| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 79 |
| Tarih: | 18.03.2015 |
HDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, 688 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin ikinci bölümü üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, başından beri bu torba yasa şekline hep itiraz ettik. Dolayısıyla, bu torba yasada, aslında birbiriyle hiç alakası olmayan bakanlıkları ilgilendiren ve o alanda daha kapsamlı bir çalışmanın esas alınması gereken maddeler bu torba yasaya yedirilmiş durumda.
İkinci bölüme ilişkin de aslında bizim genel olarak bu yasada olmaması gerektiğini, çıkarılması gerektiğini düşündüğümüz maddeler var. Ben onlara ilişkin eleştirilerimizi ifade edeceğim.
Ama ondan önce, yasa yapma tekniğine ilişkin bir şey ifade etmek istiyorum. Yasalar o kadar ruhsuz ve aslında sadece sermayedarların, sadece neoliberal politikaların temsilcilerinin ihtiyaçlarına göre düzenlendiği için, bu yasalar, yoksulları, emekçileri, kadınları, gençleri çok ciddi anlamda olumsuz etkilemektedir çünkü asıl olan şey, toplumsal yaşamı yeniden eşitlik, özgürlük, adalet, barış üzerine örgütlemek değil, aksine, "Bunları nasıl birbiriyle parçalarız, nasıl çatışmaları derinleştirebiliriz, eşitsizlikleri artırabiliriz?" üzerinden kurulan yasalardır.
Şimdi, buradan baktığımızda aslında Türkiye kendisini sosyal devlet olarak tanımlayan ve biraz önce de konuştuğumuz bu kamu yararına olan dernekleri, vakıfları güçlendirmek için tam da işte "kamu" olarak tanımladığımız... Daha doğrusu, kamuyu şimdi, AKP Hükûmeti ve mevcut yasalarda devlet olarak tanımlıyoruz. Benim kişisel ve grubumuzun tanımlaması, kamu, halkın kendisidir, toplumdur. Aslında, "kamu yararına" denen şey daha çok devlet yararına olan, devleti korumak üzerinden kurulan bir yasa. Asıl problem de burada zaten. Yani "kamu" dediğinizde, "kamu yararı" diye ifade ettiğinizde, burada yaşayan yurttaşları değil, devleti kastediyorsunuz. Dolayısıyla, devletin bekası için her türlü sömürü, her türlü hukuksuzluk, her türlü hak ihlali yasal hâle geliyor. Bugün yapılan şey bu. O yüzden, bu kamu tanımını da değiştirmek gerekiyor. Yani "kamu" dediğiniz şey aslında toplumun kendisidir. Sosyal devlet olduğunu iddia eden Hükûmetin aslında bu kamunun güvenliğini, kamunun geleceğini düşünmesi gerekir benim söylediğim anlamda ama burada daha çok devleti ve devletin içerisinde olan bazı grupları destekleyen bir nokta. Dolayısıyla, yapılması gereken şeylerden birisi de bir yurttaşın barınma hakkını, yaşam hakkını, sağlık hakkını, eğitim hakkını güvence altına almaktır. AKP Hükûmeti bunu da derinleştiriyor. Nereden, söyleyeceğim. Örneğin, bu maddelerde, ikinci bölümde en temel itiraz ettiğimiz konulardan birisi elektrik kaçak kayıp bedeli. Şimdi, bu elektrik kaçak kayıp bedeli üzerinde çok yoğun tartışmalar oldu. Biliyorsunuz, özellikle Kürdistan illerinde; Mardin'de, Diyarbakır'da, Bismil'de, birçok yerde insanlar, özellikle çiftçiler... Elektrik idaresi özelleştirildikten sonra çiftçilere, halka yönelik çok ciddi bir baskıyla geri döndü. O zaman da hatırlarsanız, bunu Kürtler üzerinden ifade eden, özellikle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının söylediği "Kürtler aslında bunu vermiyor." ya da "Kürtler kaçak elektrik kullanıyor." üzerinden ırkçı, ayrımcı, milliyetçi bir söyleme de götüren bir dönemi yaşadık. Evet, yani bu ülkede insanlar yoksullaşıyor ve siz bu alanı özelleştirerek, özel sektörün insafına bırakarak yurttaşı da daha çok mağdur ettiniz. Siz, kendiniz kâr etmek için, devrettiğiniz özel şirketlerin kâr etmesi için işte yurttaşın isyan etmesine, eylem yapmasına neden oldunuz. İsyan eden, eylem yapan, bu konuda hak arayanlara da "Zaten onlar Kürt'tü, onlar kaçakçılık yapıyor, efendim, onların kaçak kullandığı şeyi biz mi ödeyeceğiz?" diye toplumu da yanlış bilgilendiren bir noktaya getirdiniz. Oysa asıl kaçak elektrik şeylerine baktığınızda o sizin çok özelleştirme heveslisi olduğunuz özelleştirilmiş şirketlerin kaçak elektrik kullanılması ya da hırsızlıklarıyla yaptığı şeyler bu yurttaşlarınkinin 10 kat fazlasıdır. Gerçekten eğer elektrik anlamında... Ki bu ekolojik dengeyle de alakalı bir şey; sadece şeyle değil, elektrik üretimi, şu bu falan... Her yere HES yaptınız, her yerde elektrik üretimi adı altında doğamızı talan ettiniz. Neymiş? "Türkiye'nin ekonomik elektrik ihtiyacını karşılayacağız." Hiç de öyle değil, karşılayamıyorsunuz zaten, var olan kaynakları da eşit dağıtmıyorsunuz. Bunlar çok ciddi bir sorun, dolayısıyla bu elektrik kaçak kayıp bedelini zaten bu yasayla siz, işte özel sektör üzerine düşen şeyi kamuya yüklüyorsunuz ama yurttaşı korumak yerine yine patronları koruyorsunuz. Burada da çok ciddi bir sorun var, dolayısıyla işte buradan itiraz ediyoruz. Yurttaşlık hakkını koruyan, yurttaşları koruyan bir perspektifle hazırlanmadığı için yarın temel sorunlar ortaya çıkacak. Bu ülkede kaç tane insan kaçak elektrik kullandığı için hırsızlık suçuyla yargılanıyor ya da siciline böyle işlenmiş durumda. Oysa bu devletin yapması gereken şey o parayı ödeyemeyen insanların haklarını güvence altına almak. Madem sosyal devletiz, o zaman sen en alttakilerin, en yoksulunun, bu ülkede parası olmayanların hakkını güvence altına alacaksın; ama buradaki bütün uygulamalar daha çok parası olanların hakkını güvence altına alıyor yani "daha çok para, para, para..." diyenlerin hakları güvence altına alınıyor ama bu yurttaşlar meselesi sorun.
Mesela, diğer bir madde 26'ncı madde. Sevgili arkadaşlar, bu 17'nci maddeye ilişkin eleştirilerimizi böyle ifade ederken 26'ncı madde başka bir nokta. Mesela, kentsel dönüşüm projelerinin eksikliklerini konuştuk. Biraz önce, Sultanbeyli özgülünde aslında neler yapılmak istendiğini bir kez daha tartıştık. Yani, "kentsel dönüşüm" denen proje, Türkiye'de ciddi anlamda kentsel sorunlara neden olan, kentin kimliğiyle, kentin kültürüyle, sosyal, ekonomik yapısıyla oynayan bir yaklaşım. Öyle ki, AKP yani her yeri "Taşı toprağı altın." diyerek yetinmiyor. Yani, bu rant elde etmekten o kadar çok şey yapıyor ki "para" deyince daha çok para gelsin diye. Şimdi yurttaşın da haklarını elinden alıyor. Çünkü burada, 26'ncı maddede bir şekilde, yeni düzenlemeyle, özel mülkiyete sahip olanların arazilerini de kullanıma açıyor yani tünel aracılığıyla bunları kullanıma açmaya çalışıyor. Bu çok ciddi bir sorun. Yani, AKP Hükûmetinin bu politikası yurttaşları olumsuz etkiliyor. Yani, şurada böyle şey yok. Yani, bu ülkede milyonlarca evsiz insan var. Bu ülkede insanlar gerçekten sağlıklı ev koşullarında kalmıyorlar ve bunları düzenlemek yerine, biz mevcut olanı nasıl ranta çeviririz, işte, yer altından, yer üstünden nasıl bu alanları kendi çıkarımıza düzenleriz gibi bir sorun var. Yani, arazileri, yer altını da... Yani, devlet bu şeyle -üstte mülk sahibi, özel mülkiyet sahibi olacak- alttaki kullanımı kendisine açmak istiyor, bu da başka bir mağduriyet alanı. Dolayısıyla, burada AKP Hükûmetinin bu politikalarına itiraz etmek bizim açımızdan bir zorunluluk. Yurttaşın hakkını koruyanlar, soldan, demokrasi güçlerinden muhalefet edenler açısından bu önemli.
Diğer, arkadaşlar, bu bölüm açısından itiraz ettiğimiz yasalardan birisi de İnternet erişimi meselesi. Yani, biliyorsunuz, daha önce bir kez İnternet erişim konusunda, İnternet özgürlüğü konusunda yine yasa çıkartılmıştı. Anayasa Mahkemesinden döndü ama AKP iktidarı ısrarla İnternet üzerinden yeni bir baskı, yeni bir iktidar alanı kurmaya çalışıyor. Niye? Çünkü biliyor ki aslında sosyal medya üzerinden, işte, yeni bir aydınlanma, yeni bir bilinçlenme ortaya çıkıyor. Bütün Orta Doğu'da, sayın vekiller bilirler, aslında sosyal medya üzerinden insanlar örgütlenerek mevcut iktidarlara itiraz ettiler, iktidarları değiştirdiler. Tunus'ta başlayıp Mısır'la devam eden, bugün Suriye'de gelişen süreçlerde insanlar sosyal medyayla, işte, iletişim üzerindeki özgürlükler aracılığıyla bir araya geldi. AKP bundan korkmuş olsa gerek ki "Olur da benim de iktidarım gider." üzerinden daha çok denetime alıyor, her şeyi merkezîleştiriyor. Yani, aslında biri bizi gözetliyor babında herkesi gözetleyen, herkesi denetimi altına alan ve bu konuda bilim üzerinden iktidar kuran bir anlayışla karşı karşıyayız. Bilim üzerinde iktidar kurmak toplumu tahakküm altına almaktır, toplumu baskı altına almak ve korku salmaktır. Şimdi, demokrasinin, özgürlüklerin olduğu yerde böyle bir şeye ihtiyaç var mı? Bu, korkunun da yansımasıdır. AKP Hükûmeti kendi iktidarından korkuyor. Nasıl ki, Sayın Cumhurbaşkanı o saraya gittiği hâlde nasıl korkuyor, sarayını koruma, sarayının güvenliğini alma şeyine girdiyse AKP iktidarı da kendi güvenliğini, özgürlükleri kısıtlayarak, İnternet erişimini kısıtlayarak şey yapmaya çalışıyor. Uluslararası kuruluşlar Türkiye'nin aslında Uganda, Zambiya, Bangladeş ve Ruanda'dan geri bir noktaya geldiğinin, 2013'ten bugüne 6 puan gerilediğinin tespitini yapıyor. Ama, durum daha vahimdir.
Yine, bir noktada bu yükseköğretim kurumlarına ilişkin bir şey söylemek istiyorum. Burada yapılan düzenlemeler de yerelin inisiyatifini yok sayan, daha çok merkezîleştiren, denetim altına alınan bir yaklaşımla sergilenmiş. Dikkat ederseniz hem işte İnternet özgürlüğünü kısıtlayan hem de yükseköğrenime ilişkin yapılan düzenlemelerin hepsinde bir merkeziyetçilik var, bir elinde tutma, denetleme ve tek merkez elinde yapma. Bu demokrasinin ilkelerine de aykırıdır yerelde demokrasiyi geliştirmek, yönetime yereldeki insanları katmak açısından. Bütün bunlar bizim açımızdan eleştiri konusudur ve bu konuda maddeler konusunda da önergelerimiz var, gerekli konularda buna dair görüşlerimizi ifade edeceğiz.
Ben bir kez daha Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.