| Konu: | CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer alan Nilüfer Çayı'ndaki kirliliğin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (10/327), Görüşmelerinin Genel Kurulun 4 Mart 2015 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 69 |
| Tarih: | 04.03.2015 |
EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubunun, Nilüfer Çayı'nın sahip olduğu doğal zenginliğin korunmasına ilişkin Meclis araştırması açılması yönündeki önergesi üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Özellikle son otuz yılda kırdan kentlere doğru gerçekleşen yoğun göçler neticesinde kent nüfuslarında ciddi artışlar meydana gelmiştir. Bu durum plansız biçimde bir yapılaşmanın artmasına ve verimli tarım alanlarının hızlı kentsel ve sanayi yapılaşması sonucunda elden çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca, kentleşme ve sanayileşme sonucunda ortaya büyük miktarda çeşitli atıklar çıkmıştır. Bu atıklardan kentlerde yer alan akarsular, çaylar ve çevresi büyük zarar görmüştür. Üzerinde görüştüğümüz önerge bağlamından da anlaşılacağı üzere, Bursa'nın göz bebeği niteliğindeki Nilüfer Çayı da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Haziran 1972'de Stockholm'de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı'nın ünlü Dünya Çevre Bildirgesi'nin "İlkeler" bölümünde şöyle denilmektedir: "İnsanın onurlu ve huzurlu bir hayata izin verecek kalitede bir çevrede özgürlük, eşitlik ve elverişli hayat şartları içinde yaşaması temel hakkıdır." Bu ilke, çevre hakkı kavramının belirtildiği bir belge niteliğindedir. Bu bağlamda, çevrenin korunması, insanlık ve tüm canlılar için yaşam kaynaklarının gözetilmesi, doğa ve kültür mirasının yaşatılması ve geliştirilmesi noktasında son derece duyarlı olmamız gereken bir çağda ve coğrafyada yaşıyoruz. Temel insan haklarının bile askıya alınmak istendiği Türkiye'de çevre hakkını savunmayı ve doğanın haklarından söz etmeyi bu nedenle anlamlı ve gerekli bulduğumu belirtmek durumundayım.
Değerli milletvekilleri, doğayı da insan emeği gibi meta olarak gören ve onu sömürmeyi amaç edinen, azami kâr hırsını teşvik eden neoliberal kapitalist sistem çevre kirliliğinin en büyük sorumlusudur. Türkiye'de de AKP Hükûmeti neoliberal kapitalist politikaları pervasızca yürütmeye devam etmektedir. Örneğin, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye ilişkin ilerleme raporlarında da önemle belirtildiği gibi, Türkiye, çevresel etki değerlendirmesine sürekli ilave muafiyetler getirmek suretiyle çevre alanındaki mevzuatını ÇED direktifinin gereklilikleriyle tutarlı olmayan bir şekilde değiştirmeye devam etmektedir. Bunun sonucu olarak Karadeniz ve Akdeniz bölgelerindeki nükleer santraller, mikro ölçekli hidroelektrik santraller, İstanbul'daki üçüncü köprü ve yeni havaalanı da dâhil olmak üzere büyük çaplı birçok altyapı projesi ÇED raporu kapsamı dışında tutulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkenin doğal zenginlikleri ancak ve ancak o topraklar üzerinde yaşayan insanların ve doğanın yararına kullanılabilir. Bütün canlıların hak sahibi olduğu bu kaynakların sayılı ortaklara sahip olan yerel ya da çok uluslu şirketlere peşkeş çekilmesi o topraklarda yaşayanların yaşam haklarına saldırı ile eş değerdir. Özellikle de bu saldırının o ülkede yaşayan insanların yasal haklarını tıkayan kanunlar ve yönetmelikler yoluyla yapılmasının bir izahı asla olamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, çevreye muazzam zararlar veren hidroelektrik santraller su kaynaklarımızı tehdit etmeye devam ediyor ve maalesef Hükûmet bu uygulamalardan vazgeçmiyor. Oysa, özgürlük yalnızca insanların hakkı değildir, özgürlük aynı zamanda göller, ırmaklar, ağaçlar ve hayvanların, kısaca tüm ekosistemin hakkıdır. Unutmamak gerekir ki insan bu ekosistemin yalnızca bir parçasıdır. Deyim yerindeyse, insan dünyanın sahibi değil, kiracısıdır ve komşularıyla yani ekosistemin diğer üyeleri olan hava, su, toprak ve diğer canlılarıyla iyi geçinmek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, ekolojik toplumsal yaşam Halkların Demokratik Partisi olarak savunduğumuz en temel ilkelerden birisidir. Bu bağlamda, bütün akarsular ve çaylar gibi Nilüfer Çayı'nın da sahip olduğu doğal zenginliğinin korunması ve bu kaynakların gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılabilmesi amacıyla acil eylem planının oluşturulması için, çarpık yapılaşma tehdidine karşı önleyici tedbirlerin alınması için, münferit sanayi tesislerinden kaynaklanan endüstriyel nitelikli atıkların tespit edilmesi ve önleyici tedbirler alınması için, Uludağ oteller bölgesinde faaliyet gösteren otel işletmeleri ve kamuya ait sosyal tesislerden kaynaklanan atık suların tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için, çevre kirliliğinin önlenmesi, bitki ve hayvan varlıklarının korunması, tarım arazilerinde sağlıklı sulama yapılması ve vazgeçilmez su kaynaklarımızın korunması için, gelecekte ortaya çıkabilecek sorunların bugünden tespit edilerek gereken önlemlerin alınması için bu önergeyi biz Halkların Demokratik Partisi olarak desteklediğimizi ve bu anlamda da her türlü katkıyı sunmaya hazır olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın geri kalan bölümünde çok önemli bir konuyu Parlamentonun gündemine getirmek istiyorum. IŞİD'in Asuri-Süryani halkına karşı yaptığı saldırılara bugün tekrar değinmek istiyorum. Suriye'de IŞİD terör örgütü 23 Şubat tarihinde Haseke'ye bağlı Habur Nehri kıyısında bulunan Asuri-Süryani köylerine karşı barbarca bir terör saldırısı gerçekleştirmiş ve birçok köyü işgal etmiştir. IŞİD terör örgütünün Tel Tamir kasabasına bağlı köylere ve Habur Nehri kıyısındaki diğer köylere saldırması ve ardından yaşanan çatışmalar sonucu Süryani savaşçılardan ve sivillerden toplam 10 insan yaşamını yitirirken birçok ev ve bazı kiliseler yıkılmıştır, bu köylerden birçoğu da yakılmıştır. Boşaltılan köylerden yaklaşık 4 bin insan (yaklaşık bin aile) Haseke ve Kamışlı kentlerine sığınırken IŞİD teröristlerinin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere kaçırdığı yaklaşık 300 Asuri-Süryani'nin akıbeti hâlâ belirsizliğini korumaktadır.
Değerli milletvekilleri, Habur bölgesinde bulunan yaklaşık 35 Asuri-Süryani köyünün neredeyse tamamı boşalmış bulunmaktadır. Habur Nehri kıyısındaki bu köyler 1915 yılında Hakkâri ve ardından 1935'te Irak'ın Simele bölgesinde yaşanan katliamlardan kaçarak kurtulabilen Asuri-Süryanilerin yerleştiği köylerdir. On gündür devam eden çatışmalarda IŞİD saldırılarına karşı YPG ve Asuri-Süryanilerden oluşan silahlı güçler ortak bir mücadele yürütmektedirler. Bu mücadele sonucunda bazı köyler IŞİD'in elinden kurtarılmışken, hâlâ 12 Asuri-Süryani köyü IŞİD'in işgali altındadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hatırlanacağı üzere geçen yıl IŞİD teröristlerinin Irak'ta önce Musul ve ardından Şengal ve Ninova bölgesine saldırması sonucu 160 bini aşkın Asuri-Süryani-Keldani yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda bırakılmıştı. Geride bıraktıkları tarihî kilise ve manastırlar da IŞİD'in eline geçmiş ve bunların birçoğunu bombalayarak yıkmıştı. Asuri-Süryani-Keldani halkına karşı sadece fiziki bir katliam yapılmamaktadır, aynı zamanda, kültürel bir soykırım da uygulanmaktadır. Zira, bu kadim medeniyete ait binlerce yıllık tarihî yapılar, heykeller ve kitaplar yok edilmektedir. Bunun son örneği geçtiğimiz hafta Musul'daki Ninova Arkeoloji Müzesi'ne yapılan saldırılardır.
2003'te Irak'ta rejimin yıkılmasından günümüze kadarki süreçte, Asuri-Süryani-Keldani halkına yönelik süregelen saldırılar neticesinde Irak'ta 1,5 milyon olan nüfusları bugün yaklaşık 350 binlere kadar düşmüştür.
Aynı şekilde, Suriye'de iç savaş öncesinde 2 milyona yakın Hıristiyan nüfus yaşıyorken, bugün bu nüfusun yarısından fazlasının Suriye'yi terk etmek zorunda kaldığı tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hem Suriye hem de Irak'ta bugüne kadar eline silah almamış olmasına rağmen Asuri-Süryani-Keldani halkına karşı yapılan bu saldırılar tesadüfi değildir. Bu saldırılar Asuri- Süryani-Keldani halkını sahibi olduğu Mezopotamya topraklarında tümüyle bitirme amacını gütmektedir. Dolayısıyla, bugüne kadar IŞİD terör örgütünün saldırılarına karşı duyarsız kalmış hem uluslararası güçlere hem de özelikle Türkiye Hükûmeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve diğer muhalefet partilerine şu çağrımızı tekrar yapıyoruz: Kadim Anadolu ve Mezopotamya topraklarında birçok medeniyete öncülük etmiş Asuri-Süryani-Keldani halkına karşı yapılan bu saldırılara karşı lütfen ses verin.
Buradan, Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza ve Sayın Dışişleri Bakanımıza sesleniyorum: Bir katliamı kınamak için illa bir mezhebe veya dine sahip olmak gerekmediğine inanıyoruz. Bu anlamda da, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinden, Hükûmetimizden gereken duyarlılığın gösterilmesini ve kaçırılmış olan 300'e yakın kadının, kızın, çocuğun kurtarılması yönünde etkin bir politikanın uygulanmasını halklar adına talep ediyoruz. Zira, bir insana, halka karşı uygulanan zulüm karşısında göstereceğimiz duyarlılık düzeyi kardeşlik söylemlerimizdeki samimiyetimizin en büyük ölçütü olacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle tekrar hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)