GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU TASARISI VE TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:120
Tarih:14.06.2012

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 277 sıra sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki şu anda ülkenin en önemli sorunlarından biri olan iş cinayetleriyle ilgili, toplumsal beklentinin son derece yüksek olduğu bu konuda bu saat itibarıyla görüşmelere başlanması ve halkın gözü önünden bu konuşmaların, bu tartışmaların -deyim yerindeyse- kaçırılmasını anlamadığımızı belirtmek istiyorum. Özellikle ülke gündeminde, iş cinayetleriyle ilgili yaşanan işçi kayıpları son dönemde çok dramatik vakalar hâlinde giderek artış seyri göstermekte. Bu nedenle, gerek burada yapılan tartışmaların sağlıklı olması gerekse de halkımızın burada yapılan bütün tartışmalardan haberdar olması için daha iyi bir planlamanın yapılması gerekirdi diye düşünüyorum.

Şimdi, uzun süredir çalışma hayatıyla ilgili aslında AKP Hükûmetinin Ulusal İstihdam Stratejisi temelinde yürüttüğü birtakım politikaların burada yasalar çerçevesinde, sermayeyi önceleyen bir anlayışla devreye sokulmak istendiğini biliyoruz. Çalışma hayatıyla ilgili önemli olan üç özneden, endüstriyel demokraside var olan üç özneden, sermaye, emek ve devlet olarak tasavvur edebileceğimiz üç özneden, devletin emekten yana bir tavır alması gereken tüm koşullarda maalesef AKP Hükûmetinin tersi uygulamalara imza attığını biliyoruz. Sermaye-emek denkleminde bugüne kadar, gerek Toplu İş Yasası gerek 4688 sayılı Yasa ve diğer bütün ilgili düzenlemelerin yapıldığı yasalarda sermayeyi kayıran ve emeğin üzerinde bir tahakküm gücü oluşturan birtakım yasal düzenlemelerin buraya getirildiğini biliyoruz. İşte, bu iş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili genel zihniyetin de yine bu çerçevede ele alındığını belirtmemiz gerekiyor.

İş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili aslında en önemli sorun, AKP'nin uyguladığı neoliberal politikalar neticesinde sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, esnek ve güvencesiz çalıştırma ve bütün düzenlemelerin sermaye lehine düzenlenmesiyle ilgili yapılan süreçlerin olduğunu tekrar belirtmek istiyoruz. Emekten yana, emekçiden yana bütün düzenlemelerin dezavantajlı bir şekilde yapılmasıyla beraber AKP Hükûmeti neoliberal politikalar çerçevesinde bir yedek işsizler ordusunu da emekçiler üzerinde bir tahakküm gücü, Demoklesin kılıcı gibi, deyim yerindeyse, bir tehdit aracı olarak yedeğinde bulundurmaktadır.

Şimdi, burada kanunun ilgili maddelerine veya içeriğine geçmeden önce bazı hatırlatmaları yapmamız gerekiyor. Anayasa'mızın 2'nci maddesinde devletin sosyal devlet olma ilkesi net bir şekilde tanımlanmış. Yine, 48'inci maddesinde özellikle iş güvenliğiyle ilgili devletin görevleri net bir şekilde tanımlanmış ve belli bir çerçeveye oturtulmuş. Aslında, anayasal ilkelerin tamamını izlediğimiz zaman demin bahsettiğim noktadan, gerek çalışma hayatındaki çalışanların, emekçilerin güvenliğini sağlama gerekse de özel sektörün emekçiler üzerindeki tahakkümünü koruma noktasında devletin önemli birtakım yükümlülükler altında olduğunu biliyoruz.

Yine, Anayasa Mahkemesinin daha önce almış olduğu bazı kararlarda da emek-sermaye ilişkilerinde daha çok güçsüzden yana, ezilenden yana bir tavır alması gerektiğiyle ilgili sosyal devlet olma ilkesinin net bir şekilde vurgulandığını biliyoruz. Ancak, AKP'nin uyguladığı neoliberal politikaların

tamamına baktığımız zaman genellikle ülkeye sıcak para akışı ve yabancı sermaye girdisinin öncelenmesi, sosyal adalet ilkesinin de çok fazla önemsenmemesi gibi bir pratikle karşı karşıyayız.

Bunu şuradan da çok rahat söyleyebiliriz: Düzenlenmeye çalışılan yasalarla ortaya konmak istenen sosyal adalet her geçen gün daha çok aşınmaktadır. Bu sosyal adaletin en önemli göstergelerinden biri de gelir dağılımındaki adaletsizliklerdir. En zengin ve en yoksul arasındaki makasın her geçen gün daha fazla açıldığını, daha fazla derinleştiğini biliyoruz.

Yine yürürlüğe konulan politikalarla özellikle en zengin kesimden alınmış olan vergilerde yüzde 5,7'lik gibi bir oran var iken asgari ücretle hayatını kazananlar için bu oranın yüzde 15 olması yani en zengin kesime göre 3 kat daha fazla olması bu sosyal devlet olma ilkesiyle ilgili çelişkiyi açıkça ortaya koymaktadır.

Tabii, Anayasa dışında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde de özellikle 22'nci ve 25'inci maddelerde yine her bireyin, her vatandaşın sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu ve bunun korunmasıyla ilgili devletin var olan görevlerinin hatırlatıldığı birtakım uluslararası sözleşmelere tabi olduğumuzu da belirtmek istiyorum.

Bu çalışma alanıyla ilgili ILO sözleşmeleri, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Sosyal Güvenlik Kodu ve Avrupa Güvenlik Sözleşmesi ve benzeri pek çok uluslararası sözleşmelerde devlete sosyal güvenlik, iş sağlığı, iş güvenliği açısından görev olarak belirlenmiş birtakım ilkeler var.

Şimdi, bu kanunun içeriğine baktığımız zaman iş sağlığı ve iş güvenliği olarak tanımlanan bir alanda bir kere ekolojik bakışın hiçbir şekilde yasanın içeriğinde olmadığını görüyoruz. Güvenlik, sağlık ve çevre denklemini iyi kuramamanın getirdiği bir sonuç olarak değerlendiriyoruz.

Aslında bütün çalışma hayatıyla ilgili düzenlemelerde temel olarak belirleyici olması gereken azami kâr veya sermaye birikiminin öncelenmesi değil, ekolojik bir yaklaşım içerisinde emekçilerden yana düzenlemelerin olması gerekirdi. Ancak, bu yasanın içeriğine baktığımız zaman, daha çok iş sağlığı ve iş güvenliği alanıyla ilgili mevcut durumu piyasa koşullarına açan ve ticarileştiren bir anlayışın olduğunu buradan belirtmek istiyorum. Burada piyasaya açılmayı gösteren en iyi iki göstergeyi, özellikle iş yeri güvenliğinden sorumlu uzmanların ve iş yeri hekimlerinin piyasa mekanizması içerisinden seçilmesi ve yine bu alanda çalışanların, uzmanların ya da iş yeri hekimlerinin eğitimleriyle ilgili süreçlerin de özel sektöre devredilmesinde bulabiliriz.

İş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili yasa tasarısını görüştüğümüz bu zamanlarda, aslında gayretleri olmasına rağmen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın da hızla bir rekora doğru gittiğini belirtmek gerekiyor. Özellikle Bakanlığı süresince en fazla işçi ölümlerinin yaşandığı Bakan olma yolunda gerçekten büyük bir talihsizlik bulunmakta. Bakın, AKP İktidarının iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar 10.297 işçinin iş kazalarında veya toplumdaki hâkim isimlendirmesiyle iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Alansal olarak daha çok kömür madenleri, HES yapımları, tersaneler, imalat yerleri, kot kumlama işleri ve inşaat yapımları işçi ölümlerinin gerçekleştiği alanlar iken, özellikle AKP döneminde, demin bahsettiğim ekolojiyle ilgili kaygıların hiçbir şekilde olmaması, insanı ve çevreyi merkeze sokan politikaların devreye sokulmaması nedeniyle bu ölümlerin her geçen yıl daha fazla arttığını buradan belirtmek gerekiyor. 2012 yılının sadece nisan ayında 87 işçi bu iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yine 2012 yılının ilk dört ayında 250 işçi iş kazalarında yaşamını yitirmiştir.

AKP döneminde, değerli milletvekilleri, sadece HES barajlarının yapımında ilk beş ayda 30'un üzerinde işçi yaşamını yitirmiştir. Bakın, bu HES projeleriyle ilgili birkaç hususu burada belirtmek istiyorum zihniyeti ortaya koymak açısından. İş güvenliği ve iş sağlığıyla ilgili yasa tasarısı düzenlenirken önceliğin zihniyeti değiştirmeyle ilgili problem olduğunu burada sizlerle paylaşmak açısından HES'lerle ilgili birtakım veriler vereceğim.

Bu HES projelerinin, AKP Hükûmeti tarafından "özellikle enerji alanında dışa bağımlılığın azaltılması" gibi bir gerekçeyle sürekli çevreyi talan eden ve gelecek nesillerin sağlıklı koşulları pahasına işletilen bir süreç olduğunu belirtmek gerekiyor. AKP Hükûmeti döneminde iki bine yakın, hatta iki binin üzerinde HES barajı yapılmış ve önümüzdeki iki üç yıllık süre içerisinde de bir iki bin HES barajının daha yapılması bir hedef olarak Hükûmet tarafından belirtilmiştir.

Bakın, tüm bu HES projelerinin bugüne kadar Türkiye'deki enerji açığını karşılama yüzdesi yüzde 2 gibi son derece yetersiz bir rakamdır. Farz edelim ki iki bin yeni HES daha yapıldığı zaman ortaya çıkacak dört bin HES'in enerji ihtiyacını karşılama potansiyeli yüzde 5'i geçmiyor. Oysaki HES'lerle ilgili bahsetmiş olduğumuz bu potansiyelin, sadece elektrik tellerinin, enerji nakil tellerinin eski ve bakımsız olmasından ötürü yapılacak bir onarımda bile çok daha fazla bir şekilde karşılandığını burada belirtmek gerekiyor. Yani birtakım projeler devreye sokarken, genel olarak insanı ve çevreyi merkeze alan uygulamaları eğer biz çok fazla düşünmezsek, onlar üzerinde çok fazla kafa yormaz isek sonra da "Var olan ölümleri bu şekilde yasal düzenlemelerle önleyebiliriz." gibi bir algı yanılması içerisine gireriz.

Tabii, burada özellikle kayıt dışı istihdamın yine iş kazaları ve bu iş cinayetlerinde önemli bir faktör olduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle 2011 yılında yüzde 43'ten fazla bir kayıt dışı çalışmanın olduğunu ve Hükûmetin bu konudaki politikalarının da son derece yetersiz olduğunu belirtmek gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, iş kazalarının önlenmesi, sadece ayrı bir yasanın çıkarılmasından geçmiyor. Tabii, bunu, iş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili ilk yasa olması itibarıyla önemsemek gerekiyor. Ancak kapsam ve içerik olarak var olan sorunu gidermeye yönelik birtakım uygulamaları beklemek gerekiyordu.

Şimdi, bakın, burada bir yasal düzenleme yapılırken, aslında temel olarak şunların da yapılması gerekirdi: İş güvenliğini sağlayacak bir teşkilat yapılanmasının geliştirilmesi gerekirdi. İş güvenliğiyle ilgili bir kültürün, iş verenlerin iş sağlığı ve iş güvenliğine yaklaşımının mutlaka masaya yatırılması gerekirdi. Özellikle iş cinayetleriyle ilgili kamusal denetim yetersizliklerinin çok kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyordu. Ancak, burada, özellikle yapılan yasa tasarısında bu hususların çok fazla önemsenmediği gibi bir durumla karşı karşıyayız.

İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin toplumsal huzurda belirleyiciliğinin farkında olunmalı, Hükûmet sosyal devlet ilkesi gereği ezilenlerin avantajına birtakım yaklaşımları açığa çıkarmalıydı.

Bizim, iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda söylemek istediğimiz birtakım öneriler var. Bunlarla ilgili algıları, zihniyeti değiştirmeden bu iş cinayetlerinin önüne geçmek mümkün değildir diye düşünüyoruz. Özellikle, taşeronlaştırmanın ve esnek çalışmanın, güvencesiz çalıştırmanın mutlaka önüne geçilmelidir. Sendikasızlaştırmanın neredeyse bir politika hâlinde yürütülmesi, maalesef, bu konuda yaşanacak acıların daha da büyüyeceğiyle ilgili kaygılarımızı her geçen gün artırmaktadır. İşçi ölümleriyle ilgili kamusal denetimlerin mutlaka sıklaştırılması ve etkin bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir.

Yine, özellikle, iş sağlığı olarak düzenlenen bu yasa tasarısında işçi sağlığıyla ilgili hususların özgün olarak ele alınması gerekiyordu.

Tüm bu süreçlerin muhalefet tarafından, işçi sendikaları ve meslek örgütleri tarafından ortaklaştırılarak,öneriler dikkate alınarak komisyondan Genel Kurula getirilmesi gerekiyordu. Ancak, maalesef, tasarı boyunca yürütülen süreçlerde bu hususların çok fazla dikkate alınmadığını buradan tekrar belirtmemiz gerekiyor. Tabii bu iş cinayetleriyle ilgili, özellikle yaşamını yitiren işçilerin ailelerine yönelik birtakım sosyal düzenlemelerin mutlaka yapılmasının gerekliliğini belirtmek gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısının yine bazı önemli noktalarına değinmek istiyoruz. Özellikle sertifika, akredite gibi süreçlerin tamamen merkezî bakanlığın yetkisinde ve inisiyatifinde olması demokratik bir yaklaşım olmasa gerek diye düşünüyoruz. Burada iş yeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlarının görev, yetki ve yükümlülüklerinin tamamen piyasa koşullarına açılacak şekilde, ilgili meslek örgütlerini devre dışı bırakacak şekilde işletilmesinin doğru olmadığını belirtmek istiyoruz. Yine kanun tasarısındaki özellikle işten kaçınma hakkının Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir şekilde ortaya konmadığını ve belirgin bir şekilde muğlaklıkla geçiştirilmeye çalışıldığını belirtmek gerekiyor. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyiyle ilgili kısım üzerinde ise, yine sendikaların, meslek odalarının ve üniversitelerin özerk bir yapılanma içerisinde, etkin bir şekilde devreye konulması gerekiyordu. Tabii, bütün bunlarla ilgili son derece yetersizlikler içeren bir kanun tasarısından bahsetmemiz gerekiyor.

Özellikle, yasa tasarısına baktığımız zaman, 50'den daha az işçi çalıştıran iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliği kurullarının kurulmasıyla ilgili, işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerinin bütün iş yerleri ve tüm çalışanları kapsamasıyla ilgili yine yetersizliklerin olduğunu belirtmek lazım.

Burada yasa tasarısının bir diğer önemli noktası da iç hizmeti düzenleyen kısımla ilgilidir. Burada, Türk Silahlı Kuvvetleri, kolluk kuvvetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatının eğitim, operasyon, tatbikat ve benzeri birtakım uygulamalarında yaşanan iş kazalarına hiç dokunulmamasının mutlaka takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde  "eğitim zayiatı" veya "yanlışlıkla ölüm", "şüpheli asker ölümleri" olarak belirtilen hususların mutlaka irdeleneceği bir düzenlemenin yapılması gerekirdi. Sadece, bakın, 2012'nin Ocak ayının ilk on gününde 6 şüpheli asker ölümü oldu. Yine 2012 yılının sadece ilk üç ayında 21 asker şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.

Yani kısacası, yapılan yasal düzenleme, bahsettiğimiz noktada, sermayeyi önceleyen, emekçileri, emeğin sermaye karşısında korunmasını çok fazla önemsemeyen ve yaşanan iş cinayetleriyle ilgili, iş kazalarıyla ilgili süreçleri maalesef geriye çeviremeyen bir uygulamayla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek istiyorum. Bu nedenle, toplumun iş cinayetleriyle ilgili büyük beklenti içerisinde olduğunu, bu yasanın, deyim yerindeyse, bir hayal kırıklığı olduğunu belirtmek istiyorum.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.