GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, hayvancılık ve tarım sektörünün bitme noktasına geldiği iddiasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker Hakkında Gensoru açılmasına ilişkin Önergesi (11/49)
Yasama Yılı:5
Birleşim:83
Tarih:25.03.2015

HDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker hakkında vermiş olduğumuz gensoru önergesi üzerine grubum adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, konuşmama başlamadan önce bir şey belirtmek istiyorum: Yine gündemde cezaevleri var. Manisa T Tipi Cezaevinde, Abdullah Akgün adında bir arkadaşımız dört gün önce vefat etti. Abdullah Akgün arkadaşımız, akşam saatlerinde -daha önce zaten hasta- hastalığını beyan ediyor, arkadaşlarının da talebiyle idare kendisiyle ilgilenmeye başlıyor. Ne yazık ki ilgilenme başladığı andan itibaren "Nasıl bunu savsaklarız?" diye bir çaba da kendisini gösteriyor. Sonuçta, Abdullah Akgün arkadaşı cezaevinden hastaneye götürebilmek için kendisinden 50 Türk lirası talep ediyorlar ancak Abdullah Akgün'ün ne cebinde 50 lirası var ne de hesabında 50 lirası var; bu nedenle de bu arkadaşımızı hastaneye götürmüyorlar. Ama, Adalet Bakanı bir konuşmasında cezaevlerinde ambulans olduğunu, doktor olduğunu, revirler olduğunu, hastalarına iyi bakıldığını, vesaireyi söylemişti. Ama diyelim ki bunların hiçbirisi yok, hastanenin ambulansları var, cezaevi bu ambulansı çağırıp götüremez miydi? Götürebilirdi şüphesiz. Besbelli ki cezaevinin tutumu, cezaevlerinin tutumu ihmali de aşmış, bir kasta dönüşmüştür. Bu, sadece Manisa'daki T Tipi Cezaevi için geçerli değil, hemen hemen Türkiye'deki diğer bütün cezaevleri için geçerlidir. Sonuçta, cezaevlerindeki hastalar... Bir insanlık sorunuyla karşı karşıyayız. Bunlara karşı sorumluluklarımızdan ötürü, bu nedenle mutlaka ve mutlaka cezaevlerindeki bu hastalarla alakadar olmak, ilgili olmak gerekmektedir.

Öte yandan, bu ölüm olayı içerisinde bir kasıt vardır, bunun müsebbipleri hakkında mutlaka bir araştırma yapılmalıdır. Bu nedenle, merhuma Tanrı'dan rahmet, ailesine ve arkadaşlarına da sabırlar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, günümüzde dünya ölçüsünde uygulanan tarım politikaları küçük ve orta ölçekli işletmeleri tasfiye etmektedir. Onların yerine, çok uluslu tarım, gıda şirketleri tarafından dayatılan endüstriyel tarım ve sözleşmeli üreticilik modeli öne çıkarılmaktadır. Böylelikle hem çok uluslu şirketler tarafından üretilen veya pazarlanan tohum, ilaç ve gübre gibi tarım girdilerine pazar yaratılmakta hem de tarımda tekellerin hâkimiyeti güçlendirilmektedir.

Türkiye'de, 2000'li yılların başında itibaren, IMF ve Dünya Bankası programları çerçevesinde uygulanan neoliberal tarım politikalarıyla destekleme sisteminin bütünlüğü tümüyle bozulmuştur. Ayrıca, tarım satış kooperatifleri işlevsiz hâle getirilerek çiftçi örgütlenmesi zayıflatılmış ve tarım sektörü piyasaya teslim edilmiştir. Tarım ve gıda sistemi giderek uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiş, Türkiye'nin gıda egemenliği çok uluslu şirketlerin gündemine girmeye başlamıştır. Nitekim, 2002-2014 yılları arasında, on iki yılın dokuzunda tarım ürünleri dış ticaretleri net açık vermiştir.

Kamunun günümüzdeki tarım politikaları küçük çiftçileri korumaktan ziyade büyük ve orta çiftçilere yönelmiştir. Küçük üreticiler büyük şirketlerin arasında yok olmaktadır. Tarımda uygulanan tüm politikalar verimlilik üzerinden değerlendirilmekte, böylelikle şirket tarımının yaygınlaşması da teşvik edilmektedir. Oysa, sosyal devlet bir politika oluştururken yalnızca verimliliği dikkate almamalıdır, aksi hâlde yokluğun kalıcılaşması, eşitsizliklerin artması kaçınılmaz olacaktır.

Değerli milletvekilleri, 2012 yılında il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı yüzde 77,3'tür. 6360 sayılı Büyükşehir Yasası'yla 2014 yılında bu sayı yüzde 91,3'e yükselmiştir. Buna karşılık, belde ve köylerde yaşayanların oranı ise yüzde 22,7'den yüzde 8,7'ye düşmüştür.

6360 sayılı Büyükşehir Kanunu gereğince 30 Mart 2014'ten sonra 16 bin köy mahalleye dönüşmüş, bu yerlerde köy tüzel kişiliğine ait mera, yaylak ve diğer varlıklar belediyelere veya özel idarelere devredilmiştir. Tarım arazileri, meralar ve yaylaklar imara açılmış, böylelikle tarımsal üretimden zaten kazanç sağlayamayan çiftçilerin ellerindeki araziyi satıp üretimden çekilmeleri için zemin hazırlanmıştır.

TÜİK'in verilerine göre, Ekim 2013 döneminde toplam istihdam önceki yılın aynı dönemine göre 139 bin kişi artarak 25 milyon 648 bin kişi olmuştur. Bu dönemde tarım istihdamı 294 bin kişi azalarak 6 milyon 28 bin kişi olarak gerçekleşmiş, yıllık yüzde 4,7 oranında bir daralma meydana gelmiştir. Tarım istihdamının payı ise yüzde 24,8'den yüzde 23,5'e gerilemiştir.

2013 yılının ilk dokuz aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre, sabit fiyatlarda gayrisafi yurt içi hasıla yüzde 4'lük artışla 91 milyon 219 bin Türk lirası olmuştur. Aynı dönemde tarım sektörünün büyümesi ise yüzde 3,9 olarak gerçekleşmiştir. Ancak, son on yıllık dönemde gayrisafi yurt içi hasılanın yıllık ortalama yüzde 5,1 oranında büyümesine karşın, tarımdaki büyüme yüzde 2,2'lerde kalmıştır.

Son on iki yılın dokuzunda tarım ürünleri dış ticareti net açık vermiştir. Türkiye, gıda maddeleri dış ticaretinde net ihracatçı, tarımsal ham madde dış ticaretinde ise net ithalatçı konumundadır. Bu alandaki dış ticaret özel sektör taleplerine göre biçimlenmektedir, gıda sektörü ithal ettiği ham maddeyi işleyerek ihraç yoluna gitmektedir.

Türkiye, 20 milyon tonu aşkın üretim gerçekleştirdiği buğdayda aynı zamanda ithalatçı konumundadır. 2011 yılında 5 milyon tona ulaşan buğday ithalatı 2013 yılında 4 milyonu ancak bulabilmiştir. Mısır da ise 3,9 milyon tonluk üretime karşılık ithalat 1,5 milyon tonu geçememiştir.

Değerli milletvekilleri, yağlı tohumlar ve türevleri Türkiye'nin en önemli ithalat kalemlerinden birini oluşturmaktadır. 2014 yılının Ocak-Kasım döneminde yağlı tohumlar için ödenen bedel 1 milyar doları aşmıştır. Ham yağ için ödenen bedel ise yaklaşık 1,5 milyar dolardır. Söz konusu dönemde yağlı tohumlar ve türevlerine ödenen toplam döviz ise 3,3 milyar doların üzerindedir.

2000 yılı sonrası uygulanan Dünya Bankası programları çerçevesinde üretim alanının daraltılması istenilen fındık, tarım ürünleri arasında en yüksek ihracat gelirini sağlamaktadır.

2000 yılı sonrası dönemde buğday üretimindeki artış yüzde 10 seviyesinde kalmış, arpa üretimi ise oldukça gerilemiştir. Endüstri bitkilerinin, kuru baklagillerin ve yumru bitkilerin üretimleri ise azalmıştır. Bitkisel üretim içerisinde yalnızca mısır, çeltik ve ayçiçeğinde anlamlı artışlar sağlanmıştır, doğrudur. Diğer ürünlerde üretim istikrarsızdır, ya kendini tekrarlamış veya düşmüştür.

2000 yılı sonrası dönemde nüfus yüzde 19 artarken dar ve orta gelirli yurttaşların temel gıdaları arasında yer alan patates üretimi yüzde 26 oranında gerilemiştir. 2012 yılında patates üretimi 4,8 milyon ton iken 2013 yılında yüzde 18'lik bir düşüşle 3,9 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. 2014 yılında ise 4,1 milyon ton olarak gerçekleştiği de biliniyor.

Üretim planlaması bulunmadığı için 2012 yılında fazla üretim yapılan patates, girdi fiyatlarındaki fahiş artışlara karşın piyasada hak ettiği değeri de bulamamıştır. Buna ihracat olanaklarının kısıtlı oluşu da eklenince satılamayan patates, tarlada, depolarda kalmış, hayvan yemi olmuş, hatta çöpe gitmiştir. Bu nedenle çiftçi 2013 yılında patates ekimini azaltmış, bazı tüccarlar elindeki ürünü daha yüksek fiyatla satmak için stok yapmış, ayrıca Irak'a yapılan ihracatın da etkisiyle fiyatlar olağanüstü seviyelere çıkmıştır. TÜİK verilerine göre, patatesin Ocak 2013'te 91 kuruş olan tüketici fiyatı, Aralık 2013'te 1,83 liraya, Ocak 2014'te 2,88 liraya yükselmiştir.

2000 yılı sonrası dönem ele alındığında, nüfusun yüzde 19 oranında arttığı, buna karşılık kuru fasulye üretiminin yüzde 15 düzeyine gerilediği de görülmektedir. Türkiye, son beş yılın ortalaması olarak 190 bin ton kuru fasulye üretimi gerçekleştirmiş, buna karşılık yıllık ortalama 40 bin ton seviyesinde ithalat yapmıştır. Son bir yılda yüzde 60'a yaklaşan kuru fasulyedeki fiyat artışlarının Amerika ve özellikle Arjantin'de yaşanan kuraklıktan kaynaklandığı da bilinmektedir. Kuru fasulyenin ateşini söndürmek için ithalat kolaycılığına başvurularak 21 Ocak 2014 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan kararla yüzde 19,3 olan gümrük vergisi oranları da sıfırlanmıştır. Gümrük vergisinin sıfırlanması kuru fasulye fiyatlarında geçici, nispi düşüşler sağlayabilir ancak sorunun gerçek çözümü üretimden geçmektedir.

Sayın milletvekilleri, hâlen pancar ve mevsimlik işçilerin sorunları devam etmektedir. Mevsimlik işçiler büyük sıkıntı içerisindedirler ve bu insanlarımız her defasında bizi aramakta ve bununla ilgili çözüm beklemektedirler. Bununla ilgili daha önceki ilgili konuşmalarımızda detaylı bilgiler vermiştik, bunu da kısaca bu şekilde tekrarlamak istiyorum.

Bakınız, AKP'nin tüccar zihniyetinin bir sonucu da tarımsal ürünlere ulaşımda vatandaşın karşı karşıya kaldığı sorunlardır. Bugün çiftçi, binbir güçlükle ürettiği malı tüketiciye birkaç elden geçtikten sonra ulaştırabilmektedir. Üreticinin tüccara çok küçük rakamlarla sattığı mal, vatandaşın eline geçinceye kadar fahiş fiyatlara yükseliyor ve bu durumda mağdur olan, üreticiler ve biz tüketiciler oluyoruz. Bu işten tek kazançlı çıkan, AKP'nin her fırsatta desteklediği ve beslediği komisyoncu kesimler olmaktadır. Bugün üretici fiyatları ile market fiyatları arasındaki fark yüzde 400'leri bulmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ürün grupları itibarıyla baktığımızda ise bu oranın yaş sebzede ve meyvede yüzde 498, kurutulmuş ürünlerde yüzde 286, baklagillerde yüzde 256, pirinçte yüzde 199 ve hayvansal ürünlerde yüzde 206'lara kadar çıktığı da görülmektedir. Mersin'deki, Adana'daki portakal ya da mandalina üreticisi kilosunu ancak 20-25 kuruştan satabilirken Ankara'da veya Ağrı'da bu market fiyatları 3-5 lira arasındadır.

Değerli milletvekilleri, 2010-2013 döneminde yaklaşık 3,5 milyar dolarlık canlı hayvan ve et ithal edilmiştir. 2013 yılında yeniden gündeme gelen kırmızı et sorununun en önemli nedeni yüksek girdi maliyetleridir. Üretici hem bu hem de ithalat politikaları nedeniyle maliyetin altında hayvan satışı yapmak zorunda kalmıştır. Bu durum binlerce hayvan üreticisinin iflasına yol açmış ve sıfır faizli kredilerle kurulan birçok besi işletmesi de el değiştirmiş veya kapanmıştır. Öte yandan, süt üreticisi sattığı 1 litre çiğ süte 1 kilogram yem dahi alamamaktadır. Uygulanan yanlış politikalar bir yandan hayvan üreticisine darbe vururken öte yandan tüketiciyi de mağdur etmektedir.

2002 yılında 50 baş ve üzeri büyükbaş hayvan bulunan orta ve büyük boy hayvancılık işletmesi sayısı 4.300 iken 2014 yılı itibarıyla yaklaşık 29 bine ulaşmıştır. Son on yılda 24 bini aşkın 50 baş ve üzeri büyükbaş hayvancılık işletmesi kurulmuştur. Hayvancılıkta şirket tanımını öne çıkaran politikalar terk edilmelidir, mevcut üreticileri daha iyi duruma taşıyacak uygulamalara yönelinmelidir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının verilerine göre, 2002-2014 yıllarını kapsayan dönemde kimyasal gübre fiyatları, cinsine göre 3,4 ila 4,1 kat artmıştır. Bazı il ve ilçelerde artık, bu fiyatlar keyfî olarak belirlenmektedir. Aynı dönemde karma yem ve mazot fiyatlarında da artış 3,9 kat olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de hayvancılık sektöründe yaşanan sorunların en büyük nedenlerinden bir tanesi de kırk yıla yakındır bölgede devam eden çatışma ve şiddet ortamıdır. Bu çatışma süreci bölge ekonomisini çok ciddi ölçülerde sarsmıştır. Yine, getirilen mera ve yayla yasakları, bölgede tarım ve hayvancılığı durma noktasına getirmiştir. Binlerce hektar mera ve yayla güvenlik gerekçesiyle yasaklanmış, bu yasaklar ise birçok yerde hâlâ devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, 2003-2014 yıllarını kapsayan dönemde tarıma 59 milyar liralık destek verilmiştir, aynı dönemde faiz ödemeleri 548 milyar liradır. Yani, yerli ve yabancı rantiyeye milyonlarca çiftçiden tam 9 kat daha fazla ödeme yapılmıştır. 2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesine göre, her yıl tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak gayrisafi millî hasılanın en az yüzde 1'i düzeyinde olmak zorundadır. Oysa, bu rakam yüzde 0,6-0,7 oranına gerilemiştir. 2013 yılında, tarımsal destekleme ödemeleri 8 milyar 684 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu rakam 2014'te 9 milyar 670 milyon liraya çıkmış, 2015 yılındaysa 10 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılından itibaren geçilen havza bazlı modelde prim desteklerine 2013 yılı için birçok kalemde artış yapılmazken yalnızca pamuk, aspir ve zeytinyağında sembolik artışlar görülmüştür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; samanın bile yurt dışından ithal edilir olduğu ülkemizde meralarımız "kentsel dönüşüm" adı altında talana açılıyor. Soma faciası sonrasında iş güvenliği ve işçi sağlığını daha iyi duruma getirme iddiasıyla hazırlanan 6552 sayılı Yasa, özüyle bağdaşmayan birçok maddenin eklenmesiyle "torba" statüsü kazanan bu yasa vasıtasıyla 4342 sayılı Mera Kanunu'nun 14'üncü maddesinin birinci fıkrasına bir bent eklenmiştir. Buna göre, Bakanlar Kurulunca kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen yerlerin tahsis amacı değiştirilecektir veya değiştirilmektedir. Böylelikle meralar amacı dışında kullanılabilecek, "kentsel dönüşüm" adı altında betonlaşacak ya da köyler kentleşecektir.

Keza, yine, hatırlanacağı üzere, 2 Ağustos 2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6495 sayılı Kanun'la mera, yaylak ve kışlaklar talana açılmıştır. Yasaya göre, mera, yaylak ve kışlakların geçici yerleşme alanı olarak uygun görülen kısımları, tahsis amacı değiştirilerek tapuda hazine adına tescil edilmektedir. Bunlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dışındakiler, talep sahiplerine bedeli karşılığında yirmi dokuz yıla kadar tahsis edilebilecek, kiraya verilebilecektir. Bu yerlerde kat adedi 2'yi, yapı inşaat alanı 200 metrekareyi geçemeyecek şekilde yapı inşasına izin verilecektir. Meralarımızın imara açılmaya değil, ıslah edilerek otlatma kapasitelerinin artırılmasına ihtiyacı vardır.

Değerli milletvekilleri, yakın zamanda vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerine yaptığım konuşmada özellikle tarım alanında mühendislerin, ziraat mühendislerinin ve diğer ilgili teknik elemanların konumlandırılması için uzun uzun açıklamalarda bulunmuştum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALİL AKSOY (Devamla) - Bu nedenle, yeniden konuya girmek istemiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)