| Konu: | Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 31.03.2015 |
MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 654 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüştüğümüz 654 sıra sayılı Tasarı'yla, bir, Türkiye Uluslararası İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi; iki, İbn Haldun Üniversitesi İstanbul'da, kısa adı TÜRGEV olan Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı tarafından kuruluyor; üç, İstinye Üniversitesi yine İstanbul'da 21. Yüzyıl Anadolu Vakfı tarafından kuruluyor. Üç üniversitenin kurulması, normal olarak herkesi heyecanlandıracak bir girişimdir. Zira, cehalet, Türk milletinin en büyük düşmanıdır, görüldüğü yerde ortadan kaldırılmalıdır. Cehaleti yok edecek, bilimin ve aydınlığın ışığı olacak yerler de üniversitelerdir. Açılan her üniversite, karanlığa, bilgisizliğe ve geriliğe meydan okumak anlamına gelmektedir.
Diğer yandan, üniversite, insana yapılan yatırımdır. Nitelikli, etkin ve aydın insanlar üniversite eğitimiyle taçlandırılır. Bu bakımdan, bir hamlede 3 üniversitenin açılışı da heyecan vericidir. Son dönemlerde pek çok yeni üniversite kurulmaktadır. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:
Birincisi: Bilgi toplumuna ve bilgi ekonomisine geçiş.
İkincisi: Globalleşme ve hızlı değişim sürecinde değişik toplum kesimlerinin üniversitelerden beklentilerini karşılamak.
Üçüncüsü: Daha geniş bir kitleye eğitim verme, hızla artan yeni bilgilerin tamamını kapsayacak şekilde yeni programlar yapma, istihdam etme, teorinin yanında uygulamaya da yer verme, hesap verebilen, şeffaf yönetişim modelleri geliştirme şeklinde sıralanabilir.
Bütün bu sebeplerle son dönemlerde pek çok üniversite kurulmuş ancak kurulan bu üniversiteler pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir.
Değerli milletvekilleri, ancak konunun bir de etik, estetik yönü vardır. Özellikle İbn Haldun Üniversitesinin kurucusu olan TÜRGEV'le ilgili olarak kamuoyunda ciddi bir kuşku, şaibe ve kafa karışıklığı vardır. Kurucu vakıf olan TÜRGEV'in mal varlığının elde ediliş biçimi üzerinde ciddi iddialar söz konusudur. Siyasi iktidar mensuplarının zorlayıcı ve zorunlu bırakıcı yöntemleriyle, bu vakfın, mal varlığını edindiği iddiaları söz konusudur. TÜRGEV'in Genel Kurulunun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın aile bireylerinden ve hısımlarından oluşması, vakfın gelirinin siyasal etkiyle oluştuğuna yönelik değerlendirmelerin yapılmasına neden olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfına yönelik olarak yani TÜRGEV'e yönelik olarak sorduğumuz bir soru önergesine verilen cevaptan 26 Eylül 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu vakfa vergi muafiyeti getirildiği ifade edilmiştir. 1996 yılında İSEGEV adıyla kurulan ve 25/7/2012 yılında TÜRGEV adını alan bu vakfa 26/9/2011 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti tanınması, bu vakfın on beş yılda toplayamadığı bağışı bir ayda, kısa sürede mal varlığına ilave etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu durum, bazı soru işaretlerini ve iddiaları da peşinden getirmektedir. TÜRGEV'in kısa bir sürede elde ettiği mal varlığının, açıktan siyasal iktidarın verdiği ihaleleri alan iş adamlarının ödediği paralarla oluşturulan havuz sistemiyle meydana getirildiği yaygın iddialar arasındadır.
Konuya yönelik olarak ilgili bakanlara verdiğimiz diğer bazı soru önergelerine kaçamak, dolaylı ve üstü kapalı cevaplar verilmesi, bu kuşkuyu doğrular yöndedir. Maliye Bakanı, TÜRGEV'e tanınan vergi muafiyeti ve mal varlığına yönelik soru önergesine şöyle bir cevap vermiştir, Bakan Şimşek aynen şunları yazdı: "Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Vakıflara Vergi Muafiyeti Tanınması Hakkında Kanun'un 20'nci maddesinin (1)'inci fıkrasında 'Gelirlerinin en az üçte 2'sini nevi itibarıyla genel, katma ve özel bütçeli idarelerin bütçeleri içinde yer alan bir hizmetin veya hizmetlerin yerine getirilmesini amaç edinmek üzere kurulan vakıflara, Maliye Bakanlığının önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınabilir.' hükmü yer alır." Şimşek, vergi muafiyeti tanınan vakıfların üyelerinin kimler olduğu ve bu üyelerin hangi görevlerde bulunduğu, hangi kuruluşlara üye olduğunun, Maliye Bakanlığının çalışma konuları arasında yer almadığı gibi bu hususların vakıflara vergi muafiyeti tanınmasında bir etkisi bulunmadığını da ifade etmiştir. Maliye Bakanı "Her vakıf, hukuk karşısında eşit." demeye getiriyor. Ancak hukuk ve yasa yönünden her vakfın eşit ama TÜRGEV'in daha da çok eşit olduğu ortaya çıkıyor çünkü onun üyeleri, siyasi iktidarla bütünleşmiş kişilerdir.
Maliye Bakanı, bu bağlamda, 2002-2014 yılları arasında Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti tanınan vakıf sayısının 60 adet olduğunu ifade etmiştir. Gerek Maliye Bakanı Şimşek gerekse vakıflardan sorumlu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, TÜRGEV ve cemaat vakıflarıyla ilgili soru önergelerimize çok belirgin bir biçimde kaçamak cevap vermişlerdir, daha doğrusu, cevap veriyor gibi yapmışlardır. Arınç'a, birtakım vakıfların kuruluş senedinde belirtilen işler dışında faaliyet yürüttüğü yönündeki iddialarla ilgili olarak bu vakıfların hangileri olduğunu, haklarında yapılan işlemleri ve bunlar arasında TÜRGEV'in de olup olmadığını sorduk. Arınç, yanıtında, talep edilen bilgilerin ulusal basında yer aldığı, "Başka bir kaynaktan anılan vakıflar ile yöneticilerinin ad ve soyadlarının kolayca öğrenilmesinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir." şeklinde malumu ilan eden ve hiçbir sorunun ve kuşkunun açığa çıkacak şekilde cevaplanmasından kaçınmıştır. Doğrusu, Arınç "Böyle bir şey yoktur, iddialar asılsızdır." demiyor; aksine, "Ben bilgi vermem, basında çıkan haberlerle yetinin." demeye getiriyor.
Yine, aralık ayında Sayın Arınç, TÜRGEV'in mal varlığıyla ilgili olarak verdiğimiz bir başka soru önergesine "Bana değil, TÜRGEV'e sorun." şeklinde kaçamak ve haddini aşan bir cevap vermiştir. İşin gerçeği şudur: Özellikle TÜRGEV'le ilgili olarak kamuoyunda ahlaki, hukuki ve adli yönden ciddi kuşkular, şaibeler ve söylentiler vardır. Böyle bir vakfın kendisini bütün iddialardan, ithamlardan, isnatlardan soyutlamadan, "İbni Haldun" adını kullanarak bir üniversite kurmuş olması, en azından İslami, insani, hukuki ve ahlaki değerlere meydan okumak anlamına gelmektedir. Üzerine atılı iddiaları ve isnatları bütün açıklığıyla cevaplandırmadan, sahip olduğu mal varlığını meşru, helal ve yasal yoldan elde ettiğini kamu vicdanını rahatlatacak şekilde ortaya koymadan TÜRGEV'in üniversite kurmak gibi bir işe başvurması kuşkuludur ve doğru değildir. Tam da 7 Haziran seçimlerine kısa bir süre kala AKP'nin giderayak son bir gayretle bu vakfın üniversiteyle ilgili yasa tasarısını gündeme getirmesi de calibidikkattir.
Değerli milletvekilleri, İbni Haldun, üniversiteden söz ederken Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan tartışmalara da açıklık getirmek bakımından onun "asabiyet" ve "nesebiyet" görüşünü sizinle paylaşmak istiyorum. Çünkü, bazı arkadaşlar cahilce bu konuda değerlendirme yapmaktadırlar. Bakın, İbni Haldun, ismini aldığınız İbni Haldun bu konuyu nasıl ortaya koymuş. İbni Haldun'a göre asabiyet: "Herkesin nesebine ve asabiyetine, yani aslına bağlılığı vardır; Allah'ın, kullarının kalplerine yerleştirdiği, soyundan geldiklerine ve yakınlarına şefkat ve bağlılık, tabiatlarında vardır. Bunun sayesinde dayanışma ve yardımlaşma olur." der. Haldun'a göre asabiyetin en büyük özelliği, kabile veya topluluğu oluşturan bireyler arasında kuvvetli bir birlik, sağlam bir dayanışma, sürekli bir yardımlaşma ve doğadan gelen bir koruma duygusu bilinci ve inancıdır. İbni Haldun'un, toplumsal olayları, insanlık tarihini açıklarken en az ekonomik yapı kadar asabiyete de önem verdiği bilinmektedir. İbni Haldun'a göre iki türlü asabiyet vardır. Birincisi, nesep, şecere (soy) asabiyeti; ikincisi, sebep (müktesep) asabiyeti. İbni Haldun'un asabiyetle varmak istediği asıl mana şudur: Asabiyet, kişilerin yaşamlarını anlamlandıran yüksek bir değer, inanç uğruna gerektiğinde hayatlarını çekinmeden ortaya koyabilme duygu ve davranışıdır. Burada, İbni Haldun, bir medeniyet oluşumu için sebep asabiyetine dayanan bir millet oluşumuna işaret etmektedir çünkü medeniyet, bir ideali olan insanların büyük farklılıklarla gerçekleştirdikleri bir harekettir. Önce idealist bir millet yetişmeli ki medeniyetine sahip çıkıp gelişmesini sağlasın yani "Önce ülkücü bir millet yetişmeli ki medeniyetine sahip çıkıp gelişmesini sağlasın." diyor. Haldun: "İnsanların kendilerini tanımladıkları ve uğrunda savaşıp öldükleri şeyler vardır; bunlar iman, aile, kan ve inançtır. Burada, fiil kadar fail de önem arz etmektedir." Özellikle, İbni Haldun gibi bir dâhinin adının verildiği üniversitenin bu yönü itibarıyla her türlü şaibeden uzak, onun iddialarından, fikirlerinden, inançlarından ve düşüncelerinden ilham alması beklenir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de üniversitelerin tarihsel gelişimi genel hatlarıyla değerlendirildiğinde, cumhuriyet döneminde üniversite gelişiminde Almanya'nın ve Amerika Birleşik Devletleri'nin etkisi olduğu görülmektedir. Bu etkiler, Humboldt modeli ve girişimci üniversite modeli olarak tanımlanan modellerin özelliklerini taşımaktadır. Girişimci üniversite modelinin 1950'lerde kurulan bölge üniversitelerine Amerikan bilim adamlarının sık sık çağrılmasıyla temelleri atılmaya ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'yla birlikte uygulamalarının netleşmeye başladığını görmekteyiz. Türkiye'de üniversite sisteminin Amerika'dakine benzer bir biçimde şirket gibi çalışmasını, modern işletmecilik teknikleriyle yönetilmesini, ana eğilim olarak özel girişimi ön plana almasını esas alan Amerikan modelinin Türkiye özeline aktarılması ön plana çıkmıştır. Model, Amerikan olmasına karşın, uygulamada yerele özgü ciddiyetsizlik hâkim olmaktadır.
Türkiye'de üniversite sayısı artırılırken bugüne kadar nicelik olarak az ve nitelik olarak yetersiz bir planlama bağlamında bu iş gerçekleştirilmektedir. Diğer yandan, üniversiteler açılırken yapılan araştırmalara, hazırlanan raporlara ve kalkınma planlarında yer alan tespit ve hedeflere uyulmamaktadır. Üniversiteler daha ziyade siyasi konjonktürün öngördüğü bir biçimde açılmakta ya da büyütülmektedir. Yükseköğretim kurumlarında meydana gelen bu hızlı nicelik artışının en belirgin olumsuz yanlarından biri, kuşkusuz, bu kurumların eğitim niteliğini olumsuz biçimde etkilemeleridir. Üniversite sayısının fazla olması, hem akademik hem de idari personel yetersizliğine neden olmakta, bu durum da yükseköğretimde kalitenin düşmesine sebep olmaktadır.
Yeni kurulan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacının karşılanması da başlı başına sorundur. Girişimci üniversite, beşeri kaynak oluşumu ve araştırma gibi geleneksel akademik işlevlerinin yanı sıra üçüncü işlev olarak teknoloji transferi, yenilik, ekonomi ve topluma katkıda bulunmayı da üniversitelerin görevleri arasında saymaktadır.
Son zamanlarda giderek üniversite sayısında çok büyük bir artış gözlemlenmektedir, bu, hem sevindirici hem de düşündürücüdür. Üniversite kurmak, elbette önemlidir ancak ondan daha da önemlisi, kurulan üniversitelerin gerçek amacına uygun olarak faaliyet göstermesini sağlamak ve sürekliliğin devam etmesini ortaya çıkarmaktır. Üniversitelerin kurulmasının en önemli hedeflerinden biri, ülkedeki bölgesel eşitsizlikleri gidermeye yönelik olarak üniversitelerin yurt sathına eşit yayılmasını sağlamaktır. Buradaki temel yaklaşım, bir yandan hemen her bölgeye eğitimin götürülebilmesi, diğer yandan ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan bölgenin hareketlenmesini sağlamak ve böylece ülkedeki bölgesel eşitsizlikleri gidermeye katkı yapmaktır.
Değerli milletvekilleri, üniversite açmakla sorun bitmiyor. Aslında, üniversite kurulduktan sonra çok büyük bir sorumluluk başlıyor. Siyasal iktidar, kimi zaman siyasi yatırım amacıyla, kimi zaman da sosyal ve ekonomik baskılar sonucu üniversite açmak zorunda kalıyor, sonra da üniversite, sorunlarıyla baş başa bırakılıyor.
Diğer yandan, üniversiteden mezun olanların işsiz kalması da üniversite eğitiminin cazibesini giderek azaltıyor. Atanamayan öğretmen, atanamayan gıda ve ziraat mühendisi, atanamayan bilgisayar mühendisleri bugün artık sosyal bir sorun hâline gelmiştir.
Bu bakımdan, Bakanlığın bugün atanamayan öğretmenlerle ilgili bir envanter ortaya çıkarıp, bu öğretmenlerin belirli periyotlar içerisinde nasıl istihdam edileceğini ortaya koyan bir programı devreye sokması gerekmektedir. Yani enteresandır, ilginçtir, iş, sokak hareketlerine varacak kadar büyümüş, fakat Bakanlık dönem dönem 30 bin-40 bin atama yaparak, şişen bu kadroyu bir anlamda palyatif tedbirlerle geçiştirmektedir ve bu arada, sürekli olarak, mezunlarla da bu atanamayan öğretmen, atanamayan gıda mühendisi, atanamayan ziraat mühendisi vesaire bunların sayıları da giderek artmaktadır. Bu, bir sosyal problemdir, çözümü Bakanlığa düşmektedir ve bunu da belirleyerek mutlaka kamuoyuyla paylaşması ve ilgililerle bunu ifade etmesi gerekmektedir.
AKP iktidarı, bir yandan üniversite açarken, diğer yandan polis kolejini kapatıyor ve bunların 300 öğrencisini sokağa atıyor, polis akademisini kapatıyor ve bu okulun da 1.300 öğrencisini kapı dışarı ediyor. Bunun sebebini biliyorsunuz, "bunlar paralelci" diye.
Tarihte bu görülmemiştir. Hiçbir kurum bütünüyle paralelci, bütünüyle dikdörtgen, bütünüyle yamuk değildir; onların içerisinde 20-30 tane bulduğunuz birtakım kişileri bahane ederek toptan bir kıyıma gidilmesinin, toptan bir cezalandırmaya gidilmesinin hiçbir ahlaki, insani ve İslami değerle bağdaşır bir yanı yoktur.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Hukukla da bağdaşır yanı yok.
ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Filler kavga edince çimler ezilirmiş. Birileri bir şeyler için kavga ediyor, sonuçta olan, genç çocuklara oluyor. AKP, gençliği üzerinde her türlü tasarrufu yapacağı bir kadavra zannediyor, fakat fena hâlde yanılıyor.
Bugün Türkiye'de üniversitelerin ve üniversitede çalışan personelin sayısız sorunları vardır. Bugün üniversiteler iktidarın idari, finansal, akademik baskısı yüzünden nefes alıp veremez hâle gelmiştir. Türkiye'nin hiçbir sorunuyla ilgili olarak üniversiteler bugün görüş bildiremez, senato kararı alamaz ve bu konuda ciddi bir rapor yayımlayamaz durumda ve konumdadır. Bu durum üniversitelerdeki özerkliğin, üniversitelerdeki akademik hayatın hangi noktaya ve konuma evrildiğinin tipik bir kanıtıdır. Üniversiteler bugün, gerçek manada, bulunduğu bölgedeki Adalet ve Kalkınma Partisinin il başkanına, milletvekiline ya da yukarıdaki yöneticilerine bakarak tavır belirlemeye çalışmaktadır. Millî Eğitim kurumlarında olduğu gibi üniversite rektörleri de AKP'ye yakınlıklarına göre atanmaktadır. Çok oy alanın değil, daha çok AKP'li olanların rektör olabildiği bir sistem bütün acımasızlığıyla sürdürülmektedir.
Bütün bu şartlar altında da olsa yeni kurulan Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin, İbn Haldun Üniversitesinin ve İstinye Üniversitesinin başta eğitim camiasına olmak üzere ülkemize ve milletimize hayırlı hizmet yapmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)