GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:6
Tarih:28.11.2015

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu dönemin ilk konuşmasına başlarken hayırlı bir dönem dilemeyi de düşünmüştüm ama maalesef, daha başlamadan bu kayıkçı kavgası yeniden başladı. İnşallah bir daha olmaz diyorum.

Burada, öncelikle, Diyarbakır'da hayatını kaybeden baro başkanına ve polisimize Allah'tan rahmet diliyorum.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - IŞİD'e silah göndermek ne zaman kayıkçı kavgası oldu? Sizi ilgilendirmiyor mu IŞİD'e silah gönderilmesi? Ne demek "kayıkçı kavgası"? Gazetecilerin tutuklanması sizi ilgilendirmiyor mu?

BAŞKAN - Beyefendi, lütfen, müdahale etmeyiniz.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Hoş geldin, günaydın, daha dur bakalım.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Sen de hoş geldin.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Bir dur bakalım. Hayırdır?

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Bu tarafa geçin isterseniz?

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Hayırdır, seninle ne alakası var? Daha başlamadım konuşmaya, dur.

BAŞKAN - Efendim, ikili konuşmaya meydan vermeyelim.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Kayıkçı kavgası başkaları arasında, dur, sen bir girme, dur bir. Maşallah, çok heyecanlısın Sayın Yarkadaş.

BAŞKAN - Mehmet Bey, Genel Kurula hitap edin efendim.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Burası televizyon ekranı değil, kayıkçı kavgasını sen bilmiyorsun.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Bırak bunları!

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Bugüne gelen AKP ile HDP arasındaki kavga bu, sen niye alınıyorsun üzerine? HDP hamisi mi oldun? PKK hamisi mi oldun? Sen niye alınıyorsun?

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Ayıp, ayıp!

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Kayıkçı kavgasını sen yapıyorsun!

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Kavga AKP ile HDP arasında, kayıkçı kavgası. Bunun müsebbibi oturuyor burada, sen niye üzerine alınıyorsun? CHP'yle bunun ne alakası var?

CEYHUN İRGİL (Bursa) - Biz İzlanda'da mıyız, Uganda'da mıyız?

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Ben şu anda CHP grup önerisinin lehinde söz aldım. Anlamadım, Sayın Yarkadaş daha anlamadı, cümlemi bitirmedim. Bir sakin ol bakalım.

BAŞKAN - Mehmet Bey, bir dakika efendim. Beyefendi... Mehmet Bey, Sayın Günal...

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Sayın Başkan, arkadaşların söz hakkı var. Başkasını uyarıyorsunuz, lütfen uyarın.

BAŞKAN - Bakınız, biliyorsunuz kürsü masuniyeti var, lütfen müdahale etmeyiniz ve ikili konuşmayınız. Teşekkür ediyorum.

Buyurun efendim.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Burada söylediğimiz şudur: Yeni arkadaşlarımız, tabii, geçmişi bilmediği için... Eskiler biliyor, burada gerekli olarak, bugün, gündem başlamadan önce birileri bir söz alıyor, öteki sataşıyor, diğeri geliyor, saat yedide yayın bittiği zaman -siz de arkadaşlarınıza sorarsanız öğrenirsiniz Sayın Yarkadaş- maalesef gündeme geçilmemiş oluyor. "Kayıkçı kavgası"ndan kastettiğimiz budur. Tecrübeli arkadaşlarımız size birazdan anlatırlar ama hemen öyle her şeye atlamayın, bir söyleyeceğimizi bekleyin. Biz ne söyleyeceğimizi de biliyoruz. Bugünün gündemi o değil. Ben sadece başlarken -Sayın Başkan da az önce ifade etti- bunun nezahetine uygun başlamadığını söyledim. Hayırlı bir dönem olsun, Hükûmet programını görüşeceğiz ama maalesef hem şartlar olarak içinde bulunduğumuz ortam, bugün Diyarbakır'da yaşananlar... Ama burada bunun tartışılmasında bile o mehabetin bozulmasını kastediyorum. Böyle bir yasama sürecini yönetemezsiniz, onu anlatmaya çalışıyorum. Böyle olur mu?

Sayın Başkan bize Anayasa 138 okuyor, güzel. Yani iyi de, iyi de yani kimse müdahale edemez de Cumhurbaşkanı hariç mi Sayın Başkan? Ne diyor? "Onların yanına bırakmam." diyor, "Bunu bana yazdılar." diyor. Nasıl harekete geçiyor? Yani medyaya müdahale, yargıya müdahaleye... Kim yapıyor? Yani nereden çıktı? Hepimiz için geçerli. "Ben Anayasa'yı tanımam." diyen İçişleri Bakanını burada hep beraber sorguladık. Geldi savunma yapmadı mı? Yaptı. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, böyle bir ortamda maalesef kanunlar bizlere işliyor. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Başbakan yardımcısına işlemiyor.

Az önce geldi arkadaşlarımız, CHP'nin grup önerisi şu konuda dediler, ben de söz almak üzere hazırlandım. Biraz sonra baktım, Danışma Kurulunda önerinin metni değişmiş. Evet, Sayın Tezcan içeriğine değindi ama... Neden? Mahkeme devam ediyormuş. Ya, bu mahkeme size işlemiyor mu? Hepiniz konuşuyorsunuz, bütün yandaş medya yazıyor. Herkes tartışıyor, televizyonda bütün yazarlarınız, milletvekilleriniz konuşuyor, oraya çalışmıyor, Allah'ın işi yani! Ben anlamadım bu işi. Bu bir çifte standarttır.

Bakın, bu gördüğünüz Hükûmet programınız daha yeni okundu, bugün görüşeceğiz değerli arkadaşlar. Açın, bakın, Sayın Başbakan burada okurken bakanlarımız da buradaydı, hepsi buradaydı. En birinci altı tane alan belirlemişsiniz reformlarla ilgili. Birincisi demokratikleşme ve adalet. Yani onu anlatmaya çalışıyorum, bir taraftan demokratikleşme ve adalet ama yaşanana bakın ki maalesef Türkiye, gazetecilerin... Tutuklanabilir, sorgulanabilir ama tutuklu olarak bu mahkemenin devam etmesi daha ayrı bir rezalet. (CHP sıralarından alkışlar) Yani biz...

"Ayağa kalkmadı, o paşaya ben gösteririm." "Benim aleyhimde yazı yazdı, o gazeteciye ben gösteririm." Efendim, alt yazıda Devlet Bahçeli'nin konuştuğunu veriyor, "Alo, Fatih, ne yapıyorsun?" Yani kime çalışacak o zaman bu hukuk? "Ben Anayasa'yı tanımıyorum." diyen bir bakan olursa, Danıştayın kararına, Anayasa Mahkemesinin kararına uymayan baştan bir Başbakan, Cumhurbaşkanı olursa...

Sayın Başkan, o hatırlatmayı bütün arkadaşlara yaptığınızı düşünerek söylüyorum. Evet, maalesef Türkiye'de hukuk katledildi ve kanun eliyle katlediyoruz burada. Bize kitabını bile yazdırdınız burada yaşadıklarımızın sonucunda. Sürekli olarak kanun eliyle, yasama eliyle yargıya, yasamaya, yürütmenin tahakkümü... Artık, yürütme de demiyoruz, tek adamın tahakkümüyle, maalesef burası artık sadece göstermelik, parmak kaldıran, indiren bir hâle dönüştü.

Biz istiyorduk ki, umut ediyorduk ki -Sayın Başbakan güzel mesajlar verdi- bunları yavaş yavaş belki yeni dönüşümde uygularlar ama Sayın Başbakan ortada yok.

Şimdi "Basın özgürlüğü" diyoruz bir taraftan değerli arkadaşlar, ama aynı şekilde, yine temel hak ve hürriyetlerle ilgili, Hükûmet programınızın 18'inci sayfasında da yine temel özgürlükler var. Herkes suçlanabilir, kimsenin avukatı değiliz, Sayın Dündar'ın da avukatı değiliz ama nereye kaçacak, nereye gidiyorlar? Bu insanlar burada. Soruşturursunuz, bakarsınız, yarın tutuklanırsa, çıkar atarsınız. Yani dolayısıyla, böyle bir şey var, intikam alma hırsı var. Böyle bir özgürlük olamaz. Temel hak ve özgürlüklerin nasıl kısıtlanacağı orada yazıyor değerli arkadaşlar.

Şimdi, bir de burada basın özgürlüğü kısmı biraz alengirli. Yani aslında basın özgür. Hemen yine arkadaşlar itiraz etmesin yani devam edeceğim. Hangi konuda özgür?

Bir; muhalefete sövme konusunda Türk basını özgür. Sıkıntı yok, mahkeme yok; herkese sövebiliyorsunuz, hakaret edebiliyorsunuz.

İki; Türk milletine ve devletine saldıran terör örgütlerini destekleyebiliyorsunuz, güzelleme yazabiliyorsunuz. Yetkililerin ağzından "Öcalan ne de güzel önderdir, bizimle paralel düşünüyor." diyebiliyorsunuz. O basın mensuplarına hiçbir soruşturma açılmıyor.

Üç; hatta ve hatta ileri gidip "Kürt hareketinin lideri Öcalan" diye övenleri baş tacı edip köşelerde röportajlar yaparak İmralı'nın mesajlarını verebiliyorsunuz. Dolmabahçe mutabakatını anlandıra şanlandıra verebiliyorsunuz basın olarak. Özgür, yani hiç de öyle pek de aslında özgürsüzlük diye bir şey yok!

Türk basını Türklüğe hakaret edebiliyor, "Türklük nedir ki?" diyebiliyor, birinin ağzından yazıyormuş gibi yapıyor; Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkıp yerine "yeni Türkiye" adıyla yeni bir konfederal yapıyı uyarabiliyor, Anayasa'ya aykırı şekilde yayın yapabiliyor, bunda da özgür, onlara da mahkeme yok.

Artı, burada söylenen her türlü şeyi savunmakta, yalan da olsa dolan da olsa yolsuzluğu da rüşveti de savunmakta, hatta zaman zaman fetva veren hocaların görüşlerini anlatmakta basın yine özgür, basın aracılığıyla bunlar yapılıyor. Daha da önemlisi bazı basın mensupları, aslında basın mensubu kisvesi altında bazı tetikçiler var: "Filancayı işten at, onu yarın hapse atacaklar. Sabah namazından önce şunu alacaklar." diyebiliyor. Bunlarla ilgili de bir şey yok. Basın özgür ama hangi basın? Az önce dediğimiz gibi, bunları yapan basın özgür.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Yandaş medya.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Eğer Alo Fatih'e "kaldır" deyip de telefon edince alt yazıyı kaldırıyorsa sorun yok, kaldırmıyorsa hapı yuttu.

Şimdi, değerli arkadaşlar, dolayısıyla AKP'ye yakın, yandaş medya hakaret, tehdit, şantaj özgürlüğüne sahip; her şeyi yazabiliyor, küfür edebiliyor, hakaret edebiliyor. Uyarmamıza rağmen, herhangi bir dava açıyorsunuz, "Tekzip yayınladık, tamam." deyip geçiyorlar.

Yalan söylemek, bilgi ve belgeleri çarpıtmak, masabaşında haber uydurmak, iftira atmak, her türlü şeyi yazmak sonuna kadar bunlara serbest. Peki, eğer bu haklara sahip olmak isteyen varsa ne yapacak? Aynı özgürlüklerden faydalanmak istiyorsa hiçbir şekilde, başta Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yetkililerine bulaşmayacaksınız, yani gördüğünüz usulsüzlükleri yazmayacaksınız, bir yolsuzluk ihbarı varsa yazmayacaksınız.

Artı, Erdoğan'ın ne kadar çok doğru söylediğini yazarsanız her seferinde yine size bir kıyak geçiliyor. Maalesef, bunları yaparsanız siz özgürsünüz, yapmazsanız özgür değilsiniz. Sonuç olarak, Orwell'in "1984" romanında belirttiği gibi "Doğruluk Bakanlığı"nın vazifesini üstlenmiş durumda şu anda bu basın özgürlüğünü savunan arkadaşlarımız. Maalesef, Türkiye'de basın, "Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, bilgisizlik kuvvettir." diyerek AKP'nin her söylediğini meşru hâle getirmekte çok özgürdür. Bunun dışında ise iki seçenek var. Bunlara uymayan, AKP'ye güzelleme yapmayan, İmralı'ya güzelleme yapmayan, sazcı kardeşler diye pazarlama yapmayanlara iki seçenek vardır değerli arkadaşlarım: Ya Silivri'nin yolları ya teslimiyet. Aksi takdirde bu böyle devam eder, biz de Hükûmet programlarını okur onaylarız, demokrasi masalları anlatırız, kayıkçı kavgasına da devam ederiz diyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)