak, sadece insan olarak, sadece bir birey olarak bakmamamız lazım ama insanın yaşadığı sosyal ortamı, ailesini görmek lazım. Bugün geldiğimiz bu noktada, gerçekten, sosyal sermayemizin en önemli unsurlarından biri olan ve bizim birliktelik sanatımız olan ailemizin durumu hangi ortamdadır, nasıl bir durumdur? Acaba bunu görebiliyor muyuz? Evet, aile toplumun temel taşıdır. Aile toplumun temel taşı olduğu gibi, ülkenin, geleceğin de bugünden inşasıdır.
İnsana saygı, hoşgörü, sevgi kavramları aile ocağında öğrenilir. Doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık vatan ve millet sevgisi aile ocağında öğrenilir. Hürriyet, şahsiyet, demokrasi kültürü aile ocağında öğrenilir. Aile bir tuğladır, millet de, devlet de onun üzerine inşa edilir. Tuğla ne kadar sağlamsa millet de, devlet de o kadar sağlam olur.
Anayasa'mız "Aile toplumun temelidir." diyor. Peki, bugünkü manzara nedir? Değerli milletvekilleri, bugün aile kurumumuz büyük bir tehdit altındadır. Bugün gördüğümüz, gençlerde meydana gelen suçların ve kusurların yüzde 90,36'sının aile ve çevresinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Huzursuz bir aile ortamında yetişen her 100 gençten 78'i, huzurlu bir ortamda yetişen her 100 çocuktan 4'ü suç işlemektedir. Boşanma sayısı son on yılda yüzde 40 artmıştır, aileler yıkılıyor. Neden yıkılıyor diye bir baktınız mı? Boşanan çift sayısının yılda 100 binleri aştığı bir ortamda toplumun temeli sayılan aileyi nasıl ayakta tutabiliriz? Bu bakımdan, bir toplumun geleceğini tahmin etmek istiyorsanız değerler açısından aile yapısına bakmalıyız.
19 milyon ailemiz var. Bu 19 milyon ailenin yüzde 78,8'i 1,9 milyar TL ve altında gelirle geçinmeye çalışıyor. Aile yapısı araştırmalarına göre, hanelerin sadece yüzde 5'i yoksulluk sınırı olarak tespit edilen 3.200 TL'nin üzerinde. Bugün geldiğimiz bu noktada hanehalkının borçluluğu yüzde 52'ye varmış. Evet, 2002 yılında yüzde 2 olan bu borçluluk bugün yüzde 52'ye ulaşmış.
Her konuşmalarında "Bugüne kadar ne yaptıysak aile için yaptık, aile saadeti, ailenin huzuru, refahı için yaptık." diyenler, bu rakamlardan, ailenin içinde bulunduğu ortamdan haberdar mısınız? Aile değil, sivil toplum örgütlerimiz var, meslek örgütlerimiz var, vakıflarımız var -sosyal sermayede- insanlar, bu vakıflar bu toplum örgütleri içerisinde yer alarak kendilerini güvende hisseden faaliyetlerde bulunur. Ama, maalesef bugün Türkiye'de sivil toplum örgütlerine baskı var. Federasyonlara, spor federasyonlarının özerkliğine bile bir baskı var. Vakıflar, aile destekli vakıflar hâlinde devletin beytülmalinden zenginleşerek hizmet verme gayreti içerisine girmiş. Bugünlerde, maalesef, hayır kurumları, eğitim kurumları, hepsi horlanır hâle gelmiş. Çevreye sahip çıkanlar darbeci olarak nitelendirilmiş. Türkiye'nin geldiği bu noktada, maalesef, parti devleti anlayışı içerisinde bu sosyal kurumlarımız, sosyal sermayemiz, sivil toplum ve mesleki örgütler dâhil olmak üzere, eğitim kurumları, hayır kurumları, hepsi tehdit altındadır. Maalesef huzurlu bir yer bırakmıyorlar bize.
Değerli milletvekilleri, hepimizin hep beraber, birlikte... Bir insanın en önemli sosyal sermayelerinden biri millettir. Bir millet olarak bu coğrafyayı vatan yapmışız, millet olarak birbirimizi anlamışız, millî kimliğimiz oluşmuş, millî kültürümüz oluşmuş, millî tarihimiz oluşmuş. Tarih bu coğrafyayı vatan yapan Türk milletiyle müşerref olmuş. Hep beraber, birlikte millî kimliğimizi ve kültürümüzü inşa etmişiz. Cenabıhak Kur'an-ı Kerim'de "Ey insanlar, sizi birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ayırdık." diye buyuruyor. "Milletimizi, kabilelere, 36 etnik gruba ayırıp, daraltıp daraltıp dağılmak ve dövüşmek için değil, tanışıp yardımlaşmak, güzel ahlakları tatbik ederek daha büyük, daha güzel toplumlar meydana getirmek, korunmak içindir." diyor Yüce Allah. Ama, siz ne yapıyorsunuz? Binlerce yıldır tanışmış milletimizi, millî kimliğiyle, millî kültürüyle, itikadıyla, diniyle, millî ve manevi değerleriyle beraber, birlikte olmuş bu milletimizi etnik kimliklere ayırarak Cenabıhakk'ın "Tanışasınız diye sizi milletler hâlinde yarattık." diyen bu akidesine aykırı bir şekilde, Peygamber Efendimiz'in nehyettiği ırkçılık eksininde topluma bakıyorlar. Millete böyle bir bakış açısının bu milleti götüreceği bir nokta yoktur.
Evet, milletler birbirini anlayan insanların bir araya geldiği, kader birliği eden topluluklardır. Maalesef bugün, Cumhurbaşkanlığı Forsu'nda yer alan 16 devlete adını veren Türk milletinin adının Anayasa'dan çıkartılmasına şahitlik ediyoruz. Maalesef bugün ülkemizi yöneten zihniyet, bu coğrafyayı vatan yapan ve bu coğrafyayı vatanlaştırarak bütünleştiren, bir kader birliği yapan milletimizin adını dahi zikretmiyor. Her milletin bir adı vardır. Fransa'da yaşayana Fransalı mı diyorsunuz? Rusya'da yaşayana Rusyalı mı diyorsunuz? İngiltere'de yaşayana İngiltereli mi diyorsunuz? Mensubiyet şuuru içerisinde yer aldığımız bu milletin adı Türk milletidir, Türkiyeli değil.
Bakınız, Pakistan'ın büyük şairi var. Peygamber Efendimiz'i rüyasında görüyor. Peygamber Efendimiz soruyor, diyor ki: "Bana ne getirdin İkbal?" Soruyu tekrar ediyor "Bana ne getirdin?" diye söylüyor. Evet, Muhammed İkbal diyor ki: "İslamiyet için, devletlerin bekası için savaşırken şehit olan Türklerin kanını getirdim ya Resulullah." Bu cevap Peygamber Efendimiz'in katında kabul görüyor ve Muhammed İkbal seviniyor. Ne yapacaksınız, Muhammed İkbal'in Peygamber Efendimiz'e söylediği, "Türklerin kanını getirdim." dediği bu kanı da 36'ya mı böleceksiniz, ne yapacaksınız?
Evet, Muhammed İkbal'in Türk milletine duası budur:
"Allah'ım, lütfunla, kereminle bu milletin ağacı yeşildir.
Senin kereminden bu millet bugün hâlâ yaşayabilmektedir.
Allah'ım, İslam milletine kıpırdanış, silkiniş imkânı bağışla,
Hazreti Ali gönlü, Hazreti Ebubekir sadakati ve ihlası bağışla.
Bu ümmetin ciğerine Muhammed (SAV) aşkının okunu sapla.
Yeniden dünyaya hâkim olma arzusu uyandır onlarda." diyor.
Şimdi, ne yapıyoruz? Muhammed İkbal'in övdüğü milletimizin adını silmeye çalışıyoruz, etnik kimliklere ayırmaya çalışıyoruz.
Değerli milletvekilleri, sizler birer milletvekili olarak burada yoksunuz. Sizlerin tarihe, millete karşı sorumluluğunuz vardır. Bugün, aldığınız oylarla sadece, sadece milletin iradesini temsil ediyorsunuz ama bir millî irade olmak için bu milletin adına, bu milletin değerlerine sahip çıkmanız gerekir. Muhammed İkbal, ilk Türkiye seyahatine çıktığında "Türk hava sahasına girildiğinde bana haber vermelerini söyleyin." diyor. Haber verilmesi üzerine ayağa kalkıyor ve ayakta duruyor, diyor ki: "Bu topraklar mübarek topraklardır. Bu mukaddes mekânda yaşayan millet de öyle bir millettir ki yıllarca İslam'ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer Türk milleti olmasaydı, İslam, Arap Yarımadası'na hapsolurdu. Bunun içindir ki gönlümde Hazreti Mevlâna'ya ve onun necip milletine karşı sonsuz bir saygım vardır. İşte bundan dolayı yani onlara hürmeten ayağa kalktım." Ne hazindir ki bugün Türkiye'yi yöneten çoğunluk iktidarı bu milletin adından bahsetmiyor, katliamcı ilan ediyor ve maalesef, bu milleti bölmek isteyen Marksist, Leninist bölücü çetelerle bu milletin adına, bu devletin yapısına yönelik çözüm projeleri getiriyor.
Evet, bu topraklarda birbiriyle tanışmış milletimiz etnik kimliklere bölünmek isteniyorsa bu, cehalet, cahiliye döneminin zihniyetidir. Bugün geldiğimiz bu noktada milliyetçiliği ayaklar altına alanlar aslında sizi buraya getiren millî iradenin tarihini, itikadını, anlayışını, manevi değerlerini ayaklar altına alıyorlar. Ne hazindir ki bugün görüştüğümüz, bütçesini görüştüğümüz Davutoğlu bile milliyetçilikle hesaplaşmak istiyor. Nedir derdiniz bu milletle? Yedi düveli geldi, bu milletle baş edemedi ama çoğunluğun iradesini temsil eden insanlar, nedir derdiniz millî kimlikle, nedir derdiniz milliyetçilikle, nedir derdiniz Türk milletinin adıyla, nedir derdiniz? Onun için bunları sormamız gerekiyor.
Bugün geldiğimiz bu noktada gerçekten... Mehmet Akif diyor ki: "Milletler topla, tüfekle yıkılmaz; milletler ancak kendi arasındaki bağlar çözülerek yıkılır. Herkes, kendi başının derdine, kendi menfaatine düştüğü zaman yıkılır ve 'Kürdistan' diye ilan edilen meseleler aslında düşmanın meselesidir." Ne oldu ki bugün Türkiye'de, Türkiye'yi yönetenler "Türkiye'nin bir Kürt meselesi, bir Kürdistan meselesi" diyor, Diyarbakır'da "Kürdistan'a selam." diyorlar? Evet, nerelere geldik değerli milletvekilleri? Bugün geldiğimiz bu noktada "Milletim nevi beşer, vatanım ruyi zemin." diyenler, nifak tohumu ekenler, 36 etnik gruptan bahsedenler, adından rahatsız olanlar, dilinden rahatsız olanlar var. Rahatsız olmaya devam edecekler, biz de onları rahatsız etmeye devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, sahip olduğumuz en önemli değerlerden biri dinimizdir. Maalesef, bugün geldiğimiz bu noktada bu değerlerimiz siyaset ve ticaret aracı olarak kullanılmaktadır. Dinî değerlerimiz yozlaştırılıyor, içi boş hâle getiriliyor. İnsanların Allah rızası için verdiği sadakalar, fitreler, zekâtlar birileri tarafından siyaset ve ticaret aracı olarak kullanılıyor. "Evet, çalıyor ama çalışıyor." diyerek dinimizin nehyettiği şeyler meşrulaştırılıyor. "Yolsuzluk hırsızlık değildir." diye fetvalar veriliyor. Liderlerini başkan yapanlar oldu, padişah yapanlar oldu, sultan yapanlar oldu, halife yapanlar oldu, Orta Doğu'nun lideri yapanlar oldu, İslam dünyasının imamı yapanlar oldu, dünya lideri yapanlar oldu, haşa, ikinci peygamber olarak ilan edenler oldu. Hızını alamayan bir diğer gafil "Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyor." diyebildi. Bir diğer gafil "Allah şirk, devlet şerik kabul etmez." dedi. Başka bir zavallı "Biz varsak varsınız, yoksak yoksunuz." diyerek bütün varlık, varidadı ona bağladı. Bir diğeri "Erdoğan Türkiye'nin ezelî ve ebedî başkanıdır." dedi. Doğduğu şehri mübarek ilan ettiler. "Çıktığı televizyon yere konulmaz." dediler. Peygamber Efendimiz'in sünnetine paralel onun sünnetine uymayı tembihlediler. "Ona dokunmak ibadettir, üslubu bize Allah'ın bir lütfudur, Allah'ın gönderdiği bir lütuftur." dediler. Haşa, "Kibir de, gurur da sadece Allah'a aittir." diyecek kadar şuur kaybına uğradılar. Tarihin ve coğrafyanın kendisi için kıyama kalktığını söyleyenler oldu. Hazreti İbrahim'e uzanan davanın son neferi ilan ettiler. Bütün bu sapıklıklar ve dalaletlerle... "Biz zahmet için geldik, gazap için değil. Rahmetimiz gazabımızı aşacak." diyecek kadar şirazeden çıktılar. Bir diğeri Peygamber Efendimiz'e gurur isnat etti.
Arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bu atıflarla nasıl bir yozlaşmayla karşı karşıya olduğumuzu idrak edebiliyor musunuz? Gözler ve kulaklar şehadet etsin diye söylüyorum: Andolsun, eğer bunlara karşı sesimizi yükseltemiyorsak, kirâmen kâtibîn meleklerinin yazdıklarını ne "montaj" ne de "dublaj" olarak inkâr etme imkânınız olmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) Evet, bu ifadeler, muhafazakâr, millî ve manevi değerler eksenindeki milletimize bir hakarettir. Bugün geldiğimiz bu noktada gerçekten, bir Türkiye düşünün; bir Türkiye düşünün; çoğunluk iradesi İmralı canisiyle Türkiye'ye yol gösteriyor, demokrasinin bütün sorunlarını çözeceklermiş. Hani Menderes nerede, darbelere karşı çıkanlar nerede? 40 bin kişinin katili olanlar Türkiye'de demokrasiyi getireceklermiş, herkesin sorunlarını çözeceklermiş. Menderes demokrasi şehidiydi, nerede? Bütün bunları gördüğümüzde gerçekten, dün, haşa, kendini Allah, peygamber olarak gösterenin bugün bir muhafazakâr, demokrat siyasetin çözüm ortağı olması; dün "Doğu Roma İmparatorluğu'nu yıkan Türk barbarıdır." diye Papa'ya mektup yazanların bugün çözüm sürecinin sahibi olması gerçekten acınılacak bir noktadır. Evet, çözüm dediğiniz nedir biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Nereye götürdüğünüzü bilmiyorsunuz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Biliyoruz, biliyoruz.
OKTAY VURAL (Devamla) - Eğer biliyorsan çık, anlat, buraya. Eğer biliyorsan çık anlat. Müzakere, çözüm taslağını çık anlat, anlat! Niye milletten saklıyorsunuz?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Zamanı gelince, zamanı gelince.
OKTAY VURAL (Devamla) - Kandil'in bildiğini, İmralı'nın bildiğini, Hatip Dicle'nin bildiğini bu milletin asil vekillerinden niye saklıyorsunuz?
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Hiçbir şey saklamıyoruz.
OKTAY VURAL (Devamla) - Çıkın açıklayın. Milletten korkuyor musunuz? Korkuyorsunuz.
Evet, değerli milletvekilleri, aslında çok önemli sorunlar var. Rüşvet ve yolsuzluk bir ur gibi, devleti felç eder, adaleti felç eder. Ama, 17-25 Aralık sürecinde rüşvet ve yolsuzluktan hesap vermek isteyenler savcılara, adli kolluğa, hâkimlere, adalet yapımıza darbe vurdu, hürriyetlerimizi kısıtladılar. Twitter'ı, Facebook'u yasakladılar, hepimizi makul şüpheli hâline dönüştürdüler, hepimizin mal varlığına el koyma hakkı getirdiler. Nedir? Erdoğan Bayraktar diyor ki: "Ben istifa ediyorum ama Sayın Başbakan, milleti ve devleti rahatlatmak için siz de istifa edin." dedi, canlı yayında söyledi. Ama nerede? Millete rahat yok, devlete rahat yok. Rüşvet ve yolsuzluk paralel çetesi hukukumuza, özgürlüklerimize, adaletimize, medyamıza, her alanımıza nüfuz ederek hepimizi nefes almaz duruma getirdi.
Evet, değerli milletvekilleri, söyleyecek çok şey var ama burada bütün bunları dikkate aldığımızda, ben özellikle bu tabloya destek olanlara... Ey değerli vatandaşlarım, değerli milletvekillerim, gerçekten...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Vural, süreniz bitti, ek sürenizi veriyorum.
Buyurun efendim.
OKTAY VURAL (Devamla) - ...bugünkü Hükûmet doğruluktan ve güvenlikten sapmıştır. Gerçekten ne güzel demiş: "Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten,/Çekilmelisiniz izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten." Evet, "Hayır." diyeceğimiz bu bütçe inşallah Davutoğlu'nun ilk ve son bütçesi olacaktır.
MUSA ÇAM (İzmir) - İnşallah.
OKTAY VURAL (Devamla) - Ve sözlerimi de Tevfik Fikret'in bir şiiriyle bitirmek istiyorum:
"Bu sofracık efendiler ki iltikama muntazır,
Huzurunuzda titriyor bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır,
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir,
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi niam bakın kudumunuzla müftehir,
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak elde bir.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say,
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray.
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin."
Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)