| Konu: | Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, kamu düzenini sağlamada görevlerini yürütemediği, PKK/KCK'nın faaliyetlerini engelleyemeyerek paralel devlet yapılanmasına zemin hazırladığı, rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını akamete uğratma girişimlerinde bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Efkan Ala hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/45) |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 02.03.2015 |
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
İçişleri Bakanlığı Teşkilat Kanunu ülkenin genel asayiş ve kamu düzeninden İçişleri Bakanlığının sorumlu olduğunu söyler. Bakanlık bu görevini -jandarma ve polis- binlerce şehit vererek yerine getirmiştir. Tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Değerli milletvekilleri, hukuk düzenimizin kendisine ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve sınırlarımızı korumak görevini verdiği İçişleri Bakanlığı, bu görevini yerine getirmekten fersah fersah uzak düşmüştür, PKK tandanslı çözüm sürecinin asıl aktörlerinden biri hâline gelmiştir maalesef. Şehitlerimizin aziz hatırasının, binlerce terör gazisinin kopmuş eli, kolu, kör olan gözleri, tanınmayacak şekilde yanmış yüzlerinin üstüne basa basa bu coğrafyada sayısız iş birliği ve ihanetler yaşanmıştır. Bu milletin canını emanet ettiği bir teşkilatın ülke ve milletinin bekası konusunda terör örgütüyle pazarlığa oturmuş olması bu milletin gördüğü en büyük ihanetlerden birisidir. Hepimizin ceddinin kanıyla kurulan bu devlet, bu cumhuriyet AKP'yle yıkım üstüne yıkım yaşamaktadır. Bir gün yoktur ki tarihî müktesebatımızdan bir parça kopmasın, mukaddesatımız sorgulanmasın. AKP'yle bu milletin alın yazısı millî meselelerde maalesef hezimet ve utanç olmuştur. Bugün, ülkenin önüne getirilen Sevr şartları dayatılmaktadır. Bunun müsebbibi, kurulan cumhuriyeti, millî ve üniter devleti içine sindirememiş ve rövanş alma amacıyla devlet ve millet düşmanlarıyla bile iş birliğine girmekten çekinmemiş bugünkü iktidardır. Batılı devletlerin kuklası olan PKK ve onun siyasal sözcüsü olan HDP, hamisi AKP aynı karede buluşmuşlardır ve ne acıdır ki bu fotoğraf karesi bir ülkenin kurucusunun son nefesini verdiği Dolmabahçe'den servis edilmiştir, âdeta milletimize son nefes mesajı iletircesine. Bu şer ittifakının ortak amacı farklı saiklerle millî ve üniter devleti yıkmak, Türklüğü sonlandırıp bunu Anayasa değişikliğiyle hukuki zemine oturtmaktır. Dolmabahçe'deki ihanet buluşması ve açıklaması çözüm sürecinin sonuç bildirgesidir. Akşamdan sabaha gelinmemiştir bu noktaya.
2002 yılında iktidara gelen AKP, kendisini iktidar eden güçlere verdiği sözler gereği olarak terörle mücadeleden vazgeçip müzakere etmenin yollarını aramaya başlamıştır. Bu arayış 2002'de mağaralara sıkışmış PKK'ya yeni ufuklar açmış, cesaretlendirmiştir.
AKP iktidara gelir gelmez önce güvenlik güçlerini ve askerimizi itibarsızlaştırmak, etkisizleştirmek yolunu seçmiştir. Bölge bir taraftan asılsız iftiralarla devletine, milletine karşı cepheleştirilirken diğer taraftan da özel harekât kuvvetleri bölgeden çekilmiştir, geçici köy korucuları yalnız bırakılmıştır.
"Yerel yönetimleri güçlendiriyoruz." istismarıyla devletin belediyeler üzerindeki tüm denetim ve kontrol yetkileri kaldırılmış, kamu kaynağı kullanan belediyelerin bu kaynaklarını bölücülük çizgisinde kullanmaları zemini hazırlanmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin en büyük gücü olan komuta kademesi Ergenekon, Balyoz gibi birçok ipe sapa gelmez isnatlarla tutuklanmış, ordumuza büyük darbeler indirilmiştir.
Oslo'da PKK terör örgütüyle görüşmeler başlatılmış, onların her isteği Meclise taşınmış, yasalaştırılmıştır.
Terör kitleselleştirilmiş, siyasallaştırılmıştır.
Anayasa'nın değiştirilemez hükümleri hedef alınarak PKK'ya devletin kuruluş felsefesinin pazarlığının bile yapılabileceği mesajı verilmiştir. PKK, bu süreçte kış öncesi ateşkesler önerip baharda eylemlerine devam etmiştir. Örgüt böylece sürekli dağ kadrosunu güçlendirmiştir. Bir taraftan barış teraneleri dillendirilmiş, diğer taraftan da tehdit ve şantajlarla bölge insanı üzerinde baskı kurularak sahadaki psikolojik üstünlük ele geçirilmiştir.
Yakalandığında "Hayatımı bağışlayın, ne isterseniz yaparım." diyen bölücübaşı, AKP-PKK cilveleşmesiyle pazarlık masasına oturmuş, İmralı'dan PKK'yı sevk ve idare eder hâle gelmiştir.
Devletimizin ve milletimizin düşmanı PKK, AKP'nin izlediği basiretsiz ve sığ dış politika sayesinde uluslararası alanda muhatap bulmaya başlamıştır. Türkiye'nin müzakere masasında muhatap kabul ettiği PKK'yı bugün neredeyse hiçbir devlet terör örgütü olarak görmemektedir.
Değerli milletvekilleri, 28 Şubat günü İstanbul'da, Dolmabahçe Sarayı'nda AKP rezaletlerinin son perdesi sahneye konulmuş ve 40 bin kişinin katili Öcalan'ın hazırladığı 10 maddelik ihanet metni müzakereye açılmıştır. Bölücübaşı verdiği mesajında bahar aylarında silahlı eylemden vazgeçtiğine dair karar almak üzere PKK'yı olağanüstü kongresini toplamaya çağırmıştır. Bu çağrıyla sözde demokratik siyaset yapma niyetlerini beyan etmiştir. 10 maddelik Öcalan metni, PKK'nın siyasal bir parti olarak siyasete girmesinin ve böylece genel af çıkarılmasının, demokratik özerkliğin ilan edilmesinin ve bölge ekonomisinden pay alınmasının, bölgede PKK'nın kolluk güçleri şeklinde meşrulaştırılmasının, Anayasa'da Kürt kimliği tanınarak millî devletten vazgeçilmesinin, Türk milletinin egemenlik haklarının paylaştırılmasının ve tüm bu hususların yeni bir anayasayla güvence altına alınmasının ilanından başka bir şey değildir ve Sevr Barış Antlaşması'nın yüz yıl sonra hortlamış hâlidir. Sanki Türkiye savaştan mağlup çıkmış devlet, PKK ise muzaffer bir örgüttür. Hükûmetin sözde başı Davutoğlu bu tablodan çok mutlu ve mesuttur, "Artık gençlerimiz dağlarda ya da sokaklarda değil demokratik siyasette yer alacaklar." diye açıklamada bulunmuştur. Başbakan Yardımcısı Akdoğan, İçişleri Bakanı Ala, AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal Mondros mütarekecileri gibi poz vermişlerdir. Havuz medyası aldıkları talimat gereği barış türküleri söylemeye başlamıştır. Bu görüntüler Türklerin ölüm fermanı olan Mondros Mütarekesi'nin imza töreninde çekilen görüntülerden farklı değildir. PKK'nın silah bırakmayacağını bu fotoğraf karesinde yer alanlar bile çok iyi bilmektedirler. Kaldı ki bu, PKK'nın ne ilk ne de son silah bırakma çağrısıdır. Öcalan'ın teröristlerin sınır dışına çekileceğini ve silahtan vazgeçeceğini duyurmasından sonra ne bir terörist sınır dışına çıkmış ne de silah bırakmıştır. Bizzat bakanlar değil midir "Bu çağrıdan sonra 2 bin kişi daha örgüte katılmıştır." diyen. İçişleri Bakanı Sayın Ala değil midir "Artık kontrolümüz dışına çıkmak üzeredir olaylar." diye dert yanan.
Silah bırakma çağrısı onlarca kez Türkiye'ye karşı oynanmış oyunun tekrarından başka bir şey değildir. 29 Mart 2013'te Erdoğan bir televizyon programında "PKK silahları Türkiye'de bırakarak çekilecek." demişti, hatta tarih vermişti 15 Ağustos 2013 diye. 21 Ocak 2012'de Beşir Atalay PKK'nın silahı bırakacağını ifade etmişti. O zaman da Milliyetçi Hareket Partisi PKK'nın silah bırakmayacağını, bunun iç siyasette kullanılmak üzere AKP-PKK yalanı olduğunu söylemişti. O dönemde Milliyetçi Hareket Partisine "Şehit kanlarıyla besleniyorlar." diye alçakça iftiralar atılmıştı.
2013'te "Silahlar susuyor." diye milleti aldatanlar, izleyen yıllarda asker ve polislerimizin şehit edilmesine korkakça seyirci kalmışlardır. AKP, Dolmabahçe'de PKK talepleri dillendirilirken boyun bükmüş, gözlerini yere eğmiştir. PKK'nın siyasete taşınmasına, genel affa ve caninin serbest kalmasına acz içinde "Evet." demiştir.
PKK her zamanki gibi daha çok taviz koparmak için "yetmez ama evet"çidir. Nisan ayına kadar Öcalan'ın serbest bırakılmasını talep etmektedir, aksi takdirde silahlı eylemlere devam edeceğini açıklamıştır. PKK toprak almadan silah bırakmayacaktır çünkü PKK'nın kuruluş ve var oluş amacı budur. Zaten PKK'nın ağzından silah bırakacağını duyan da yoktur. Bugün bir kez daha söylüyoruz: PKK, nihai hedefleri ortada durduğu sürece ne suç örgütünü lağvedecektir ne de silah bırakacaktır.
Tüm bunlar olup biterken İçişleri Bakanı Efkan Ala nerededir, neler yapmaktadır? "Tek bir şeyimiz var, devletin yapısını değiştirmek, dönüştürmek. Mevcut anayasal düzen, düzen değil." diyordu Sayın Ala yani anayasal düzeni korumaktan sorumlu Bakan. Bu anayasal düzeni ayakta tutan tüm güçleri Hükûmet talimatlarıyla hırpalama, örseleme faaliyetlerinde hep o vardır. AKP iktidarının kadrolaşması ve şimdi "paralel" diye kötülediği kadroların işbaşına getirilmesi hususunda her şey bilgisi dâhilindedir ve bugün rüzgârların tersine dönmesiyle paralel yapının en büyük düşmanı olarak öne çıkmıştır.
Devletin düzeni nasıl değişirdi? Önce hukuk, eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarıyla dünyanın hoşuna giden kelimeler bulacaksın, sonra da hukuku Erdoğan ve Hükûmetin emirleri altına sokacaksın. Önce Türk Silahlı Kuvvetlerini demokrasi düşmanı ilan edip komutanlarını bir bir içeri almak, sonra da "Kandırılmışız." deyip kumpas kurmuşların takipçiliğini yapmak lazımdı. Sayın Ala için hukuk düzeni, demokrasi hepsi araçtı. Bir taraftan demokratikleşme paketi yürütülebilir, öte taraftan hürriyetlere kısıtlamalar getirilebilirdi; gerekiyorsa özgürlükler askıya alınabilir hatta kaldırılabilirdi, yeter ki Erdoğan'ın saçının teline zarar gelmesin. Bunun için hukuk sistemini, anayasal düzeni değiştirmeyi bile göze alabilirdi. Terörle mücadele neydi ki? Sorun müzakerelerle çözülmeliydi. Kendisinin de bilgisi dâhilinde Hakan Fidan Oslo'ya gönderildi, PKK'yla müzakereler başlatıldı. Oslo'da söylendiği gibi, Hükûmeti anlamayıp da devlet refleksleriyle teröristlere mukavemet gösteren tüm görevliler yerlerinden edildi, yerlerine PKK için sorun olmayacak adamlar atandı. Polis müdürleri suçla mücadele etmek yerine bölgede PKK'lılara yalvar yakar ricacı oluyorlardı, "Sizden rica ediyoruz, süreci zarara sokmayalım." diyorlardı. Bölgeye gönderilen görevliler sürece hizmette birbirleriyle âdeta ihanet yarışına girmişlerdi. 7 Ekim 2012'de Diyarbakır Emniyet Müdürü "Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz!" diyordu. PKK'nın önünü açan yaklaşımlarla Güneydoğu Anadolu Bölgesi yavaş yavaş idare ve hukuk düzeninden, genel ekonomik işleyişten uzaklaşmaya, farklılaşmaya başlamıştı. Devletin boşalttığı her alan PKK tarafından dolduruluyordu. Buna göz yumuluyor, hatta teşvik ediliyordu. Merkezî idare bölgeden çekiliyordu. PKK'nın desteklediği belediyeler bir bir bu alanları dolduruyorlardı. Köyler ve kasabalardan sonra ilçeler, iller de PKK'nın kontrolüne geçmeye başlamıştı. Cizre'de, Silopi'de demokratik özerklik ilan ediliyor, devlet buralara sokulmuyordu. Asayişten sorumlu Bakan Sayın Ala sessizdi. Sadece kendisi susmakla kalmıyor, tüm güvenlik birimlerini de sessiz kalmaya zorluyordu. PKK'nın gençlik teşkilatı YDG-H sokaklara hâkim olmuştu. Artık, PKK paçavraları ve bölücübaşı posterleriyle dolaşılıyor, insanlar öldürülüyor, dükkânlar yakılıyor, her köşede PKK kontrolü sağlıyordu. Bakan Ala dikkatleri başka taraflara çekmek istercesine "paralel" lafını dilinden düşürmüyordu. Ülkemizin doğusunda paralel bir devlet yapısı kuruluyordu ama bu onu kaygılandırmıyordu bile, yeter ki Recep'ine bir halel gelmesin.
Algı operasyonlarıyla PKK'nın katettiği mesafe kamuoyundan gizlenmeye çalışılıyordu. Güvenlik güçlerinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin operasyon yapma ihtimaline karşı, operasyon talimatları il valiliklerine bırakılmıştı. Valiler de gözünü Ankara'ya dikmiş, oradaki süreç simsarlarının duruşlarıyla hiza alıyor, operasyon talimatı veremiyorlardı, nitekim Şırnak'ta da böyle olmuştu. İçişleri Bakanı Ala bölge valileriyle yaptığı toplantıda "Dağda 100 kişilik bir terörist birliği görseniz dahi dokunmayacaksınız." demişti.
Sadece güvenlik ve asayiş faaliyetleriyle yetinmiyordu PKK, mahkemeler kuruyor, kamu görevlilerini ifadeye çağırıyor, para cezaları veriyor, bölgeden insanları sürgün ediyordu. PKK bölgeye yerleşmiş, kendi kolluk güçlerini kurmuş, yol kesiyor, kimlik kontrolü yapıyordu. Artık, polisten, jandarmadan istenen, tahliye gününe kadar kışlalarından, karakollarından çıkmamalarıydı. PKK bölgede petrolden, vergiden pay istiyordu. Kürt kimliğine sahip olmayan iş adamlarını bölgeden kovuyor, iş makinelerini yakıyor ya da el koyuyordu. KCK'dan belge getirmeyenler ihalelere alınmıyordu. Binasına Türk Bayrağı çeken kamu kurumu bile kalmamıştı neredeyse. Resmî dil olan Türkçe kamu kurumlarında ikinci dil hâline geliyordu. Örgüt sadece ilçede güvenlik kameralarını yasaklamakla kalmamış, polise, askere sokağa çıkma yasağı getiriyor, hatta Türk Silahlı Kuvvetlerine silah bırakma çağrısı yapıyordu. Türk milletinin egemenliği ikiye ayrılıyor ve bütüncül egemenlik anlayışı yerine egemenliğin ortaklaşa kullanılacağı vurgusu yapılıyordu. Dolmabahçe'deki ortak vatan tabiri yeni millet tanımı tam da bunu kastediyordu. Cumhurbaşkanı sessizdi çünkü her şey, başkanlık sistemi rüyalarına uygun bir şekilde planlandığı gibi yürüyordu. PKK'nın yavaş yavaş devletini kuruyor olması ise umurunda bile değildi.
Davutoğlu sessizdi, ses vermişti ama bölgeye Türk milletinin bakışıyla bakıp lisanıyla hitap etmek yerine "Güzel Kürtçemizi ben de öğrenmek istiyorum." diye vıcık vıcık popülizm kokan sözlerle.
İçişleri Bakanı gözlerini yummuştu ama AKP'nin Afyon kampında itiraf ediyordu bölgede devlet hâkimiyetini kaybettiklerini. "Şehirlere sızmaya, hâkim olmaya başladılar." diyordu. Diyordu da bunun müsebbibinin AKP'nin on üç yıldır uyguladığı PKK'yı muhatap alıp pazarlığa oturma olduğunu söyleyemiyordu.
Sayın Bakan, bu sözün üzerinden iki ay geçti. Ne değişti? Bölgeye hâkim mi oldunuz, yoksa PKK emellerinden mi vazgeçti? İkisi de değil. Peki, bu şartlarda PKK ile 10 maddelik mutabakat sağlamak tam da Milliyetçi Hareket Partisinin dediği gibi teslimiyetçilik değil de nedir? Değişmez yazgı zaten bunu işaret ediyordu. Terörle müzakere edenler teslimiyet mütarekesine razı olurlar. PKK'nın defalarca "Silah bırakmayacağız." söylemlerine karşın sırf seçim kazanmak adına, bile bile ladeslenildiğini, millete pembe tablolar çizdiklerini, bunun için bir algı yönetimi uyguladıklarını itiraf edemiyordu Sayın İçişleri Bakanı.
Milliyetçi Hareket Partisi tüm bu yaşananları milletiyle paylaşmış ve bugüne kadar yüzlerce kez uyarmıştı "Çözüm denilen melanet milletin hayrına değildir." diye. AKP Hükûmeti Milliyetçi Hareket Partisinin bu uyarılarına kulak vermedi ve bölücülük dehlizinde ilerlemeye devam etti. AKP bundan sonra artık HDP'dir ve PKK'nın siyasal sözcüsüdür.
Erdoğan'ın, Davutoğlu'nun "HDP-CHP-MHP ittifak hâlinde" diye yürüttükleri propaganda suçüstü yakalanmışlığın utancı ile suçlarını bastırmak üzere yürütülen iftira kampanyasıdır. Bölücülük AKP'nin tüm bünyesini sarmış ve AKP'de somutlaşan milletimizin tertemiz iradesi bu hastalıklı bünyede kangrenleşmiştir.
AKP, Dolmabahçe'de şehidinin, gazisinin yanında durmamış, şehit analarını ağlatmıştır. Batı emperyalizmi Hükûmetin 3 bakanının yüzüne PKK ağzıyla Türk'ün ölüm fermanını okumuştur. Yüz yıllık hesap AKP üstünden milletimize kesilmiş; Çanakkale'de, İstiklal Savaşı'nda tek dişi kalmış canavara Türk'ün gücünü gösteren Kuvayımilliyenin bedeli milletimizin önüne konulmuştur.
Bu olup biten karşısında millî güvenlik ve savunmamız için yemin etmiş Genelkurmay Başkanı acziyet görüntüsü içerisinde sessizce beklemektedir. Özel Paşa'nın işi Milliyetçi Hareket Partisine laf yetiştirmektir. 40 bin kişinin katili PKK'yla neden pazarlık yapıldığı, komutanların neden hapishanelere atıldığını sorgulamayan birkaç eski komutan Milliyetçi Hareket Partisinin sözlerinden gocunmuşlardır. Kim nasıl gocunursa gocunsun, Milliyetçi Hareket Partisi milletin hissiyatına tercüman olmaya devam edecektir. Sayın Özel'in tırnağını bile kutsayan Cumhurbaşkanı bölücülük karşısında tırnaksız bir duruşu kendisine yakıştırmıştır.
Bu gensoru, devlet bütünlüğü ve millet birliğinin ortadan kaldırılmasına seyirci kalan, hatta terör örgütünün emelleriyle uygun adım yürüyen İçişleri Bakanının istifasının sağlanması için aziz milletimizin talebi üzerine verilmiştir. İçişleri Bakanı 3152 sayılı Kanun'un kendisine verdiği vazifeleri yerine getirmemiş; terör, asayişsizlik almış başını gitmiştir.
Memlekette, İçişleri Bakanı sadece 17-25 Aralık yolsuzluk hadiselerini kapatmak üzere kolluk güçlerine ayar veren Bakan hâline dönüşmüştür. Hırsızlık ve yolsuzlukla mücadele eden binlerce polis ve amirini zapturapt altına alma, bastırma, kanunsuz dinlemelerle tehdit etme gibi bir rol üstlendiği görülmüştür. Suç ve suçluyla mücadele görevi olan İçişleri Bakanı, 17-25 Aralıkta muhalif web sitelerini kapattığını açıklayan BTK Başkanı Tayfun Acarer'e "Sen endişelenme, bir kanunla, yaptığımız şeyi suç olmaktan çıkarırız." diyebilmiştir. Hırsızlık operasyonunun yapıldığı gün, savcı talimatıyla Bilal Erdoğan'ı almaya gelen polislere karşı özel harekât polislerine vur emri verdiği havuz medyasında dahi yer almıştır. Bu zihniyetle, devletin iç güvenliğini tesis etmek ve devlet-millet bütünlüğünü sağlamak mümkün gözükmemektedir.
Bu düşüncelerle, Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu gensorunun kabulü, devlet-millet bekası ve çoğulcu demokrasimiz açısından da son derece önemlidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu gensoruda kendisinden beklenen tarihî duruşu sergilemesini beklediğimizi ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)