GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Yasama Yılı:5
Birleşim:87
Tarih:31.03.2015

HDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; selamünaleyküm.

Değerli arkadaşlar, bu üniversitelerle ilgili konuşmama bıraktığım yerden devam ediyorum. Bölgedeki üniversiteler hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, en büyük sorunumuz bu üniversitelerin bir türlü istenilen seviyede geliştirilememesi ve bunun üzerine de Diyarbakır Dicle Üniversitesi, Mardin Artuklu Üniversitesi ve Urfa Harran Üniversitesiyle ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikli olarak Diyarbakır Dicle Üniversitesi, 1974 yılında kuruldu yani kuruluş tarihine girdiğiniz vakit öyle ama ilk olarak tıp fakültesi, Ankara Üniversitesinin bünyesinde yani Diyarbakır Tıp Fakültesi Ankara Üniversitesinin bünyesinde 1969'da başladı. Nereden bakarsanız, kırk beş-kırk altı yıllık bir üniversite söz konusu ve Türkiye'de arazisi, üniversite kampüsü, üniversite sahası en geniş üniversite. Yani, bazen ODTÜ'nün arazisi daha fazla diyorlar ama Dicle Üniversitesinin arazisi -yani kullanılabilir alan olarak, kampüse açık alan olarak- 26 bin dönümden oluşuyor, 26 milyon metrekare.

Bu bilgileri niye veriyorum? Bu kadar eski bir üniversite olmasına rağmen, kırk beş-kırk altı yıllık bir üniversite olmasına rağmen ve bu kadar geniş bir araziye, sahaya sahip olmasına rağmen,, maalesef, şu an, on yıl önce kurulan üniversitelerin bile gerisinde kaldı. Bundan dört yıl öncesine kadar Dicle Üniversitesinin öğrenci sayısı 12.300 civarındaydı. Büyük kavga, gürültü, uğraşma, her seferinde çıkıp konuşmamız, sivil toplum kuruluşları, bölgedeki dinamiklerin devreye girmesi, tabiri caizse yerin göğün sallanmasıyla bu rakam bu sene ancak 32 bine çıkabildi. Konya'da 110 binin üzerinde üniversite öğrencisi var, Eskişehir'de 120 binin üzerinde var, 350 bin nüfuslu Erzurum'da 100 binin üzerinde var, 101 bin. Yani, benim verdiğim soru önergesine gelen cevaplar üzerinden konuşuyorum bunları ama 1 milyonluk Diyarbakır, kırk altı yıllık üniversite, daha hâlâ vur, tut, kavga gürültü 32 bini zor bulduk.

Değerli arkadaşlar, aynı şekilde Harran Üniversitesi, Mardin Artuklu Üniversitesinde de buna benzer rakamlar var. Yani, kuruluş seyri, kuruluşundan bugüne kadar geçirdiği yıl, yapılan yatırımlar, öğrenci kapasitesi ve yine aynı dönemde kurulan diğer üniversitelerin grafikleri; bunları karşılaştırdığınız vakit, bir Isparta Üniversitesi bile bunların önünde, nüfus olarak bir Urfa'nın, Diyarbakır'ın beşte 1'i, altıda 1'i kadar bir nüfusa sahip.

Aynı şekilde, yurtlar yine sorun. Aynı şekilde, ulaşım yine sorun ve aynı şekilde, kadrolar, işte doçentlik kadroları, profesörlük kadroları. Yine, bu üniversitelerin kadroları ihtiyacı karşılayacak şekle getirilene kadar -halk tabiriyle- göbeğimiz çatlıyor.

Değerli arkadaşlar, yetiştirilen öğrencinin evsafı yani özelliği, bilgi birikimi -yani kestirmeden kalite demek istemedim, daha nazik bir cümle kullanmak istedim- maalesef, bunlarda da yine istenilen netice yok. Yani, bir üniversitenin değeri, kamuoyundaki karşılığı, yetiştirdiği öğrencilerin bilim dünyasında, sanatta, kültürde, sporda, neyse, hangi sahada eğitim almışsa ortaya koydukları başarılarla ölçülüyor, hocanın da öğrencinin de. Bugün Türkiye'de bir Boğaziçi Üniversitesi dediğiniz vakit, bir Hacettepe, özellikle de Hacettepenin Tıp Fakültesi dediğiniz vakit akan sular duruyor. Niye? Kendini kanıtlamış bir üniversite. Mezunlarının çok büyük bir kısmı girdikleri iş hayatında çok üstün başarılara imza atmış yani bu, ister mimarlık ister tıp ister sanat ister kültür olsun. Mesela, bir ODTÜ, bir İstanbul Teknik kendini mühendislikte kanıtlamış. Onun için şunu söylüyoruz: Yani, "Biz size üniversite açtık, işte bir tabela astık; saldık bayıra, Mevla'm kayıra, ne hâliniz varsa görün."

Değerli arkadaşlar, bu şekilde bilim de olmuyor, doğru düzgün bir eleman da yetişmiyor. Onun için, öncelikle Hükûmetten, devletten, Başbakandan, Cumhurbaşkanından, YÖK'ten -yani kimse Türkiye'de bu işleri planlayan- ve Meclisten isteğimiz, bu mevzularla ilgili gerekli düzenlemeleri, yasaları çıkarmaları ve Türkiye'nin dünya çapında en azından 5-10 tane üniversitesinin olmasının sağlanması. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin, bir Cambridge, bir Oxford, bir Harvard dediğiniz vakit millet önünü ilikliyor.

Değerli arkadaşlar, üniversitelerin durumu bu da biraz liselere gelelim: 1955 senesinde, işte, bu Marshall yardımları, ABD'yle yapılan anlaşmalar çerçevesinde Türkiye'nin 6 ilinde maarif kolejleri açıldı. Bu maarif kolejlerinden birisi de hasbelkader Diyarbakır'da açıldı o zaman, 6 tane kolejden birisi. Ve bunlar çok ciddi eğitim verdiler, İngilizceyi mesela, Diyarbakır'da, Diyarbakır şartlarında bugün bile mezunlarına yetecek seviyede öğrettiler, Amerikalı hocalar geldi. Ama, 1971'de 12 Mart darbesi oldu, bu barış gönüllülerinin tamamı "Amerikan CIA ajanıdır." diye geri yolladılar. Tamam, geri yolladın -ajan mıydı değil miydi, iyi miydi kötü müydü, bu başka bir tartışma konusu- peki, yerine ne koydun, yerine ne getirdin? Bir şey getiremediler. Ve daha sonra, Cumhuriyet Halk Partisi Hükûmeti döneminde, koalisyon hükûmeti döneminde Konya Milletvekili Mustafa Üstündağ Millî Eğitim Bakanı oldu. "Bunların hepsi yabancı kültürün ajan okullarıdır, bunların adını Anadolu lisesi yapacağız. Maarif koleji, kolej bizim kültürümüze uygun değil" dedi. "Anadolu" ve "lise" çok güzel isimler, kulağa hoş geliyor. Ama, bugün Türkiye'de kaç tane Anadolu lisesi var, ben sayısını unuttum, binin üzerinde. Sadece, Diyarbakır'dakinin sayısını bilmiyorum, 15'e yakın yanılmıyorsam ilçelerle beraber. Peki, nasıl eleman ürettin? Aynı okullarda benim kardeşlerim okudu otuz sene evvel, kırk sene evvel, bugün hâlâ mükemmel İngilizce konuşuyorlar. Benim çocuklarım okudu, bir şey öğrenemedi. "Yahu, senin çocuklarının kafası çalışmıyor, onlar öğrenmemiş, diğerleri öğrenmiştir." derseniz, buyurun imtihan edin; rastgele, mezunları çağırın, 3 kelime konuşun (...)(x) 5-10 cümleden başka veya çat pat, kırık bir İngilizceden başka doğru düzgün kendini ifade edemiyor. Yani, şunu anlatmak istiyorum: İsimleri, tabelaları, levhaları değiştirerek, adını Anadolu lisesi koyarak veya bugünkü üniversitelerin kapısına "üniversite" tabelası asarak üniversite veya lise olunmuyor. Ama, bugün bir Robert Kolej, bir Saint Joseph, bir Saint Benoit, bir Galatasaray Lisesi hâlâ ağırlığını devam ettiriyor, lise olarak devam ettiriyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin millî eğitiminin ilkokuldan, anaokulundan üniversitelerine kadar bu kaliteyi yakalama mecburiyeti var. Biraz evvel maarif kolejlerinden bahsettim, Sayın Millî Eğitim Bakanımız da -ama göremiyorum- yanılmıyorsam maarif koleji mezunu, bu şeyleri en iyi bilenlerden birisi. Biz bugün marka liseler oluşturabildik mi? Mesela, bu sene üniversite imtihanına 2 milyona yakın genç girdi, bunun 800 bine yakını barajı geçemedi. Baraj ne demek biliyor musunuz arkadaşlar? 180 puan. Yani 100 sorudan 15 soru yapsa barajı geçmesi lazım, geçemiyor. Peki, bu 800 bin öğrencinin -tırnak içinde, affınıza sığınarak söylüyorum, özür dileyerek söylüyorum- hepsi geri zekâlı mı? Yani, hiçbir toplumun yüzde 40'ı belli bir zekâ seviyesinin altında değil, dünyanın hiçbir ülkesinde değil. Peki, yüzde 40'ı nasıl barajın altında kalıyor? Yani, biz bu çocuklara sadece "Sen ders çalışmamışsın, işte dersi dinlememişsin, kafan çalışmıyor, serserilik yaptın." diye kızarak sorunu çözebilir miyiz? Yüzde 40'ının barajı geçemediği, en az yüzde 20'sinin boş kâğıt verdiği bir eğitim sistemini hâlâ savunuyorsak veya hâlâ bununla ilgili bir üzüntü duymuyorsak veya hâlâ bununla ilgili bir hesap vermiyorsak değerli arkadaşlar, en büyük sorunumuz bu. Bugün, Türkiye'nin inan edin, en büyük sorunu eğitim, eğitim, eğitim. Doğru düzgün öğrenci yetiştiremiyorsanız ilkokuldan üniversite sonuna kadar, master doktorasına kadar, hiçbir şey değilsiniz, bir gelecek de inşa edemezsiniz. Uyarıyoruz, uyarıyoruz, uyarıyoruz.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)