| Konu: | Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 07.01.2015 |
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 616 sıra sayılı Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla cezaevi dış güvenliği İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığından alınarak iç güvenlikte olduğu gibi Adalet Bakanlığına verilmekte; iç güvenlik, dış güvenlik ve müdahale birimi kurulmakta; bu birimlerin görevleri, silah ve zor kullanma koşulları, diğer kurumlarla iş birliği, cezaevi personelinin alımı, eğitimi ve özlük hakları düzenlenmektedir.
Değerli milletvekilleri, elbette, cezaevlerinin tutuklu ve hükümlülerin güvenliklerini nitelikli bir biçimde sağlaması ve bu güvenliğin ağırlıklı olarak sivil ve uzman personel tarafından yerine getirilmesi, "güvenlik" kavramının insan onuruna gölge düşüren nitelikten sıyrılarak evrensel hukuk ve uygulamaların referans alınması istenilir olandır. Ancak tasarı metni incelendiğinde mahpusların güvenliği, mahpuslara insan onuruna yaraşır tutum ve uygulamalarla yaklaşılması gibi saiklere maalesef rastlanmamaktadır. Tasarıda güvenlikçi bir yaklaşım ağırlıklı olarak kendini hissettirmekle birlikte, şimdiye kadar cezaevlerinde zaten Adalet Bakanlığına bağlı olarak görev yürüten iç güvenlik personelinin tutuklu ve hükümlülere yönelik gerçekleştirdiği hukuksuz uygulamalarının önünü alacak düzenlemelere de yer verilmemiştir. Dolayısıyla, cezaevleri meselesinde asıl sorun, cezaevlerinin dışını kimin koruyacağından ziyade güvenlik sağlama yöntemlerinin mahpuslara karşı yol açtığı hak ihlalleridir ve bu hak ihlallerine karışan güvenlik personelinin etkin bir biçimde yargılanmamaları, cezasız bırakılmaları ve yeni hak ihlallerine prim verilmesidir.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla cezaevlerinin güvenliğinin tamamen Adalet Bakanlığına devredilmesiyle yaklaşık 30 bin yeni kadro ihdas edilmektedir ki bu kadrolara alınacakların hangi birimlerden kaydırılacağı ya da hak ihlallerinin önlenmesi noktasında ne gibi eğitim ve uzmanlıklara sahip olacakları konusunda net bir çerçeve bulunmamaktadır. Kadro alımlarının yazılı sınav ve mülakat yöntemine göre yapılacak olması AK PARTİ Hükûmetinin birçok devlet biriminde yöntem hâline getirdiği yandaş kadrolaşmanın önünü daha da açacak niteliktedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, Adalet Bakanlığının cezaevleri ve mahpuslarla ilgili çözmesi gereken yığınla sorun bulunmaktadır. Konuşmama bu sorunlara değinerek devam edeceğim. 2014 yılında da cezaevleri, insan hakkı ihlallerinin yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmüştür. Türkiye'de hapsetme oldukça yaygın kullanılan bir ceza infaz yöntemi hâline getirilmiştir. Kasım 2014 itibarıyla cezaevlerinde toplam 155.853 kişi bulunmaktadır. Bunun 133.223'ünün hükümlü, 22.635'inin tutuklu olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sayı, 2013 yılında 140.710 idi, AK PARTİ iktidara geldiğinde ise 59.430'du. Cezaevlerindeki çocuk tutuklu, hükümlü kişi sayısı 1.984'tür. Bu sayı 2013 yılında 1.880 kişiydi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 yılının ilk on bir ayında cezaevlerinde intihar, işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, mahkûmlar arası kavga ve benzeri nedenlerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiştir. Hapishanelerde tedavi edilme koşullarının engellenmesi sonucu hasta mahpuslar arasında bulunan Yaşar Dere, Celal Kılıçaslan, Celal Binici, Şehmus Yetek, Ali Çakıcı, Seyithan Taşkıran, Çağdaş Aktepe, Aram Akyüz, İrfan Eskibağ, Ramazan Özalp, Osman Akan, Nihat Bektaş ve Muzaffer Seyhan Kınacı yaşamlarını yitirmişlerdir. AK PARTİ döneminde açılan yeni cezaevlerindeki kapasite artışı, Türkiye'nin demir parmaklıklarla donatıldığını ortaya çıkarmıştır.
Değerli milletvekilleri, cezaevlerinde yaşanan en büyük sorunlardan biri, mahpusların emeklerinin son derece ucuz ücretler karşılığında sömürülmesidir. Mahpuslar, özel şirketlerin kurduğu üretim tesislerinde ucuz iş gücü mantığıyla çalıştırılmaktadır. Hapishaneler bünyesinde üretim tesisi kuran özel şirketler mahkûmlara günlük mesaileri karşılığında ödedikleri 7 lirayla büyük bir sömürü düzeni yaratmaktadırlar. Adalet Bakanlığının 2012 yılı için günlük 20 lira olarak belirlediği ücretin bu kadar altına inilmesine nasıl izin verildiği belirsizdir.
Değerli milletvekilleri, oysa devletler işkenceyi önlemek için yasal, idari, yargısal ya da diğer her türlü önlemi almak zorundadır. İşkence ve kötü muamele, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmesi'nde yasaklanmış ve imzacı taraf devletleri işkence suçunu kendi mevzuatlarında düzenlemekle yükümlü tutmuştur. Cezaevlerinde insan hakları ihlalleri ancak çok yoğun olur yahut ölümle sonuçlanırsa haber değeri taşımaktadır. Bu durum cezaevlerinde sistematik kötü muamelenin normalleşmesi ve kabulü anlamını taşımaktadır. Kötü muamelenin Türkiye'de bu boyutta olmasının temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliğiyle bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Bu kültürün güçlenmesinde ve yaygınlaşmasında birincil etken siyasal otoritelerin zihniyet ve yaklaşımları, başka bir deyişle cezasızlığın bir devlet politikası olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, son dönemlerde cezaevlerinde gerçekleştirilen bilhassa da çocuk mahpuslara yönelik işkence ve kötü muamele, tecavüz uygulamalarında da belirgin bir artış görülmektedir. Her şeyden önce, cezaevlerinin genel koşulları, barınma, havalandırma, hijyen, sağlık, iletişim ve benzeri koşulları ve cezaevleri kapasitesinin yüzde 100 doluluk oranına yaklaşması nedeniyle ortaya çıkan mekânsal sıkışıklık tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinde toplu işkence etkisi yaratmaktadır. Bununla birlikte özellikle cezaevine giriş sırasında yapılan çıplak aramalar, süngerli oda uygulamaları ve kamerasız kör bölgelerde gerçekleştirilen şiddet, cezaevlerindeki arama ve denetimlerde avukat ve aile görüşmesine gidiş ve gelişlerde, hastane sevkleri ya da mahkemelere götürülüp getirilirken uygulanan şiddet ve izolasyon cezaevlerinde öne çıkan işkence ve kötü muamele uygulamaları olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tutuklu ve hükümlü bireyler çok sayıda sağlık sorunu yaşamaktadırlar. Havalandırma, ısınma, nem, temizlik, hijyen, beslenme, spor yapamama, güneş ışığından yeterince faydalanamama gibi sorunlar direkt olarak bu ortamda yaşamak zorunda olan bireylerin sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Uzun vadede aynı sağlıksız ortama maruz kalma nedeniyle birçok kronik hastalık ortaya çıkmakta ve kimi tutuklu veya hükümlünün ölümüne ya da sağlığını yitirmesine neden olmaktadır. Bu kronik rahatsızlıklar denildiğinde akla ilk kanser grubu kronik hastalıklar gelmektedir. Şu an hapishanelerde 200'ye yakın ağır hasta tutsak bulunmakta ve bunların içinde çok sayıda kanser hastası bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, mahpusların düzenli ve yeterli tedavi, teşhis, kontrol imkânlarına ulaşmasının güç olması bir yana, doktora erişim imkânları dahi çok düşüktür. Mahpus sayısının yüzlerce olduğu, hatta 2 bini bulan hapishanelerin dahi birçoğunda sürekli doktor bulunmamaktadır. Çalışan doktorların uzman olmayışı bir yana, hapishanelere aile hekimliği uygulaması getirildiğinden bu yana doktorlar haftada iki ya da üç sefer yarımşar gün cezaevlerinde bulunmakta ve bu kısıtlı süre içinde hastalıkların teşhis ve tedavisi mümkün olmamaktadır. Durumları ağır olan ve hapishane revirinde tedavi olanağı olmayan mahpuslar, kendilerini uzun süre ilgili sağlık kurumlarına sevk ettirememektedirler. Sevk kararları çıksa bile bu sefer araç ya da personel eksikliği nedeniyle hastaneye ulaşmak mümkün olamamaktadır. Hastanelere ulaşılırsa jandarmanın müdahalesi, kelepçeli muayenenin dayatılması, hastanelerin zaten yoğun olması ya da kimi zaman hekimlerin tıp etiğine uygun hareket etmemesi nedeniyle teşhis ve tedaviler ya hiç yapılmamakta ya da yetersiz bir muayeneyle mahpuslar geri gönderilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuda yargı organlarınca temel alınan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un eksiklikleri, yanlışlıkları ve uygulamadaki sorunlar üzerinde durmak gerekiyor. 2005 yılında yürürlüğe giren bu İnfaz Yasası, mahpusları insan yerine koymayan, otoriteyi ve kuralları dayatan, yaşama hakkını değil güvenlik sorununu öne çıkaran bir anlayışla hazırlanmıştır. Söz konusu yasanın "Hapis cezasının infazının hastalık nedeniyle ertelenmesi" başlığını taşıyan 16'ncı maddesinde "Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahpusun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirtilen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir." denilmektedir. Bu konudaki önemli bir sorun mevcut kurumsal yapısı ve siyasi iktidara bağlılığı nedeniyle tarafsız davranamayan bu nedenle de verdiği kararlarda bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmayan Adli Tıp Kurumunun hâlen resmî bilirkişi konumunu sürdürüyor olmasıdır.
Değerli milletvekilleri, bir diğer sorun da şudur ki infaz savcılıkları ağır hasta konumunda olup Adli Tıp Kurumu tarafından serbest bırakılmaları gerektiği yönünde raporları bulunan mahpusların toplum güvenliği için tehlike oluşturup oluşturmayacağı değerlendirmesini infaz dosyasına bakarak kendileri yapmamakta, yetki devrinde bulunarak mahpusları ikinci bir bilirkişi kurumu olarak ilgili il jandarma komutanlığına veya terörle mücadele şubesine sormaktadırlar. Adli Tıp Kurumunun mevcut yapısından ötürü hapishanede tedavisi mümkün olmayan ya da çok ağır sağlık sorunları bulunan kanser hastaları için dahi tahliye edilmeleri yönünde raporlar düzenlenmiyor. Buna rağmen, Adli Tıp Kurumunun bütün bu olumsuz yapısına rağmen durumu çok ağır bularak cezanın infazının ertelenmesi gerektiği yönünde rapor verdiği mahpusları bekleyen diğer bir sorun da 2013 tarihinde 6411 sayılı Yasa'yla birlikte toplum güvenliği için tehlike olmama şartının getirilmiş olmasıdır.
Yeni yasanın aradığı biçimde maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen hasta mahpusların toplum güvenliği için tehlike oluşturup oluşturmayacağı araştırılmakta ve güvenlik gerekçesiyle serbest bırakılmaları engellenmektedir.
Değerli milletvekilleri, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün Kasım 2014 tarihli emriyle hapishanelerde süreli yayınların posta yoluyla ya da doğrudan ziyaretçiden alımına yasak getirilmiştir. Örneğin, Tekirdağ F Tipi Hapishanesinde mahpuslara gerekçe olarak, ceza infaz kurumlarında güvenliğin ve düzenin sağlanmasına katkı sağlanması amacıyla, ücreti önceden tutuklu ve hükümlülerce ödenmeyen veya ücretsiz gönderilen hiçbir bülten, broşür, dergi, gazete ve benzeri gibi yayınların ceza infaz kurumlarına alınmaması, kuruma ait olan alanlarda ve ziyaretçi bölümlerinde bulundurulmaması, ücretsiz olarak gönderilen kitaplara ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi uyarınca işlem yapılması gerekçe gösterilmiştir.
Değerli milletvekilleri, 5275 no.lu Kanun'un 62'nci maddesine göre hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir. Ücretliye erişim zorunluluğu çoğunlukla yoksul ailelerin çocukları olan ve sınırlı maddi olanakları bulunan siyasi tutuklu ve hükümlülerin muhalif yayınlara ulaşmasının bütünüyle engellenmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çocuk mahpuslar meselesi kanayan bir yara olma özelliğini sürdürmektedir. Cezaevlerinde bulunan çocukların cezaevi psikolojisini kaldıramadıkları, ciddi tıkanmalar yaşadıkları için kendilerine zarar vermek suretiyle intihar girişiminde bulundukları kendilerinin, ailelerinin ve diğer mahpusların insan hakları kuruluşlarına yaptıkları başvurulardan anlaşılmaktadır. Çeşitli disiplinlerden bilimsel araştırmalar genelde cezalandırmanın, özelde ise kapatmanın çocuklarda suçu önleyici ya da eğitici hiçbir etkisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle insanlık dışı bir uygulama olan çocuk cezaevleri kaldırılmalıdır, kapatılmalıdır.
2014 itibarıyla kolluk güçlerinin toplantı ve gösterilere yönelik müdahalesi sonucu 410 çocuk gözaltına alınmış, 68 çocuk tutuklanmıştır. Devletin alıkoyma yetkisine dayanarak cezaevi ya da herhangi bir tutulma yerine koyduğu bireylere karşı bakım, gözetim ve koruma sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk aynı zamanda bir zorunluluğu ifade eder. Çocuklar söz konusu olduğunda ise sorumluluk kavramı çok daha detaylı ve çok daha hassas boyutlar kazanmaktadır. Devletin aileden ayırarak, yetiştikleri, yaşadıkları yerlerden binlerce kilometre uzakta alıkoyduğu çocukları ulusal ve uluslararası mevzuat ve kurallar çerçevesinde koruması ve kollaması devlet görevlileri bakımından yasal bir zorunluluktur. Oysa cezaevlerinde her gün, her an çocuk mahpuslara yönelik insan onuruyla bağdaşmayan uygulamalarla, taciz, tecavüz vakalarıyla, çocuk olmalarından kaynaklanan tüm hakları ihlal edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; örneğin 2 Ocak 2014'te Sincan Gençlik ve Çocuk Cezaevinde tutulan 12 çocuğa gardiyanlar tarafından işkence yapıldığı ortaya çıktı. Ankara Sincan Gençlik ve Çocuk Cezaevinde tutulan 12 çocuğun koğuşlarına gaz bombası atılıp tazyikli suyla ıslatılarak gardiyanlar tarafından darbedilmelerinin 2 Ocak 2014'te ortaya çıkmasının ardından 8 çocuk mahpustan 4'ünün İstanbul Maltepe Çocuk Cezaevine, 4'ünün de İzmir Şakran Çocuk Cezaevine sevk edildikleri öğrenilmiştir. Çocukların sürgüne gönderilmeden önce 2 kez dövüldükleri de ortaya çıkmıştır. Maltepe Çocuk Cezaevine getirilen 4 çocuğa çıplak arama uygulamasının dayatıldığı ve ardından tekli hücrelere konuldukları da öğrenilmiştir.
Değerli milletvekilleri, özellikle özgürlüğünden yoksun bırakılmış çocuklarla ilgili sözleşmeler ülkemizde çok açıkça çiğnenmektedir. Cezaevleri mimariden güvenliğe, sağlık koşullarından aile ziyaretlerine kadar erkek mahpus nüfusa göre düzenlenmiş, cezaevlerindeki psikososyal servis, gardiyanlar kadınların ihtiyaçlarına duyarsız kalmaktadırlar. Ceza hukuk sisteminin sertleşmesi küçük suçlar nedeniyle hapsedilen kadın sayısında ciddi oranda bir artışa yol açmıştır. Cezaevi sistemlerinde ise kadın nüfusunun erkek nüfusa oranla azlığı kadın nüfusun cinsiyete özgü ihtiyaçlarının ihmaline sebep olmaktadır. Kadınlar bu sorunlardan fazlasıyla paylarına düşeni almakta, ek olarak da kadınlara özgü sorunları yaşamaya devam etmektedirler.
Değerli milletvekilleri, F tipi cezaeviyle genelde tecrit uygulamalarından vazgeçilmelidir. Hasta mahpuslar derhâl serbest bırakılmalı ya da cezalarının infazları yeniden sağlıklarına kavuşuncaya kadar ertelenmelidir. Sorumlular hakkında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılmalı, soruşturma açılan kamu görevlileri soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir.
Uluslararası standartlarla yasaklanan zincir, demir gibi kısıtlama araçlarının kullanılması önlenmeli, kısıtlama araçları cezalandırma amacıyla kullanılmamalıdır.
Özellikle işkence iddialarında olmak üzere mahpusların muayeneleri İstanbul Protokolü uyarınca standart adli muayene formu kullanılarak kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Cezaevi hekimi ve tıbbi personelinin İstanbul Protokolü eğitimi almaları sağlanmalıdır. Cezaevinde sağlanan tıbbi bakım hizmeti, cezaevi dışındaki olanaklarla eşit hâle getirilmelidir.
Disiplin suç ve cezalarında yasal düzenlemeler ve pratikten kaynaklanan açık hukuka aykırılıklar bir an önce giderilmelidir. Başvuru ve şikâyetlerin herhangi bir kısıtlama olmaksızın ve derhâl gerekli mercilere ulaştırılması sağlanmalıdır. Adli ve idari mekanizmalar yapılan başvuru ve şikâyetlerle ilgili etkin soruşturma yürütmelidirler.
Avukatlarla görüşmenin ve yazışmaların mahremiyeti sağlanmalıdır. Resmî kurumlar ve avukatlarla yapılan yazışmaların denetime tabi tutulması engellenmelidir. Mekân ve üst aramaları sırasında aramaya maruz kalan kişilerin onur kırıcı muamelelere uğramamasına özen gösterilmelidir, arama prosedürünün bizzat kendisi aşağılayıcı olmamalıdır.
Cezaevi rejimi, fiziki koşullar ve uygulanan muameleler hakkında etkili bir idari ve yargısal denetim sağlanmalı; cezaevleri devletten bağımsız sivil toplum kuruluşlarının denetimine açık hâle getirilmelidir. Cezaevlerinde denetim için İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi Seçmeli Protokolü'ne uygun şekilde bağımsız ulusal denetim mekanizmalarının oluşturulması sağlanmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum