| Konu: | MHP Grubunun, Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural tarafından, son günlerde millî ve manevi değerlerimize yönelik tahribat, bu tahribatın önlenmesi ile millî ve manevi değerlerin korunması konusunda yapılması gereken hususlar hakkında 1/4/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan genel görüşme önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak Genel Kurulun, 2 Nisan 2015 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 89 |
| Tarih: | 02.04.2015 |
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Mustafa Hocam öyle ateşli bir konuşma yaptı ki ben de yerimde duramıyordum neredeyse. Fakat bu ateşli konuşmalara ilişkin esasen geçmişte de çok şahitliklerim vardır; farklı zamanlarda, farklı çevrelerin birbiriyle çelişen ateşli konuşmalarını dinlemiş birisiyim.
Bu ülkede, Mustafa Hocamın yaptığı gibi, ama onunla aynı çizgide olmayan, bazen de tam aksi istikamette ateşli konuşmalara rastlarsınız. Böyle bir dille toplumsal birliği sağlamak, insanları bir araya getirmek, akıl ve gönül birliğini sağlamak bana kalırsa mümkün olmaz. İnsanları bir araya getirecek olan dil, daha makul, daha onların kalbine hitap eden ama aynı zamanda akıllarına hitap eden bir dil olmalı diye düşünürüm. Bu dile de bir nevi müzakere dili diyebilirsiniz, konuşma dili diyebilirsiniz, söyleyen ile söylenenin artık bir fail olarak anlamını yitirdiği bir gönül konuşması diyebilirsiniz. Bizim, gerçekten böyle konuşmalara ihtiyacımız var.
Popper "Hayat Problem Çözmektir" diye bir kitap yayımlamıştı. Çok doğru bir söz; hayatta her zaman problemler olur, toplumların da problemleri olur, o problemleri çözmek için de insanlar uğraşırlar. En önemli uğraşan kurum elbette -her meslek kurumu uğraşmakla birlikte- siyasettir çünkü toplumları en derin şekilde etkileyen, onların hayatları bakımından en etkili sonuçları doğuran, siyaset kurumudur.
Mustafa Hocam milletin gerçek sahiplerini bulmasından bahsetti. Aslında gözlerini ovuştursa ve daha dikkatli baksa, milletin, sürekli kendi gerçek sahiplerini bulduğunu görürdü çünkü milletimiz kendi gerçek sahiplerini bulma konusunda bir akla, bir basirete, bir vicdana sahip. Eğer biz aksini söylüyorsak zaten o zaman milletin yanlış yaptığını düşünüyoruz demektir. Millet ne zaman doğru yapacak? Şöyle akıl eder insanlar: "Beni tercih ettiğinde doğru yapacak." Bırakın, millet tercihte bulunsun. Herkes kendisini anlatıyor demokrasi içerisinde, millet de tercihte bulunuyor.
Değerli arkadaşlar, millî ve manevi değerler önemlidir ama bunların ne olduğuna ilişkin hamasi konuşmalardan çok, akla ihtiyaç vardır, emin olun böyledir.
Şimdi, mesela bayrak bir ortak değerimizdir. Bayrağın tarihini biliyor muyuz?
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bayrak mı kaldı ki tarihi bilinsin.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - İlk defa 1844'te kabul edilmiş. Ondan önce ortak bir bayrak yok. 1936'da kabul edilmiş ikinci defa, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra. Demek ki bir tarihe tabi.
"İstiklal Marşı" diyoruz. Ezelden ebede akan bu milletimiz her zaman bu İstiklal Marşı'nı terennüm etmedi. 1921; ondan önce de marşlar vardı.
Kastettiğim şu: Millet, milliyetçilik, millî devlet, bunlar bir tarihe tabi. Eğer bunları mantıklı, gerçekten de literatüre ve bilime uygun bir tarzda konuşmaz isek, sadece hamasetle, biz, bu konulara ilişkin yaşadığımız problemleri çözemeyiz.
Maksadımız ne? Bu toplumun problemlerini çözmek. Maksadımız ne? Bu milletin birliğini sağlamak. Bakın, bu konuda Türkiye'de en radikal değişimi yaratan, meydana getiren AK PARTİ'dir. Niçin? Değerli arkadaşlar, bir ülkede eğer vesayetçi bir yapı var ise o vesayetçi yapının en karakteristik özelliği toplumsal gerçeklik ile siyasal iktidar arasındaki bağı kırmaktır. Zaten vesayetin kaynağı da budur, yoksa niye vesayet yapsın? Toplumun talepleri ve arzuları ile vesayeti kuran elitlerin toplum adına uygun gördükleri arasında doğrusal bir orantı yoktur, birbirinden farklıdır. Toplumun kafasına vururlar, derler ki: "Sen iyi düşünmüyorsun, sen yanlış yapıyorsun, doğrusunu biz biliyoruz kardeşim ve biz de bu doğru istikametinde memleketi idare ederiz." Vesayetçi yapının en temel özelliği budur. Toplumsal mühendislik devreye girer. AK PARTİ vesayetçi yapıya son vererek toplum ile siyaset arasındaki bağın sahih bir şekilde kurulmasını sağlamıştır; hayalî değil, hamasi değil, gerçekten de bu millet ne düşünüyor, nasıl bakıyor, geleceği nasıl tasavvur ediyor, siyasete ilişkin kararlar nasıl alınsın istiyor ise bunun zeminini kurmuştur. Bu çok önemlidir.
İkincisi, bahsettiğimiz millî ve manevi değerlere ilişkin vesayetçi yapının kırılmasıyla birlikte, o siyasal ilişkilerin değişmesiyle birlikte toplumun gerçeği, toplumda yaşayan değerler aynı zamanda siyasetle de bağ kurar. Çünkü siyaset sadece maddi kaynaklara ilişkin bir karar süreci değildir, aynı zamanda moral değerlere ilişkindir. AK PARTİ'nin vesayetçi yapıya son vermesi toplumsal gerçekliğin siyasete de egemen olmasını sağlamıştır.
Bakın, muhafazakâr çevrenin önemli isimlerinden birisi, 8 dil de bilen Said Halim Paşa'dır, "Buhranlarımız" diye bir kitap yazmıştır, muhafazakârlar genellikle bilirler bunu, çok da akıllı bir adamdır, çok da netameli bir dönemde görev yapmıştır. Said Halim Paşa diyor ki: "Batı ile Doğu arasında akıl etme farkı olarak çok önemli bir husus vardır: Batılılar eşyanın gerçekliğini görürler, onun üzerinden akıl ederler; Doğulular ise önce tasavvur ederler, eşyanın gerçekliği uymuyorsa fikirlerini değiştirmek istemezler, eşyanın gerçekliğini değiştirmek isterler." Şimdi, "Ey milletim, gerçek sahiplerin ortaya çıksın." diye hamasi bir dille konuşmak, Sait Halim Paşa'nın eleştirdiği o şarklı düşünceye denk düşer.
Milletin gerçekliğine bakın, millet kimi temsil ediyor? Milleti kim temsil ediyor? Millet kime destek veriyor? Şimdi, bu milletin, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan bu Türk milletinin kendi gerçek sahiplerini bulamadığını söyleyebilir miyiz? Bu milletin millî değerlerine ilişkin, millet olma bilincine ilişkin, milliyetçiliğe yönelik hassasiyetlerine ilişkin bir kusur içinde bulunduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır. Peki, millet kimi destekliyor, kimi iktidara getiriyor, kime destek veriyor? Milletimiz kendisiyle mi çelişiyor? Tabii ki çelişmiyor.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Aldatılabiliyor. Sayın Cumhurbaşkanı bile diyor "Aldatıldık." diye, herkes aldatılabilir yani.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Çelişen kim? Zihnindeki hayalî dünya ile gerçek dünya arasında bağ kuramayan akıl etme biçimi kendisiyle çelişiyor.
Değerli arkadaşlar, ırkçılığa karşıyız. Irkçılığa her yerde karşıyız çünkü ırkçılık hiyerarşik bir dünya tasavvur eder ve insanlık ırkçılıktan çok çekmiştir. Ama millet olma bir gerçekliktir; modernliğin getirdiği bir gerçekliktir, tarihsel bir gerçekliktir. Millet insanlara bir aidiyet ve kimlik verir. Ama burada da problemlerimiz var, dünyanın her yerinde, sadece bizde değil. Ulus devletler, ulus ile devletin örtüşmesi anlamına gelir değerli arkadaşlar; milliyetçilerin bunu çok iyi bilmesi gerekir, ulus ile devletin örtüşmesi. Peki, ulus kim ve devletle nasıl örtüşecek? Dünyanın hiçbir yerinde, belli bir ulusun örtüştüğü devlet yoktur ve milliyetçilik 19'uncu yüzyıldan beri şunu yapar: "Yutma ve kusma" diyor bir Fransız antropolog; yani, yutarak asimile etmeye çalışır, kusarak nüfus mübadelesi yapmaya çalışır. Demokrasinin ve özgürlüklerin olduğu bir yerde ne yutabilirsiniz ne de kusabilirsiniz. Ne yaparsınız? Barışırsınız. Kendi ülkenizde yaşayan insanlarla, onların kimlik, kültür özellikleri her neyse, onlarla barışırsınız. İşte, AK PARTİ'nin yaptığı çok önemli hususlardan birisi, kaderde ve gelecekte bu milleti ortak kılmak için toplumsal gerçekliğin barışını temin edecek istikamette davranmak olmuştur. Siyasetin, o vesayetçi yapının bloke ettiği, gericilik ve bölücülük olarak adlandırıp siyaset dışına ittiği çevreleri meşru siyasetin içine dâhil ederek işte bu barışmanın ve tabiri caizse, karışmanın ortamını kurmuştur. Başka bir yolumuz, başka bir yöntemimiz yok. Dünyanın her yerinde ulus devletler, yollarına devam edebilmek için, demokrasi ve özgürlükler içinde bu barışma ve karışma işine müracaat etmek durumunda. Başka yol diyorsanız, o zaman despotizm gelir. Eline birisi sopayı alır, der ki: "Hepiniz bu millettensiniz, var mı itiraz eden?" Kim itiraz edebilir? Eğer demokrasiyi ve özgürlükleri savunuyorsak AK PARTİ'nin çizgisi dışında bu konulara ilişkin kesinlikle bir yaklaşım söz konusu değildir değerli arkadaşlar.
Bu konuları lütfen aklıselimle konuşalım, hamasi bir dil bu konuları çözümlemeye, anlamaya, toplumsal barışı sağlamaya yetmez.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)