| Konu: | TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 122 |
| Tarih: | 20.06.2012 |
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Türkiye İnsan Hakları Kurumunun kuruluşu hakkında kanun tasarısının birinci bölümü hakkında konuşmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin hiçbir şekilde ilerleme kaydedilemeyen en büyük sorunudur hak ihlalleri. Gerek iç hukuk gerekse uluslararası hukukun Türkiye'yle ilgili olarak en büyük uğraşısıdır insan hakkının ihlali. Bu nedenle, siyasi nitelikli çok önemli dönüşümlere ihtiyaç olunduğu kadar, insan haklarının geliştirilmesi ve korunması adına bir kurumun devlet desteğiyle kurulması elzemdir. Ne var ki bu ülkede bağımsızlığı esas olan bir kuruma devlet elinin değmesi haklı olarak birtakım kaygıları da beraberinde getirmektedir, hele ki bu kurum insan haklarıyla ilgili olarak kuruluyor ise. Nitekim biz toplum olarak çok iyi biliriz ki devletin bizatihi kendisi en büyük hak ihlalcisidir. Kendi güçleri aracılığı ile yurttaşlarının temel haklarını gasbeden, insanlığın evrensel değerlerine ve evrensel insan hakları kriterlerine ters düşen her türlü uygulamayı yurttaşına reva gören bir devlet kendi hışmına karşın yurttaşının haklarını gözeten bir kurum mu oluşturacak? "Dostlar pazarda görsün, mesele insan hakları ise bizde onun da tabelası bulunur." cinsinden klasik bir devlet uygulamasının ürünü olarak bugün bu yasa Genel Kurula indirilmiştir, temel mevzu işte budur.
Evet, değerli milletvekilleri, burada uzun uzadıya sıralamaya gerek yok. Devletin ve iktidarı elinde bulunduran Hükûmetin hak gasbı konusundaki faaliyetlerinin devasa boyutlarını hepimiz biliyoruz. Nitekim, bu konuda dünya derecesi yapma yolunda hızla ilerliyoruz.
12 Eylül darbesinin paşalarından dümeni devralan Hükûmetin otuz yıl önceyi aratmayacak uygulamalara imza attığını hep beraber izlemekteyiz ve de yaşamaktayız. İşte, en azından demokrasilerin olmazsa olmazı bu Parlamentonun çatısından dahi yola çıkacak olursak, binlerce oy alarak seçilen vekillerimizin hâlâ cezaevlerinde tutulması ve vekil seçilmediği hâlde Hükûmetin vekili olarak bu çatının altına hukuk dışı bir şekilde gönderilmiş kişinin vaziyeti, hak gasbı konusunda bu devletin bugüne kadar hiç olmadığı kadar mesafe aldığını göstermektedir.
Nitekim, bu hukuksuzluk yerel yönetimlerimizde de hayata geçirilmiştir. Onlarca belediye başkanımız, seçilmişimiz derdest edilip tutuklanmıştır. İşte, en son Van Belediye Başkanımız tutuklanıp görevinden alındı, Edremit ilçesinin belediyesi de bu yolla AKP'ye geçirildi.
Seçmenin iradesi üzerinde gerçekleştirilen bu gasp, devletin gasp konusunda kendisini bu Hükûmet yardımıyla taşıdığı en son noktaya ulaşmıştır.
Marabasına "Ancak benim tanıdığım kadar hak sahibisin, benim belirlediğim kadar insansın." diyen bir ağanın düşüncesinden daha ilerisine sahip değildir devletimiz. İşte bu nedenledir ki ağır hak ihlalleri hız kesmeden devam ederken bizler de bu durumun trajik sonuçlarına tanıklık etmekteyiz her gün.
Bu noktada, demokrasilerin er meydanı olan cezaevlerinin durumu bizim en büyük yaramızdır. Bırakın bizim ülkemizi, dünya insanlık tarihine en büyük trajedilerden biri olarak geçecek Türkiye'de cezaevlerinin durumu.
Amerikan demokrasisinin karanlık döneminin adamı olan McCarthy bugün nasıl utançla anılıyorsa, devasa toplama kampları kuran Hitler faşizmi nasıl lanetleniyorsa AKP'nin bugünkü uygulamaları da aynı şekilde utançla anılacak, bu faşist uygulamalar lanetlenecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkede Hükûmet, muhalif olan her düşünceyi cezaevlerine kapatmaya karar vermişse, belediye başkanlarından bilim insanlarına, gazetecilere, öğrenciye, emekçiye varan her kesimden yurttaşları tutuklayarak kendini tek güç yapacağına inanmışsa bu çürümüş siyasi anlayışın faturasının ne kadar ağır olacağı gün gibi aşikârdır. Yapılan uygulamalar demokrasi dışı olunca bu uygulamaların sonuçları da insanlık dışı olmaktadır. İnsana, insan düşüncesine ve canına değer vermeyen bir Hükûmet, her geçen gün yeni ölümlere, yeni kıyımlara sebep olmaktadır. Urfa'nın 45 derece sıcağında 8 kişilik havalandırmasız bir kodese tıkıştırılan 18 kişiden 13'ünün yanarak can vermesi nasıl bir vahşettir? Bu devlet bu vahşet karşısında nasıl oluyor da bu denli aymaz olmayı başarabilmektedir? Adalet Bakanı Sayın Ergin açıklıyor: "Rüyalarımda rahatsız oluyorum." diye. Doğrusu halkla dalga geçtiğini düşünüyorum "Ancak rüyamda rahatsız olabilirim." diye. Çünkü son derece yakıcı bir dram olan bu gerçekliğin karşısında üzülebilen bir Bakanımız ve de Hükûmetimiz olsaydı şayet, on yılda yüzde 100 artışla doldurulan cezaevleri birer vahşet merkezi olarak her defasında gündemimize taşınmazdı. Pınarbaşı'nda ring aracında diri diri yakılan tutsaklar için rahatsız olsaydı Sayın Bakan, deprem esnasında tutsakların üzerine kapılar sürgülenmezdi. Daha birer küçük kuzucuk olan çocuklarımız Pozantı'da devlet eliyle tecavüzcülerin önüne atılmazlardı. Bunca yurttaş sırf eziyet edilmek maksadıyla henüz hüküm giymeden onlarca yıl tutuklu tutulmazdı. Adaletin bu çürümüşlüğüne bunca zaman tahammül edilmezdi. 13 insanımızın canına mal olan bu faciayı önceden haber veren Urfa Barosu, İnsan Hakları Derneği ve Cezaevi Alt Komisyonunun raporları dikkate alınırdı en azından. Dahası, cezaevlerinde insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlanan tutsaklar için yeni kodesler yetiştirmekten daha başka, daha insani ve daha demokratik icraatların arayışı olurdu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olup biten insanlık trajedileri karşısında Hükûmetin takındığı tutum "Madem öyle, sen niçin, neyin bekçiliğini yapıyorsun?" dedirten cinsten. Bu ülkede olup biten hiçbir olayda sorumluluk üstlenmeyen bir Hükûmetle karşı karşıyayız ne yazık ki. İşsizlikten, yoksulluktan, açlıktan sorumlu olmadığını söyleyen Hükûmet, demokrasi sorunu konusunda da sorumluluk kabul etmemektedir; yargısız infazlar, işçi ölümleri, Uludere'de katledilen çocuklar için de sorumluluk üstlenmemektedir. Bu Hükûmete göre, bu ülkede yaşayan herkes bilerek ölüme atlıyor. Gözaltında öldürülen genç kendi kendini öldürmüştür aslında! İş güvenliğinin olmadığı ortamlarda can veren işçiler kendi bilinçsizliğinden ölmüştür! Van'da kış boyunca hemen her hafta yanan çadırlarda can verenler kendi ihmallerinin sonucunda yaşamlarını yitirmişlerdir! Hrant Dink düşüncelerini açıkladığı için kendi ölümüne sebep olmuştur örneğin! Uludere'de çocuklar mayına basmayı bilmedikleri için ölümle kucaklaşmışlardır! Bildiğiniz üzere, birinci ağızdan, Sayın Başbakan tarafından dile getirildi bu vahim açıklamalar. Koşmasa polis vurmayacak! Taş atmasa panzer ezmeyecek! Kışlaların uzağında dahi olsa, oyun oynamasa asker vurmayacak, küçücük avuçlarında bombalar patlamayacak çocuklarımızın! Klima için kavga etmeseler yangınlar içinde küle dönmeyecekti Urfalı tutsakların bedenleri! Tek başına iktidar olan ülkenin yürütmesi, idaresi kendilerine teslim edilmiş olan bu Hükûmet, ülkede olup biten hiçbir trajedi için sorumluluk kabul etmiyor. Suriye'deki demokrasi sorunu bu Hükûmetin sorumluluğunda. Afganistan'ın iç güvenliği, komşu ülkelere yapılacak olası saldırılarda kullanılacak füze kalkanlarına kurulacak yerin temin edilmesi bu Hükûmetin sorumluluğunda ama bu Hükûmetin icraatları sonucu yaşamından olanların durumu bu Hükûmetin sorumluluğunda değil. İşte, ülkedeki mevcut durum en çok bu nedenle trajiktir ve içinden çıkılmaz bir hâldir. Orta Doğu'da model ülke olmayı en büyük sorumluluk olarak gören bu Hükûmet, kendisini yurttaşının hakkından, hukukundan sorumlu görmediği için hem hak ihlallerinin faili olmakta hem de bu ihlallerin önünü almaktan imtina etmektedir.
Bu nedenle, tekrar söylemek isterim: İnsan hakkının korunup geliştirilmesine belki de yeryüzünde en çok ihtiyaç duyan ülkelerden biri olmamıza rağmen, demokratik hukuk devleti olma sorumluluğunu taşımayan bu Hükûmetin bu yasayla da, hazırlanış süreçlerinde de ortaya çıktığı üzere, insan hakkı odağından beyhude hareket ettiğini görmekteyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.