| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Askeri Eğitim, Savunma Sanayii ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 19.03.2015 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, biz tabii ki özellikle Osmanlı coğrafyası içerisinde bulunan ülkelerle her alanda iş birliği yapılmasına hiçbir zaman karşı değiliz ancak burada şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Son yıllarda AKP Hükûmetinin Orta Doğu politikalarında çok büyük hatalar işlediğini herkes kabul ediyor. Bütün otoriteler de bunu bu şekilde ifade ediyor ki AKP'nin kendisi de zannediyorum ki yapmış olduğu politikalarda büyük hatalar işlediğini biliyordur. Nitekim, bugün, aslında, şu anki Sayın Başbakanın Dışişleri Bakanıyken "sıfır problem" olarak ilk attığı adımlar gerçekten herhangi bir şekilde tenkit edilmek yerine beğenilen bir politikaydı. Çünkü Orta Doğu devletleriyle yakın bir ilişki kuruldu, ticaret anlaşmaları yapıldı, sınırlar âdeta açılır derecesinde vize muafiyeti de sağlandı. Bu, Batı tarafından da hoş karşılanmadı ve âdeta Türkiye'nin kulvar değiştirdiği, mecra değiştirdiği şeklinde ifade edildi ama aslında gerçek olan şey şuydu: Türkiye asli mecrasına dönüyordu. Nitekim, bu ilk adımlar Türkiye'nin Orta Doğu'da önemli bir mevki kazanmasına, prestij kazanmasına, nüfuz kazanmasına da sebep oldu. Nitekim, Suriye'ye gittiğimizde, bu vizeler kaldırıldıktan sonra, çok rahat bir şekilde Suriye'ye intikal ettik. Ben kendim, bizzat, Halep Üniversitesinde "Türkiye'nin Orta Doğu Politikasında Suriye'nin Yeri ve Önemi" adı altında bir konferans da verdim ve son derecede de beğenildi. Şu açıdan söylüyorum beğenildi derken, kendimi övmek için söylemiyorum: Suriye bu adımın, Türkiye'yle, şu anki Başkanın babası zamanındaki sorunların ortadan kaldırılması açısından son derece önemli bir adım olduğunu düşünüyordu. Nitekim, bu konferansım sırasında Halep'teki Türkmenler ve Halep Üniversitesindeki Türkmen öğrenciler bana Türkçe sorular yöneltebilecek kadar rahatlamışlardı. Dolayısıyla iyi bir başlangıç sergilendi. Ama birdenbire Orta Doğu'da Türkiye'nin politikalarında bir gecede sanki rüyada bir darbe yenmiş gibi büyük bir değişiklik söz konusu oldu ve Türkiye doğru girdiği mecradan birdenbire çıktı. Şu an Cumhurbaşkanı olan o zamanki Sayın Başbakan, çok yakın ilişkiler içerisinde olduğu Suriye'yle, Suriye Başkanıyla birdenbire âdeta eli bıçaklı düşman hâline geldi. Bu doğru muydu? Doğru değildi ama Amerika Birleşik Devletleri "Büyük Orta Doğu Projesi" adı altında, Orta Doğu'da, aslında var olan ama yeni bir stratejiyle başlattığı bir projenin parçası olarak ortaya çıktı. Bizim o tarihteki Başbakan da "Ben Büyük Orta Doğu Projesi'nin Eş Başkanıyım." demek durumunda kaldı. Ama şunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyordu ki o tarihteki Amerika Dışişleri Bakanı olan Rice'ın Orta Doğu'daki sınırların değişeceğine dair olan beyanları, aslında bugünkü çanların hangi sebeple çalacağını ortaya koyuyordu. Sonuçta, Suriye ile Türkiye arasında -akıl almaz- aksi olması gerekirken, sorunsuz devam etmesi gereken bir politika olması gerekirken birdenbire âdeta düşman kardeşler hâline geldiler.
Ama enteresan olan şey şuydu: O tarihteki Başbakan, şu anki Cumhurbaşkanı 2011 yılında Avrupa Konseyinde şöyle bir konuşma yapıyordu: "Haçlı Seferleri doğuya medeniyet getirmiştir." Aslında konunun çekirdeği buradaydı, ana fikri buradaydı. Şimdi, herkes biliyordu ki Haçlı Seferleri doğuya medeniyet getirmemiştir, yıkım getirmiştir. Bunu hepimiz biliyoruz. İslam'ın yeniden Hicaz'a, Arabistan çöllerine sürülmesinden başka bir şey değildi Haçlı Seferleri ve doğuda...
MEHMET METİNER (Adıyaman) - Kim demiş bunu?
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - O tarihteki Başbakan Avrupa Konseyinde. Videosunu gösteririm Mehmet Bey. Göstereyim yani Avrupa Konseyindeki konuşmasını göstereyim.
Hatta "Yemek kültürümüz bile bununla değişti." dedi o konuşmasında. Aslında, dediğim gibi, kilit noktası burasıydı, Başbakanın bu bölgedeki politikasının Amerika politikasıyla örtüştüğünü gösteren. Haçlı Seferleri hem Anadolu'ya yıkım getirmişti hem de İslam dünyasına yıkım getirmişti. Anadolu'yu biliyorsunuz, Kılıçarslan karşı çıktı ama Aslan Yürekli Richard Kudüs'ü aldı ve ne kadar sivil, çocuk ve kadın varsa katletti. İşte, bunu yapan insanlarla iş birliği hâline girdiniz ve dedi ki: "Eş Başkanıyım." Aslında bugün Orta Doğu'da kan gövdeyi götürürken, yüz binlerce insan hayatını kaybederken bu hayat kayıplarının ana müsebbibi kimdi? Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere ittifak kuvvetleriydi yani müttefikleriydi, Avrupa'daki müttefikleriydi. Bombalar yağarken hepimiz televizyondan sanki film seyreder gibi seyrettik. Doğru değil mi? Irak'ta milyonlarca insan katledildi, göç etmeye mecbur kaldı. Aynı şey Suriye'de meydana geldi, bugün belirtilen 200 bin civarında insan hayatını kaybetti. Bunun hangisi olursa olsun, her iki taraftan bu çatışmalar içerisinde ölenler, ikisi de "Allah" diyen, ikisi de Müslüman olan insanlar. Ama, bunun müsebbibi kimdi? Maalesef, bunun içerisinde Türkiye ve Türkiye'yi yönetenler de yer aldılar. Bunun vebalinden kurtulmak mümkün değil. Tarih bunu böyle yazacak. Ama, şurasını iyi düşünün arkadaşlar: Bakın, bugün Orta Doğu'da meydana gelen şu anki görüntü kimin hayrınadır? Türkiye'nin hayrına mıdır? Orta Doğu'daki İslam dünyasının hayrına mıdır? Batı'nın hayrına mıdır? Bunu iyi bir düşünmek gerekiyor.
Bugün, IŞİD'in ortaya çıkmış olması, Esad'ın veya onun karşısındaki muhalifler, işte Kürt kantonları veya Irak'taki durum. Bunlar kimin hayrınadır? İslam dünyasının hayrına mı, yoksa Batı emperyalizminin hayrına mı?
Bakın, İslam dünyası, bugüne kadar, maalesef -İslam dünyasını genel olarak alıyorum- hep sömürgesi ve pazarı hâlindedir Batı emperyalizminin, hep geri kalmıştır, hep yönetilmektedir ve maalesef, enerji yönünden de dünyanın en zengin bölgesi olmasına rağmen hep Batı'nın kontrolünde yürümüştür. Batı, ne zaman ki burada kendilerine karşı bir güç oluşmaya başlamıştır, bir bahane bulmak suretiyle bu bölgelere müdahale etmiştir; birbirine düşürmüştür Irak ile İran'ı, Irak ile Kuveyt'i.
İşte, ardından kendi iç çatışmalarını ortaya çıkardı. Sözde, hani insan hakları ve demokrasi gelecekti? Libya'da; geldi mi? Mısır'da; geldi mi? Irak'ta; geldi mi? Suriye'de; geldi mi? Hiçbirine "Evet." diyemezsiniz. Sadece yıkım ve ölüm geldi. Sadece İslam dünyasının bu ülkelerinde parçalanma ve birbirine düşman kardeşler ortaya çıktı. Kan gövdeyi götürüyor, birbirlerine düşman. Çünkü aslında Birinci Dünya Savaşı'nda bu devletler oluşturulurken çok ciddi bir stratejiyle oluşturuldu. Hepiniz haritaları gözünüzde canlandırın. Devlet sınırları tam cetvelle çizilmiş şekildedir. Niçin sizce? Hiç düşündünüz mü? Aslında bu devletlerin kendi iç dinamikleri içerisinde farklı mezhepler vardır. Bunları birbirine düşürmek çok kolaydır. Nitekim, geçmiş dönemde de bu şekilde katliamlar yaşanmıştır. İşte, Batı, ne zaman müdahale etmesi gerektiğini iyi bildiği bir dönemde buralara müdahale etmiştir ve bugün, gördüğünüz gibi, kan gövdeyi götürüyor.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin güney sınırları bugün kalbura dönmüştür, siz de biliyorsunuz. Peki, bana söyler misiniz, Türkiye'de terörü besleyen unsurlar nelerdir -sadece kendi içimizdeki birtakım etnik grupları düşünmeyin- kimdir? Geçmiş dönemde kimse, aynı kişilerdir. Nasıl, Kürt Teali Cemiyeti varsa, nasıl, Şeyh Said'in ayaklanmasında birilerinin desteği varsa veya nasıl, Dersim hadisesinde Fransa'nın, İtalya'nın, Rusya'nın, İngiltere'nin dahli varsa bu işlerde de dikkat ederseniz bu devletler vardır.
MEHMET METİNER (Adıyaman) - Kürt Teali Cemiyeti isyan etmedi.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - 1914 öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasına hangi devletler imza atmışsa ve pay istiyorsa bugün Orta Doğu'da bu devletlerin parmağı ve eli vardır. Dolayısıyla, bunları göz önünde tutmamanız sizin hatalı bir politika izlemenize sebep olur.
MEHMET METİNER (Adıyaman) - Hocam, Kürt Teali Cemiyeti'nin bir isyanı yok tarihte.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - İngilizlerle beraberdir.
Onu sonra sizinle tartışırım, benim sözlerimi kesmeyin lütfen.
BAŞKAN - Sayın Metiner, lütfen... Lütfen, müdahalede bulunmayın.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla, bu tahlil çerçevesinde ele alacak olursak konuyu, şimdi, arkadaşlar, Türkiye'nin Katar'la iş birliği yapmasında sakınca yok, hatta askerî iş birliği yapmasında da sakınca yok. Ama bakın, bir şey söylemek istiyorum: Esad'la neden kavga ettik, kavga ediyor Türkiye? İnsan haklarını ciddiye almadığı veya ayaklar altına aldığı için, demokrasi olmadığı için; öyle değil mi? Diğer taraftan, peki, Irak'ta hangi sebeple savaştığımızı veya onlara müdahil olduğumuzu düşünüyoruz? İnsan hakları -ki Avrupa'nın da söylediği, Amerika'nın söylediği- ve burada diktatörlük olduğu için deniyor. Bana söyler misiniz arkadaşlar, İslam dünyasına bakın, Ürdün'de nasıl bir rejim var, Suudi Arabistan'da nasıl bir rejim var, Katar'da nasıl bir rejim var, Arap Emirlikleri'nde nasıl bir, Kuveyt'te nasıl bir rejim var? Aslında, ötekilerden farkı var mı? Peki, biz Suudi Arabistan'la kucaklaşırken, Katar'la kucaklaşırken... Peki, hangi sebeple... Bunlar az mı zulmediyor zannediyorsunuz? Yani Suudi Arabistan'da insanların idam edilirken kafası kesilmiyor mu kılıçla? Kadınlar recme tabi tutulmuyor mu? Peki, insan haklarından söz ediyorsak bunlarla niye iş birliğimiz var? Niye Amerika bunlara sesini çıkarmıyor?
Dolayısıyla, bunun altında yatan mesele farklı bir meseledir. Bu açıdan değerlendirmek zorundasınız.
Siz, devlet yönetirken "Yaptım, oldu; bozdum, yeniden yapıyorum; bu, yanlıştır." diyemezsiniz. Attığınız her adımın sonuçlarını iyi tahlil etmeniz ve nereye varacağını bilmeniz gerekir. Devlet adamlığıdır bu, devlet kültürüdür bu, devlet adamlığı kültürüdür. Yani "Ben bugün yaptım, yarın bunu düzeltirim." diyemezsiniz devlette çünkü o sorumluluk, millet tarafından size verilmiştir ve milletin yanlış yola gitmesinin önleyicisi sizsiniz. Bunu yanlış yaparsanız, o zaman siz, bu millete, maalesef, hizmet yerine köstek olmuş olursunuz ve milletin hak ve hukukunu çiğnemiş olursunuz. Böyle yaptığınız takdirde, yarın tarih sizi affetmeyecektir.
Muhalefet sizi sürekli olarak ikaz ediyor, bugün de ikaz ediyoruz. Bakın, Katar'la yaptığınız bu anlaşmalarda diyoruz ki: Şimdi, Anayasa'nın 92'nci maddesini bir şekilde gözden geçirelim. Ne diyor? Türk Silahlı Kuvvetlerinin başka ülkelere gönderilmesi için veya savaş yetkisi için Türkiye Büyük Millet Meclisi... 92'nci madde ve siz 90'ıncı maddeyi ele alıyorsunuz. Hâlbuki 90'ıncı madde, bir yıllığına gönderilen meseleler içindir, burada on yıl; on yıl anlaşma yapıyorsunuz ve burada ilginç olanı sonradan koymuşsunuz, diyorsunuz ki: "Terörizmle mücadelede iş birliği yapılması." Tamam, Batı'ya da diyoruz "Terörizmde iş birliği yapalım." diye ama bakın, onlarla yaptığımız bu sözleşmelerde... Bana söyler misiniz? Bunlar, PKK'nın kurduğu her derneğe maddi destekte bulunuyor mu? Bulunuyor. Peki, Amerika Birleşik Devletleri, PKK'ya resmen yardım ediyor mu? Ediyor ve bugün, maalesef, siz, karşı çıktığınız PKK'yla birlikte hareket ediyorsunuz. Diyorsunuz ki: "Süleyman Şah Türbesi'ndeki 44 askerimizin geleceği için onları çektik." diyorsunuz ve vatan toprağını terk ediyorsunuz. Ve diyordu ki Başbakan: "Ankara neyse Süleyman Şah Türbesi de aynıdır." Yani şimdi, siz Süleyman Şah Türbesi'ni 44 asker için terk ettiğinize göre, o zaman, Ankara aynı şekilde terk edilecek anlamına gelmez mi bu?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Hocam, ilk defa mı?
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Mademki eş değer, burada bir yanlış var. O zaman bu, yanlış; en azından beyanatlarınızı beyanatlarınızı düzgün yapın.
Şimdi, siz geleceksiniz, onu terk edeceksiniz, diyeceksiniz ki "askerlerimiz"; insaf edin, daha dün, 18 Marttı. Çanakkale Savaşları şehitlerini andık, "Kahraman ordumuz." dedik. Burada özel gündemle toplandık. O şehitler için hepimiz yürekten dualar ettik ve dedik ki: "Türk milleti için, Türkiye için, bayrak için, ezan için; düşman çizmesi girmesin, onun için canlarını, göğüslerini siper ettiler." Bana söyler misiniz, göğüslerini siper eden o insanların ailesi yok muydu, çocukları yok muydu? Dün söyledim, "Her 4 aileden 1 aile dul kalmıştır." dedim, "Her 3 evden bir şehit çıkmıştır." dedim. Bunlar istatistikle belirlenmiştir. Şimdi, dolayısıyla bunları çok iyi tahlil edelim.
Siz toprağınızdan, bir şekilde, uluslararası tanınmış toprağınızdan "Askerimizin burnu kanar." diye korkarak çekiliyorsanız, yarın sizin tepenize binerler. Aslında askerin başına çuval geçirildiğinde tepki göstermediğiniz için bu kırılma noktası olmuştur yani kırmızı çizginiz artık kalmamıştır. Türk askerine her şey yaptırılabilir demektir, sessiz kaldığınız için. Bir defa, orada tamamen teslim olunması çağrısında kim bulunmuşsa vatan hainliği yapmıştır. Dolayısıyla, şunu söylemek istiyorum: Hatay'ı biz 1938'de aldık mı uluslararası anlaşmayla? Aldık, bize bağlandı. Demek ki buradaki askerlerimizin burnu kanayacak diye Hatay'ı da terk edeceksiniz. Böyle bir anlayış olabilir mi, böyle bir devlet adamlığı olabilir mi? O zaman, ordu ne için besleniyordu söyler misiniz bana? Yapmayın Allah aşkına!
Dolayısıyla, bakın, tekrar ediyorum: Uluslararası emperyalist güçlerin oyununa gelerek biz kendi coğrafyamızda İslam dünyasının birbirine kırılmasına müsaade ettik, buna bir yerde ortak da olduk. Hani ne demişti Başbakan, sabık Başbakan: "Libya'ya hiçbir asker giremez, yabancı asker." Ertesi gün "NATO, Libya'ya Libyalıların selameti için girecektir." dedi, bir gün sonra -nasıl bir anlayıştır- bir gün sonra. Ve enteresan olan şey şuydu: Aslında, devlet yönetilirken hangi coğrafyaya, hangi biçimde bizim yakınlığımız vardır...
Değerli arkadaşlar, bu coğrafyaya birçoğunuz gitmiştir. Oradaki halk, insanlar "Türk" dediğiniz zaman sizi kucaklıyorlardı. Bakın, Yemen'de hiç kimseye uygulamadıkları birtakım uygulamalar yaptılar bize. Normal halk arasındayken şöyle bir olayla karşılaştım: Dükkâna girdik, hediye alalım diye geri dönüşümüzde, bana ne olduğumu sordu, Türk olduğumu söyleyince adam geldi, beni bir güzel kucakladı. Aynı şey, Tunus'ta gerçekleşti. Zeytuniye bölgesinde El Ahbar meydanı vardır, orada yeşil panjurlu evler vardır. Kamerayla çekiyorum, güzel mimari yapısı var diye. 3 sivil geldi, "Çekemezsin." dedi, polismiş. Bana dediler ki: "Kamerayı ver." Ben dedim ki: "Hayır, kaseti vereyim, yasak olduğunu bilmiyordum." Gösterdiler, tabela varmış hakikaten. Kaseti vermeye kalkıştığımda bana dediler ki: "Hangi millettensin?" "Türk'üm." dedim. "Türk'üm" deyince geri verdiler kaseti, "Türk gardaş, sen çekebilirsin." dediler.
Şimdi, arkadaşlar, bu insanlar bizim kardeşlerimizdi. Cezayir'e gittiğimizde de şunu gördük: Sokakta dolaşan insanlar bize benziyordu, bizim gibiydiler ve ben bunu o zaman Arşivler Genel Müdürü Abdülkadir Bey'e sordum, dedim ki: "Bize çok benziyor bu arkadaşlar, kendimi Türkiye'de hissediyorum." Aynen şunu söyledi: "Onların çoğu zaten Türk orijinlidir." dedi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu coğrafyadan bahsediyoruz ve biz bu coğrafyanın birbirini kırmasına hizmet eden ve bunların kırılmasına vesile olan Batılılarla iş birliği hâlinde bunların üzerine gidiyoruz. Biz barıştırıcı olmak zorundaydık, biz çözümcü olmak zorundaydık, her 2 grubu birbirine yaklaştırmak zorundaydık; bunu yapabilecek tek millet ve tek ülke Türkiye'ydi ama biz bunu yapmadık ama Esad, şunu yapıyordu gittiğimde: Şam'da, Kapalıçarşı'da, her tarafta Başbakanın ve Cumhurbaşkanının adına bez afişler vardı, her taraf Türk Bayrağı'yla donatılmıştı. Bugün, Türk Bayrağı yakılıyor orada. Ve aynı yere gittiğim zaman, şunu söyleyeyim, burada Başbakan şu kararı almıştı: "Kapalı mekânlarda sigara içilmesi yasaktır." En güzel hareketlerden biriydi, kanunlardan biriydi ve aynısını Esad orada çıkardı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, demokrasi, bir kültür meselesidir, olgunlaşma zamanına ihtiyacı vardır. Bunlar olmadan demokrasiyi yerleştiremezsiniz. İslam dünyasında da demokrasiyi yerleştirmeniz şu an için, daha o kültür oluşmadığı için mümkün değil, Türkiye'de bile hâlâ uğraşıyoruz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Katar'la imzalanan anlaşmadan endişemiz şudur ki, siz orada, Suriye'de işleri daha da karıştırmak adına Kerry'nin sözlerine rağmen bir ekip oluşturmak, eğitmek yolunda hareket edeceksiniz. Dolayısıyla buna müsaade edilmesi uygun olmayacaktır, hepiniz vebal yükleneceksiniz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)