GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Tokat Milletvekili Orhan Düzgün ve 54 milletvekilinin; İstanbul Atatürk Havalimanı'nda bekletilen 1,5 ton altının bulunduğu bir uçağın sahte belge ve beyanlarla Dubai'ye gönderilmesine imkân sağlayarak altın kaçakçılığıyla ilgili suç delillerini ortadan kaldırdığı, olayla ilgili sorumlulukları bulunan üst düzey kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapmadığı, olayın etkin soruşturulmasını engelleyerek denetim görevini yerine getirmediği, altın kaçakçılığı ile rüşvet ve yolsuzluk olaylarının kapatılmasına olanak sağladığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu'nun 257'nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa'nın 100'üncü ve TBMM İçtüzüğü'nün 107'nci maddeleri uyarınca Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/12)
Yasama Yılı:5
Birleşim:38
Tarih:06.01.2015

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; eski Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Hayati Yazıcı hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge üzerine Halkların Demokratik Partisi adına konuşacağım.

Bugün, doğrusu, köydeki defin töreninde dostları, sevenleriyle birlikte sevgili yoldaşımız Murat Bozlak'ın yasını tutmak isterdim, ne var ki... Sanırım yerimde olsa ve bir seçim yapmak zorunda kalsa o da benim gibi yasını içine gömmeyi ve tüyü bitmedik yetimin vekili olarak hak arama görevinin başında olmayı tercih ederdi. Sevgili vekilimizi bir kere daha huzurunuzda hasret ve minnetle anıyorum.

Sayın Orhan Düzgün ve CHP'li vekiller Sayın Yazıcı'ya şu suçlamaları yöneltiyorlar: Yetki ve gücünü kötüye kullanarak Reza Zarrab başta olmak üzere gayrimeşru uluslararası altın ticareti elemanlarının çalışmalarını kolaylaştırmak, onları cezai sorumluluktan kurtarmak maksadıyla kamuyu zarara uğratan yasa değişikliklerine önayak olmak, Bakanlık müfettişlerini baskı altına alarak suçluları aklayan raporlar hazırlatmak, bu yasa dışı ticaretten doğan milyarlarca dolarlık gayrimeşru gelirin şahsi çıkar sahipleri arasında paylaşılmasına imkân tanımak ve benzeri.

Önergede suçlamaların maddi dayanakları gösterilmiş; zaman, mekân ve olay akış sırası mantıklı bir biçimde açıklanıyor. Çoğunluğu hak ve adalet peşinde koşan bir Genel Kurul bu önergeyi benimsemekten başka bir şey yapamazdı. Ama, ne tuhaf değil mi, hepimiz aslında AKP çoğunluğunun bunu yapmayacağını biliyoruz, buna iddiaya girsek hiçbirimiz kaybetmeyiz. Hak ve adalet bir zamanlar bu çatı altında gezinmiş ise eğer, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğunu terk etmiş olmalı. Bugün AKP'ye yol gösteren ilke; her ne pahasına olursa olsun iktidar, her ne pahasına olursa olsun servet ve güç.

Öte yandan, Sayın Yazıcı'ya yöneltilen suçlamalar esasen dün Meclis Soruşturması Komisyonunun AKP'li çoğunluğunca aklanan dosyanın bir uzantısı. Çuvala sığmayan mızrak gün ışığına buradan çıkmıştı. Ama, AKP'lilerin dün "Hukuki delil yok." gerekçesiyle yok saydıkları yolsuzluk ve soygun zincirinin varlığını bugün burada kabul etmelerini beklemek bir ham hayal olurdu.

İki yıl önce bir bahar günü Roboski katliamını yok saymıştınız, bu yılbaşında tarihin en büyük yolsuzluğunu yok saydınız. Katliamla açtığınız parantezi hırsızlıkla kapattınız, kendinizle ne kadar övünseniz az. (CHP sıralarından alkışlar) Ama, unutmayın arkadaşlar, dosya daha kapanmadı, daha Genel Kurul var; Komisyonda olduğu gibi görüşmeleri basına kapatamayacak, milletvekillerinin tartışmaya katılmasını önleyemeyecek, muhalefetin bilgi ve belgelere erişmesinin yolunu kesemeyeceksiniz. Halkların Demokratik Partisi, o Komisyondan bu sonucu öngörerek üç hafta önce çekildi, gizli görüşmelerde helvacının bozacıyı aklamasını seyretmektense halkın önüne çıkmayı seçti. Bu önergenin görüşülmesi, bu yolda atılmış ilk adım.

İstediğiniz kadar Komisyonun önüne gelen fezlekeyi darbe girişimi sayın. Belge ve bilgiler, karşımızda uluslararası bağlantılarıyla birlikte bir suç örgütü bulunduğuna kuşku bırakmıyor. Uzağa gitmeye gerek yok, Sayın Erdoğan'ın kendisiyle övünmelerine kulak kabartmak yeter. Başbakanken "Kriptolu telefonları bile dinlemişler." diye sirkatin söylememiş gibi, Cumhurbaşkanı sıfatıyla da konuşmaya devam etti. "'Kriptolu telefon yaptık.' diyerek Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Genelkurmay Başkanını ve bakanları dinleyip bilgileri başka ülkelere servis ettiler." Güya bu kayıtların montaj olduğunu ileri sürüyordu ama Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonuna giren 29 Nisan 2014 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu bu safsatayı sona erdirdi: "Cümle eklemesi veya cümle çıkartması sonucu anlam bütünlüğünü bozacak değişiklik tespit edilmedi." Nokta, bizim için tartışma bitmiştir. Erdoğan kayıtların kendi telefonundan yapıldığını itiraf etmiş, Adli Tıp Kurumu bu kayıtların otantikliğini yani sahih olduğunu doğrulamıştır. Demek ki milletçe işittiklerimiz gerçektir. "Senin evinde ne var ne yok, sen bunları bir çıkar, tamam mı? Bende ne olabilir baba, senin paran var kasada." Konuşma buydu.

Evet, yasalar karşısında boğazına kadar suça batmış bir iktidarla karşı karşıyayız. Türkiye'nin, kelimenin teknik anlamında, uluslararası bağlantılarıyla birlikte bir suç örgütünün hâkimiyeti altına girdiğini söylemek mübalağa sayılmaz. Her suçu bir başka suçla örtmek üzere Anayasa, yasa, hukuk, idari kurallar, mali mevzuat, hepsinin yerle bir edildiği ve zıvanasından çıkarıldığı, sadece yurttaşların değil, uluslararası anlaşmalarla karşılıklı yükümlülükler altına girilmiş olan uluslararası muhatapların da haklarının ihlal edildiği bir yönetime eğer henüz "haydut devlet" denmiyorsa bunun biricik nedeni, iktidarın tamamının henüz tek elde toplanmamış bir parlamenter denetim kabuğunun görünüşte muhafaza ediliyor olmasındandır.

Bu suç örgütünün başında bulunanlar, yapıp ettiklerini Türkiye için yaşamsal bir enerji kaynağı saydıkları doğal gazın İran'dan ithal edilmesi önündeki Amerikan ambargosunun aşılması zorunluluğuyla meşrulaştırılabilmeyi ummuşlardı. Zarrab gibileriyle girdikleri utanç verici ilişkileri, uluslararası engellerin arkasından dolaşmanın gereği olan kaçınılmaz bir kötülük olarak sineye çekmemizi beklediler. Hiçbir şeyi sineye çekecek değiliz. Enerji akışını sürdürmek için yaratıcı önlemler bulmak her hükûmetin sorumluluğudur ama bunun yolu uluslararası suç şebekeleriyle ortaklık kurmak, halkın öz kaynaklarını uluslararası dolandırıcılık şebekeleriyle paylaşmak değildir. Bu, hiç kimseye, halkın parasını, kendi nefsi için ayakkabı kutularına, valizlere, torbalara, kasalara istifleme hakkını vermez. Biz buna "tamahkârlık" diyoruz. Altına tamah eden iflah etmez!

Britanya'nın büyük yazarı Shakespeare büyük eseri Atinalı Timon'da, bu tamahkârlığın insanlığı nasıl insanlıktan çıkarttığını bundan yüzyıllar önce sanki bugünün dünyasını yaşıyormuşçasına bakın nasıl anlatıyordu:

"Altın ha...

Sapsarı, pırıl pırıl, değerli altın,

Karayı ak, çirkini güzel, yanlışı doğru, alçağı soylu, yaşlıyı genç, korkağı yiğit yapmaya yeter şu kadarı.

Ah, tanrılar, neden bu, niçin bu, ey tanrılar!

Rahiplerinize, uşaklarınıza yüz çevirtir bu sizden, ölüm döşeğine yatırır dipdiri bir insanı.

Bu sarı köle, dinler kurar, sonra yıkar, lanetliği kutsar, cüzzamlının eteğine yüz sürdürür, hırsızı alıp üne, unvana boğar, aynı sıraya oturtur soylu kişilerle.

Budur işte kocaya kavuşturan kırk yıllık dulu.

Merhemler, kokularla beleyip kapanmaz yaralarını, en onulmaz hastayı bir nisan gününe çeviren de bu.

Git, lanet olası maden, insanlığın orta malı, sen, milletleri sürüye çevirip birbirine saldırtan."

Anlıyorsunuz değil mi Shakespeare'in kimlerden, nelerden, niçin söz ettiğini? (CHP sıralarından alkışlar)

İnsanlığın servet ve kudret sahiplerinin hâkimiyetinden kurtuluş mücadelesinin en büyük zaferlerinden biri, büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin ertesi yılında Lenin, altının insanlığın geleceğinde olsa olsa bir tuvalette işe yarayacağından söz etmişti, demişti ki: "Dünya çapında muzaffer olduğumuzda altını dünyanın en büyük kentlerinde umumi helalar yaptırmak için kullanacağımızı düşünüyorum. Böylece altın, adına güya 'büyük özgürlük savaşı' denilen 1914-1918 savaşında nasıl uğruna 10 milyon insanın öldürülüp 30 milyonunun sakat bırakıldığını henüz unutmamış kuşakların yararına en adil ve eğitici şekilde kullanılmış olacaktır." Bunu hâlâ umuyoruz ama bugün altını bu şekilde değerlendirebileceğimiz koşullardan ve güçten yoksun olabiliriz. Gene de inanın AKP'li arkadaşlar, altının bugünkü adil kullanımı konusunda bilmeden bize büyük bir yardımda bulundunuz. Kendinizi "Reza Zarrab" namında bir uluslararası mücrime altından zincirlerle bağlayarak altından bir kelepçenin bir halkasını kendi bileğinize kendiniz taktınız. Halkların Demokratik Partisi kelepçenin öbür halkasını öbür bileğinize bağlayacak, adil bir yargılanma için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Saygılar. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)