| Konu: | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 23.12.2015 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli heyet; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Halkların Demokratik Partisi adına yasa tasarısının tümü üzerine söz almış bulunmaktayım. Ama ifade etmek isterim ki eleştirilerimin bir kısmını Komisyon görüşmeleri esnasında da dile getirmiş biri olarak, söz konusu tasarı birkaç açıdan problemlidir.
Birinci problem: Aslında geçen hafta görüşülen, bu hafta görüşülen ve Sayın Komisyon Başkanıyla bu sabah yaptığımız telefon görüşmesinden de edindiğim izlenim o ki haftaya da kalacak olan bölümlerle birlikte değerlendirildiğinde, normalde bir defada getirilmesi gereken bir yasa tasarısı üç ayrı parça hâlinde getirildi ve hem Komisyon hem Genel Kurul bu konuda enerjisini tasarruflu kullanamamış veya yasa tasarısını bütünsel bir temelde ele alabilme, inceleyebilme şansından mahrum kalmıştır.
Bir diğer husus: Üç parçada görüşmeleri ve yasalaşma süreci tamamlanan bu tasarının bazı maddelerinin başka ihtisas komisyonlarında görüşülmesi gerekirken özellikle tali komisyonlar süreci pas geçilmek suretiyle direkt Plan ve Bütçe Komisyonunu ilgilendirmeyen bazı maddeler direkt Plan Bütçe Komisyonuna getirilmiştir. Bunlardan biri de 31 Aralık 2015'te yürürlüğü sona erecek olan Denetimli Serbestlik Yasası maddesidir. Burada özellikle "Adalet Komisyonunda görüşülerek Plan Bütçe Komisyonuna getirilmesi gerekir." yönündeki muhalefetin ısrarlarına rağmen Komisyon, Adalet Komisyonunda bu maddenin görüşülmesini oy çokluğuyla reddetmiş ve çok da uzmanlık alanı olmayan, Plan Bütçe Komisyonunun direkt ilgi alanında olmayan bir madde çok da fazla değerlendirmeye, müzakereye tabi tutulmaksızın geçmiştir.
Bir diğer husus da -Sayın Bakan burada, bilecektir- özellikle Komisyon aşamasından başlamak suretiyle Hükûmet bu ve benzeri yasa tasarılarında eleştiri ve öneriye kapalıdır. Bu yasa tasarılarının muhalefetin eleştiri ve önerileriyle zenginleştirilmesi ve özellikle ete kemiğe büründürülerek toplumun daha iyi istifade edebileceği bir aşamaya getirilmesinden, iktidar, onun hem Komisyon boyutu hem de Genel Kurul boyutuyla imtina etmektedir. Örneğin; bugün görüştüğümüz yasa tasarısının Komisyonda görüşülmesi esnasında muhalefetin verdiği 2 öneri... Bizzat Sayın Bakanın ağzından ifade ediyorum -2 önerge vardı- "Evet, önergelerin içeriğine katılıyoruz. Bizim de olumlu yaklaştığımız bir önerge. Ama önümüzdeki dönemde bizatihi biz getireceğiz." Yani "Muhalefetin getirdiği olumlu eleştiri ve öneriler muhalefetin teklifiyle değil, biz yaparsak ancak kabul olabilir." gibi anlaşılmaz bir yola, yönteme başvurulmuştur.
Şimdi, bir diğer husus, görüşmekte olduğumuz tasarının maddelerini tek tek ele aldığımızda aslında torba yasa tasarıları kapsamına girebilecek nitelikteki bir tasarıyla karşı karşıyayız. Ancak, torba yasa olabilecek bu yasa tasarısının maddeleri Sayın Başbakanın "Bir daha Meclis Genel Kuruluna 'torba kanun' olarak nitelendirilen çok maddeli yasaları getirmeyeceğiz." cümlesini tekzip etmektedir. Bu tasarının maddelerinin tamamı göz önünde bulundurulduğunda, geçen hafta, bu hafta ve önümüzdeki haftaya sarkacak olanları da değerlendirdiğimizde bir torba yasadır ve Başbakanın "Bir daha torba yasa gelmeyecek." sözü üzerinden bir yıl geçmeden bir torba yasa realitesiyle Meclis Genel Kurulu karşı karşıya kalmıştır.
Özellikle, HDP Grubu olarak gelir vergisiyle ilgili olan maddelere dair ifade etmemiz gereken en önemli ilkesel tutumlarımızdan biri şudur: Hükûmetin sıklıkla dile getirdiği "Biz iç ve dış sermayeyi çok önemsiyoruz. Eğer sermayeyi küstürürsek ve kaçırırsak ciddi problemler yaşarız." sözü aslında özünde bir krize işaret etmektedir. Bugün toplumun yaşadığı ve siyasi iktidarın ısrarla kabul etmekten imtina ettiği bir ekonomik kriz yaşanmaktadır ve sermayeye bu kadar yaslanmış, sermayenin olmaması durumunda kamunun kendini sirküle edebileceği gerçekliğinden kopmuş bir ekonomik yapı maalesef ama maalesef bir kriz ekonomisidir.
Buradan hareketle, sermayenin en önemli karakterinin koyduğu sermayenin çok çok üstünde kâr elde etmeksizin hiçbir yatırım yapmayacağı gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda sermayeye hizmet eden bir yasa tasarısıyla karşı karşıyayız. Bu yasa tasarısının amacı, ruhu, felsefesi; amacı kâr olan sermayeye hizmet etmektedir. Emeği ucuzlatan, vergi muafiyet koşullarını sermaye lehine yaratmaya çalışan bir yasa tasarısıdır. Gerek emeğin hak etmediği bir yerde kalmasını derinleştiren gerekse vergi adaletsizliği konusunda AKP hükûmetleri boyunca giderek derinleşen ve sermaye lehine tecelli eden bir vergi sistemiyle karşı karşıyayız.
Türkiye'nin ekonomideki en büyük sorununun gelirin adaletsiz bölüşümü olduğunu, ülkenin kaynaklarının ülkenin 78 milyon insanını doyurabilecek ve insanca yaşam koşullarıyla yaşamlarını sürdürebilmesine hizmet edecek kadar varlıklı olduğunu çok iyi biliyoruz. Ülkenin gerek tarımsal gerek hayvansal gerek üretime dayalı sanayi gerek hizmet sektörü açısından hiçbir kaynak problemi yoktur ancak ülkenin sahip olduğu kaynakların eşit bir biçimde, adaletlice bölüşümü gibi bir sorunu vardır.
Geçen hafta ifade ettiğim bir hususu tekrar ifade etmek isterim: Ülkedeki servet bölüşümünün rakamları AKP iktidarları döneminde hep sermaye lehine ve yüksek gelirliler lehine krizi derinleştiren ve makası açan bir istikamette ilerlemiştir.
Türkiye'deki vergi sisteminin adaletsizliği, bugün gelir ve servet eşitsizliği göz önünde bulundurulduğunda, artık bu gibi geçici yasalarla, vergi kanunundaki palyatif madde değişiklikleriyle giderilme düzeyini çoktan aşmış bulunmaktadır. Vergilerin yüzde 70'ini dolaylı vergiler oluşturmaktadır ülkemizde. Nüfusun ağırlığını oluşturan yoksul ve emekçi sınıflar gelirin ağır yükü altında ezilmektedir. Az gelirliler çok vergi vermekte, çok gelirliler ise çok küçük vergilerle ticari yaşamlarını sürdürmektedirler.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Sayın Vekilim, orada kimse yok, o tarafa bakın siz.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Onlar yasa maddeleri oylandığında iki dakika içerisinde buraya gelirler. Söylediğimizde maalesef iktidar partisi kızıyor. Sadece yoklamada ve maddelerin oylanması esnasında iki dakika içerisinde iktidar koltuklarını dolduran, sandalyelerini dolduran bir iktidar partisi gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzu üzülerek ifade etmek durumundayım.
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) - Muhalefet nerede? Onlar da yok.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Yasayı siz getirdiniz, onlar getirmedi, yasa size ait.
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) - Hep beraber yaptık.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Buna karşılık, nüfusun yüzde 20'lik bölümünü oluşturan varlıklı kesimin gelirin yarıdan fazlasına sahip olduğunu ve o geliri tüketemediği için... Bakın, yoksulların elde ettiği gelir sınırlı olduğu için gelirinin tamamını tüketiyor ve gelirinin tamamını tükettiği için de gelirinin tamamı vergilendirilmiş oluyor ama varsıllar üst düzeyde kazanç sağladıkları için ve gelirlerinin tamamını tüketmedikleri için önemli ölçüde vergiyle muhatap olma sorumluluklarından muaf tutulmuş oluyorlar. Bu koşullarda yoksuldan, emekçiden, ezilen halktan yana adil bir vergi sistemine ülkenin ihtiyacı vardır. Tek tek maddeler bazında değil, bir bütün olarak ülkedeki vergi sisteminin değiştirilmesine, bu değişiklik sürecinde de özellikle vergileri tabana doğru yayan değil, tavana doğru zorlayan, yüksek gelirliden daha yüksek oranda, az gelirlilerden ise daha düşük oranda vergiler alan veya belli limitin altında gelire sahip olanların ise tümüyle vergi muafiyetine sahip olduğu bir vergi reformuna ülkenin ihtiyaç duyduğunu belirtmek isteriz. Gelir Kanunu'nun baştan sona yenilenmesi, ezilen ve emekçiden yana bir perspektifle düzenlenmesi artık bir talep değil bir ihtiyaç olarak ülke gündeminde, siyaset gündeminde, yasamanın ve yürütmenin gündeminde veya önünde bulunmaktadır.
AKP döneminde banka ve şirketlerin kurumlar vergisi yükü yüzde 9'lar düzeyinde tutulmuş ve vergi yükleri hafifletilmiş, tek tek kâr, faiz, rant geliri sahiplerinin gelir vergisi olarak ödedikleri işçilerin ödediklerinin yanında çok çok cüzi düzeylere çekilmiştir. Buna karşılık, AKP döneminde, AKP Türkiye'sinde gelir vergisinin yüzde 60'ını ücretliler öderken, faizden gelir elde edenler sadece vergi yükünün yüzde 10'unu omuzlamıştır. Yine, müteahhitlerin gelir vergisi havuzuna yaptıkları katkı yüzde 4'ler düzeyindedir. Her yönüyle vergi emekçinin omuzlarındadır.
Bir diğer husus, Türkiye'de Muş, Bingöl, Ağrı başta olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki kentlerde yoksulluk oranı yüzde 20 gibi artık dehşet verici bir orana ulaşmıştır. Mesele, göstergelerle oynayarak durumun düzeldiğini ifade ederek atlatamayacağımız kadar hazin bir durumdadır. İnsanların günlük yaşamında, alım gücünde, huzuruna, refahına ve mutluluğuna yansıyabilen bir ekonomik tabloya ve vergi realitesine ihtiyacımız vardır.
Burada özellikle Dostoyevski'nin "Karamazov Kardeşler" romanında ifade ettiği üzere "Yoksulluk, insanların işlemediği suçların cezasını çekmektir. Yoksulluk, yoksulların işlemedikleri suçların cezasını çekmekten başka bir şey değildir." Ülkemizde de yoksulların tablosunu, perspektifini, görüntüsünü çok iyi ifade etmektedir bu durum.
Bir diğer husus... Yürürlük maddelerinden birinde, özellikle Adalet Komisyonuna gidip tartışılmasını ısrarla istediğimiz ve muhalefet partileri olarak Adalet Komisyonunda tartışılmadan Plan Bütçe Komisyonuna gelmemesini istediğimiz denetimli serbestlik maddesiyle ilgili bir hususa dikkat çekmek istiyorum.
Bakın, denetimli serbestlik sadece iyi hâlli hükümlülerin istifade edebileceği bir uygulama olarak beş yıldır ülkemizde yürürlüktedir. Bizim ise ısrarla vurguladığımız, Komisyonda da ifade ettiğimiz, muhalefet şerhimize de dercettiğimiz husus şuydu: Ülkedeki bütün hükümlülerin denetimli serbestlik maddesinden faydalanması gerekmektedir.
Bugün, bütün Genel Kurulla paylaşmak istediğim bir hususu arz etmek istiyorum. Bakın, denetimli serbestlik maddesinden istifade eden iyi hâlli hükümlüler kimlerdir, yasa maddesinden okuyorum:
1) Mal varlığına karşı işlenen suçlar.
Yani hırsızlık, dolandırıcılık, yağma ve görevi kötüye kullanma suçundan hüküm giyenler denetimli serbestlikten istifade ediyorlar.
2) Hayata karşı suçlar.
Kasten adam öldürmeden hüküm giymiş olanlar denetimli serbestlikten istifade ediyorlar.
3) Hürriyete karşı suçlar.
Tehdit ve şantaj, gasp suçundan hüküm giymiş olanlar denetimli serbestlikten istifade ediyorlar.
4) Özel hayata karşı ve şerefe karşı işlenmiş suçlar.
Bütün Genel Kurulun affına sığınarak ifade etmek isterim ki tecavüz, taciz suçlarından hüküm giymiş olanlar, hükümlerinin ve tutukluluk hâllerinin son bir yılını denetimli serbestlikle geçirebiliyorlar.
Peki, kimler istifade edemiyorlar? Siyasi tutsakların hiçbiri istifade edemiyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünden hüküm giymiş olanların hiçbiri istifade edemiyor. Örneğin, Özgecan Aslan'ın katili, süresi geldiği zaman son bir yılını denetimli serbestlikle geçirebilecektir.
Hüküm giymesi durumunda, gerçek tecelli etmiş bir adalet kapsamında ceza yemesi durumunda Reza Zarrab son bir yılını denetimli serbestlikten faydalanarak geçirebilecekti.
Peki, kim istifade etmez? Eğer Can Dündar ve Erdem Gül hüküm giyerse, yargılandıkları madde kapsamından -şu anda tutuklandıkları madde kapsamından söylüyorum- şu denetimli serbestlikten istifade edemeyecekler.
Düşünün, hırsızın, dolandırıcının, yolsuzluk yapanın, yetimin hakkını yiyenin, tecavüz ve tacizde bulunanın faydalandığı denetimli serbestlik maddesinden düşünce ve ifade özgürlüğü mahkûmları ve siyasi tutsaklar istifade edemiyorlar. Bu sebeple, Adalet Komisyonuna gitmesi gerektiğini ifade ettik ama iktidar partisinin oylarıyla ve oy çokluğuyla ihtisas komisyonunda, Plan Bütçe Komisyonunda reddedildi bu teklifimiz, bu önerimiz.
Sonuç olarak, değerli milletvekilleri, belirtmem gereken en önemli hususlardan biri şu: Evet, ülkemiz, iç ve dış politikada izlenmiş yanlışlıklardan ötürü büyük bir ekonomik kuşatma altına alınmış ve tablo giderek derinleşmektedir. Turizm gelirleri büyük bir tehdit altındadır, tarımsal üretim gelirleri ve ihracatı ciddi bir tehdit altındadır. Dış politikadan kaynaklı enerji kaynakları itibarıyla dışa bağımlı olan ülke gerçekliği önümüzdeki dönemde yükünü emekçinin, yoksulun çekeceği enerji kaynaklarının perakende bir sunuşuyla karşı karşıya kalacaktır. Bütün bunların nedeni, içte ve dışta barış değil, maalesef, çatışmacı bir kültürü esas alan ve ihtiraslarına esir olmuş bir AKP iktidarı ile saray gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Bugün ülkemizde son dört beş ayda yaşanan, sebebi ne olursa olsun, çatışmalı kültürü kendi şehir merkezlerinde bile sivil insanların da işin içerisinde öldüğü bir tablo ülkeyi ekonomik düzlüğe doğru ilerleten bir tablo değildir. Burada ekonomik olarak kalkınmanın en temel parametrelerinden birinin ülkede, gerek ülke içinde gerekse dışta barışçıl bir politika izlemekten geçtiğini çok iyi biliyoruz biz.
"Bugün, işte, elinde silah olanlar şehre indi diye 2015'te şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor." diyen ülkenin Cumhurbaşkanının nasıl yirmi beş yıl önceki söylemlerinin gerisine düştüğünü kendi cümleleriyle ifade edeceğim. 1991 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanıyken hazırladığı rapordan çok kısa bir pasaj okuyacağım: "Evet, bugün doğu ya da güneydoğu sorunu olarak adlandırılan sorun aslında bir Kürt sorunudur. Sorun, gerçekte ulusal bir sorundur yani Kürt sorunudur ve tarihin eski devirlerinden günümüze kadar Kürtlerin yaşadığı toprakların adı da 'Kürdistan'dır. Kürtlerin konuştuğu dil Kürtçedir, Türkçeyle ilgisi olmayan bir müstakil dildir. Bölgede Kürt sorunu dolayısıyla olağanüstü yasalar uygulanmakta ve bölge geniş yetkilere sahip olan genel bir vali tarafından idare edilmektedir. PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür taraftan PKK terörü arasında sıkışıp kalmıştır." diye ifade ediyor Sayın Cumhurbaşkanı yirmi beş yıl önce. "Özel timin bölgedeki uygulamaları âdeta hesap dışı, yasa dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ne can güvenlikleri söz konusudur. İnsanlara bölgede yaşam hapsedilmiş durumdadır. Bugün, güneydoğuda PKK eliyle sürdürülen silahlı mücadele şehre inmiştir." 1991 raporu.
Sayın Başkan, toparlamam için eğer...
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, bir dakika toparlamanız için ek süre veriyorum.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
"Devlet, kontrgerillasıyla, özel timiyle, harcadığı trilyonlarca lirasıyla, köy korucusuyla sorunun üstesinden gelemeyeceğini anlamak zorundadır. Bu temelde, devlet terörü de kınanmalıdır." Rapordan okuyorum. Bakın, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. "Bu temelde, devlet terörü de kınanmalıdır." En son cümle olarak şunu ifade edeyim: "Devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir." Recep Tayyip Erdoğan yirmi beş yıl öncenin çok çok gerisine düşmüş bir konsepti, o gün iflas ettiğini iddia ettiği konsepti 2015 yılında bugün Kürt şehirlerinde sivillere karşı uygulamaktadır. Bu yönüyle de, hiçbir şekilde başarılı olma şansının olmadığını kendisinin teyit ettiği bir politikayı uygulama acizliğiyle Türkiye karşı karşıyadır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum ve bu temelde de söz konusu yasa tasarısına grup olarak muhalefet edeceğimizi belirtmek isterim.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)