| Konu: | 1915 Çanakkale Kara ve Deniz Savaşları Zaferi'nin 100'üncü yıl dönümü ve 18 Mart Şehitler Günü nedeniyle günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 79 |
| Tarih: | 18.03.2015 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Muhterem Başkanım, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 18 Mart Şehitler Günü. Aynı zamanda, Çanakkale Zaferi'nin 100'üncü yıl dönümü. Her mart ayının 18'inde içimizi farklı duygular kaplar; biraz buruk, biraz iftihar dolu, biraz hüzünlü ama bir o kadar da gururla dolu duygular hâkim olur. Zira, insanlığın kıyamete kadar dönüp dönüp bakacağı, bakıp da ders alacağı, tarihe unutulmaz bir not düşülmüştür Çanakkale'de. Biz tarihin şeref levhalarına ecdadının yapıp ettikleriyle iftihar edebilecek, tarihi okuyup anlatırken yüzü kızarmayacak, yeryüzünde Hazreti Peygamber'in övgüsüne mazhar olmuş nadide milletlerden biri olarak ibretle bakılacak bir geçmişe sahibiz.
Bugün, tarihin tozlu raflarından çıkarılıp insanlığın önüne serilen birçok doküman Çanakkale'de akılalmaz hadiselerden bahsediyor. Bu dokümanlara baktığımızda, binlerce kilometre uzaklardan gelmiş yedi düvelin, Müslüman Türkleri Anadolu tarihinden silmek uğruna, haç adına ölüm kustuklarını ortaya koyuyor. Bizim, işin bundan sonrası adına gerekli hassasiyeti gösterip göstermediğimiz hususunda ise pek de iç açıcı şeyler söylememiz mümkün değildir.
Çanakkale savaşları, kendi kulvarında dünyanın en büyük olaylarından biridir. Yokluk varlığı, iman küfrü, tevazu ve mahviyet kuru gururu perişan etmiştir. Mevzuya böyle yaklaşıldığında Çanakkale'den çıkarılabilecek pek çok ders vardır. Her şeyden evvel, Çanakkale'nin savaş yoluyla geçilemeyeceği bütün dünya tarafından görülmüş ve kabul edilmiştir. O dönemin süper güçleri İngiliz ve Fransız ordularının, onların isimlendirmesiyle "Yenilmez Armada" olarak bilinen orduların dahi yenilebilir olduğu bütün dünyaya ispat edilmiştir. Tarihin hemen her döneminde dünyanın dört bir tarafında problem çıkaran, baş ağrıtan, âdeta çıbanbaşı durumundaki, üzerinde güneş batmayan imparatorluk, tarihindeki en büyük hezimet ve asker kaybıyla büyük bir prestij kaybına uğradı. Çanakkale geçilemeyince Birinci Dünya Harbi uzadı. Sıcak denizlere inme, yıkılan Osmanlı pastasından pay alma ümidiyle ittifak devletlerinin safında savaşa katılan Çarlık Rusyası da Çanakkale'den geçip kendine ulaşacak ittifak kuvvetlerinin yardımını elde edemediği için iç karışıklıkların üstesinden gelemeyerek Bolşevik İhtilali'ne boyun eğmiştir. Doğusundaki son karakolunda kardeşlerinin ölüm kalım mücadelesine seyirci kalan Âlemiislam, Türk ordularının muzafferiyetiyle bayram yapmıştır. Tarihin felsefesini yapanlar bundan daha pek çok netice ve ders çıkarabilirler.
Sayın milletvekilleri, Çanakkale Zaferi, dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuş, tarihin akışı üzerinde Türk milleti belirleyici bir rol oynamış, millet olma bilincinin tohumları atılarak Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasına zemin hazırlayan bir prestij ve azmin mücadelesinin adı olmuştur. Çanakkale'yi geçilmez yapan, Çanakkale Savaşı'nda şehit olan insanların torunları olan bizler, bu savaşın tarihî, siyasi, askerî ve diplomatik yönlerini iyi bilmeli, günümüze ulaşan etkilerini iyi değerlendirmeliyiz; bayrağın teslimiyetini, her keresinde gerçek varlığın ilanı olan ezanın susmasını, ata kanlarıyla sulanmış kutsal vatan topraklarının düşman çizmesi altında ezilmesini kabul etmeyip inanç ve iman dolu göğüslerin düşmana siper edildiğini unutmamalıyız. Gönülden inanıyorum ki bilimsel bilgi, belge ve tarihî verilerin ışığı altında hazırlanan çalışmalar, gelecek nesillerin, Çanakkale Savaşı'nın tarihî önemini daha iyi anlamalarını sağlayacaktır.
Çanakkale Savaşı'yla ilgili kitaplar detaylı olarak incelendiği zaman, nice ilginç bilgilerle karşılaşılır. Bu ilginç bilgilerden bir demet sunmak istiyorum sizlere. Çanakkale cephesi savaşları sonucu Anadolu'daki her 3 evin 1'inden şehit çıkmıştır, 3 kadından 1'isiyse dul kalmıştır. Arıburnu ve Conkbayırı'nda şehit olan üniversite öğrencilerinin büyük bir kısmı, Darülfünun Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane öğrencisidir. Fakülte, öğrenciler ordu hizmetine alındığı için 1915 yılında mezun verememiştir.
Çanakkale cephesinin deniz harekâtı, kuşkusuz, sıradan bir askerî harekât ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve önemi itibarıyla İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz'i Karadeniz'e, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz'in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş Kanalı'yla da bütünleşerek dünyanın büyük denizlerini ve büyük kıta, kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki Türk boğazları uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuştur. Gerçekten, tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkiler ile askerî hareketler sürekli olarak boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle, boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içerisindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz, daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi için ise, büyük devletlerin Türk boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısa da olsa bir göz atılması gerekir.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya'nın doğuya doğru politikası, Rusya'nın ılık denizlere ulaşma emelleri, İngiltere'nin "Denizlere egemen olan, dünyaya hâkim olur." teorisine dayanarak özellikle 19'uncu yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya'nın Akdeniz'e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir. İşte boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki İngiliz ve Fransızları İstanbul'u almaya ve Ruslardan önce Karadeniz Boğazı'na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale cephesinin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa savaşın sadece görünürdeki nedenini oluşturmaktadır.
Böylece, büyük devletlerin Türk boğazları üzerindeki tarihî emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere'nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur. Nitekim, İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur. Gerçekten o, bu cephenin açılmasının başmimarı olmuş, Türklerin askerî gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece sınırlı bir cezalandırma hareketi olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının boğazda görünüvermesiyle Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı. Kuşkusuz, bu, büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale'deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda önce denizde, sonra da karada hiç beklemedikleri amansız cevabı aldılar. Böylece onlar, zaferi boğazda Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Çanakkale Zaferi'nin özellikle genç nesillere iyi anlatılması, ecdadımıza ve şehitlerimize bir borcumuz olduğu gibi, geleceğimizin de teminatıdır. Nitekim, kazanılan zafer hakkında devrin önemli liderleri şunları söylediler: Mesela Churchill "Türkler, Çanakkale'yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısında âdeta bir kale gibi dikilmişlerdir." diyor; Sör Kombet ise "Çanakkale'de her şeyimiz kusursuzdu fakat başarılı olmadık. Zira Türkler yuvalarına girilmiş aslanların hiddet, cesaret ve kahramanlığıyla savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim." diyor.
Sayın milletvekilleri, çocuklarımıza Çanakkale'yi anlatırken, Çanakkale'nin normal bir savaş olmadığını anlatmalıyız. Gerçekten de Çanakkale, göğüslerin düşmana siper edildiği, havada kurşunların birbiriyle çarpıştığı sıra dışı bir savaştı. Çanakkale, aynı zamanda yaralı düşmanını savaş alanından alıp, düşman siperlerine götürüp teslim edecek kadar insan olduğunu unutmayanların savaşıydı. Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere'nin görkemli filosunun Boğaz Muharebesi'nde düştüğü aczi, yarınların vatan savunucuları hiçbir zaman hatırlarından çıkarmamalıdır. Burada, Türk askerinin dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği, başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç, azim ve ruh, Türk İstiklal Savaşı'mızın Kuvayımilliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.
Öyle ki dev armadalar, ateş edebileceğinden bile kuşkuya düşülen birtakım eski, demode toplarla alay edercesine savaşıyor, karadaki Türk topçusu ona sadece 1.900 mermi atabilirken, onlar tek bataryamıza 4 bin mermi kullanabiliyordu. Ne var ki bu mermi yağmurundan karada hasar gören 4 Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topun birden boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu.
Aslında gerçek, modern silahların, iman ve inançla savaşmasıydı. Hayalleri, Kostantinopolis'i İstanbul yapanları buradan atmak ve kendilerine göre, düşmanı ezmek, Bizans'ı yeniden diriltmekti. Yoksa topraklarımıza on binlerce kilometre öteden neden gelmişlerdi? Mehmet Akif merhumun dediği gibi:
"Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Avustralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani, tauna da züldür bu rezil istila..."
Sayın milletvekilleri, Çanakkale'de sadece bir cesaret örneği gösterilmemiş, aynı zamanda insan onur ve haysiyetinin zirve yaptığı bir nitelik de sergilenmiştir.
Sizlere Çanakkale Savaşı'yla ilgili gerçek bir hikâye: Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor. Bunlardan biri, Lâpseki'nin Beybaş köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır, nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından "Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım, arkadaşıma ulaştırın." Tekrar derin nefes alıp defalarca yutkunur "Ben köylüm Lâpsekili İbrahim Onbaşıdan 1 mecit borç aldıydım, kendisini göremedim, belki ölürüm, ölürsem söyleyin, hakkını helal etsin." "Sen merak etme evladım." der komutanı, kanıyla kıpkırmızıya boyanmış alnını eliyle okşarken ve az sonra komutanın kollarında şehit olur ve son sözü de "Söyleyin, hakkını helal etsin." olur. Aradan fazla zaman geçmez, oraya sürekli yaralılar getirilmektedir. Bunlardan çoğu da sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor, şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte, yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan gözyaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır, ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olamaz. Pusuladaki not: "Ben, Beybaş köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem, arkadaşıma söyleyin, ben hakkımı helal ettim."
Aslında, bu iman ve güçtür ki, Seyit Onbaşı'ya 215 kiloluk mermiyi sırtına alıp top kundağına koyduran, Conkbayırı'nda Mustafa Kemal'in kalbi yerine şarapneli saate çarptıran, mevcudunun üçte 2'si şehit düşen 57'nci Alaya yenilmezlik gücünü veren. Bile bile ölen arkadaşının hemen arkasından onun bıraktığı cepheyi tutan Çanakkale'nin isimsiz kahramanları vatanın her bir köşesinden cepheye koşarken, bayrak için, vatan toprağı için, ezanın susmaması için asla geri dönmeyi düşünmeyenler, Türklük onur ve haysiyetini en güzel şekilde korumakla, üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirdiler, şehadet mertebesine eriştiler.
Onlar, Çanakkale Zaferi'ni elde etmekle, sadece bir zafer değil, Türk milletinin Anadolu'daki varlığının devamını da sağladılar ve haklı olarak Türk milletinin gönlünde ve kalbinde "Mehmetçik" unvanını kazandılar, Hazreti Peygamber'in ordusu oldular.
Hiç kimse unutmasın:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır." (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, mukaddes vatan toprakları için canlarını seve seve vererek bir ulusun kaderini değiştiren, vatanımızı, istiklalimizi, sarsılmaz imanları, eşsiz cesaretlerine borçlu olduğumuz aziz şehitlerimiz, dünyada eşi benzeri olmayan bir destan yazmıştır.
Onlar, şairin dediği gibi, toprakları uğruna toprağa düşüp, bir hilal uğruna tertemiz alınlarından vurulup, makber yerine Yüce Peygamber'in kendilerine açılan kollarına yol almışlardır. Vatanın her karış toprağını kanlarıyla sulamış bu destanı yazanları, barış adına ülkemizi işgal etmek isteyenlerle eş değer tutanlar, ehlisalibin günümüzdeki temsilcileridir. Bu gibilerin toplumumuz tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.
Bu vesileyle, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale şehitlerimiz ve bugüne dek vermiş olduğumuz tüm aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına bir kez daha saygı ve şükranla anıyor, Cenab-ı Allah'tan rahmetler diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.(MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)