| Konu: | Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 26 |
| Tarih: | 12.01.2016 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, 60 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Esasa geçmeden önce, bu torba yasanın usul açısından birçok yönüyle problemli olduğunu Komisyon çalışmaları sırasında bütün muhalefet partileri üyeleri olarak ifade ettik. Özellikle usul açısından problem taşıyan noktaların bir kısmını benden önce söz alan muhalefet partisi hatipleri dile getirdiler. Hükûmetin ve AKP'li yetkililerin bir daha torba yasa çalışmalarının olmayacağını ve bunun Başbakanın talimatı olduğu yönündeki beyanatlarının Başbakan Yardımcısı tarafından ifade edilmesi üzerinden daha bir yıl geçmedi. Ancak, Plan ve Bütçe Komisyonunda torba düzenlemeye dair bakan ve Komisyon Başkanının da bu konuda torba yasaları çok savunabilir durumda olmadıklarını müşahede ettiğimizi ifade etmek isterim fakat bugün yeniden yasama faaliyetini, deyim yerindeyse, ayaklar altına alan birçok düzenlemeyi içermektedir bu torba yasa.
İlgili ihtisas komisyonlarının hiçbirinden görüş alınmamıştır. Değerli arkadaşlar, sadece bu 21 maddelik torba yasada en az 5-6 ihtisas komisyonundan geçerek Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmesi gereken maddeler diğer ihtisas komisyonu bölümleri pas geçilmek suretiyle, deyim yerindeyse, yangından mal kaçırılırcasına yasalar çıkarılmaktadır. Bir: Bu maddelerin Adalet Komisyonuyla ilgili boyutu vardır, Millî Savunma Komisyonuyla ilgili boyutu vardır, Anayasa Komisyonuyla ilgili boyutu vardır, Dışişleri Komisyonuyla ilgili boyutu vardır, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuyla ilgili boyutu vardır, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar Komisyonuyla ilgili boyutu vardır. Bu saydığım ihtisas komisyonlarında bu maddelerin büyük çoğunluğu görüşülmeden Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmesi yasama faaliyeti açısından birçok probleme tekabül etmektedir. Birazdan açacağım üzere, özellikle Değerli Komisyon Başkanımızın bu itirazlarımıza verdiği cevap çok manidardır. Bu komisyonlardan siparişle getirilmiş birer görüş üzerinden, fiilî imkânsızlık nedeniyle komisyonumuzun toplanamayacağı ifade edilmekte, "Plan ve Bütçe görüşsün." Anayasa'yla direkt ilgili boyutu var, "Toplanma zaman ve fiiliyatına, pratiğine sahip değiliz." Dışişleri, Millî Savunma, Çalışma ve Sosyal İşler hak getire. Biz de Komisyon çalışmalarında itiraz ettik: "Oldu olacak, bütün ihtisas komisyonlarını lağvedelim, Meclisi bir tek ihtisas komisyonuna indirgeyelim, 'Meclis Plan ve Bütçe Komisyonundan ibarettir.", siz sağ biz selamet kurtulalım! Düşünün, askerlikle ilgili 2 temel madde var, Millî Savunma Komisyonunun görüşü yok. Sayıştayla ilgili bölüm, fazla değil, iki yıl önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, bir düzenleme bir iki kelime değiştirilerek zorla Meclisten geçirilmeye çalışılmakta, Anayasa Komisyonunun görüşü yok.
Burada özellikle ifade etmek isterim ki yasama faaliyeti boşa çıkarılmıştır bizzat siyasi iktidar tarafından. İhtisas komisyonları yok sayılmıştır. Oldu olacak, açık söylüyorum, bütün ihtisas komisyonlarını birleştirelim, bir tek komisyon üzerinden bu işi yürütelim çünkü iktidarın acelesi var, yangından mal kaçırıyoruz biz. Enine boyuna tartışılmadan, uzman görüşleri gelmeden, tali komisyonlarda görüşülmeden yasa maddeleri geçirilmeye çalışılıyor. Özellikle, Anayasa Mahkemesinden dönmüş ve önceki torba teklifte madde metninden çıkarılan Sayıştayla ilgili düzenleme gibi, Anayasa'ya aykırılık teşkil ettiği Anayasa Mahkemesi tarafından tescil edilmiş olan bir tasarıyı bütün itirazlarımıza rağmen Komisyondan geçirmiş, Genel Kurula indirmiş bulunmaktayız.
Burada usul üzerine söylenebilecek çok husus olmakla birlikte, özellikle askerlik, asgari ücretle ilgili, özellikle varsıllara, büyük şirketlere, büyük ölçekli iş çevrelerine dönük yaratılan pozitif ayrımcılığa dair görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Bütün demokratik ülkelerde vatandaşın bir konu hakkındaki beyanı esas iken antidemokratik ülkelerde vatandaşın değil, devletin talimatlarının esas alındığı ve topluma zorla dercedildiği fiiliyatıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu konular kamu uygulamalarında birçok çelişki yaratmaktadır. Öncelikle, vatandaşların sonraki hayatlarını etkileyecek bir dizi mağduriyet silsilelerini açığa çıkarabilecek olan ve kamuda da verilen kararların yanlışlıklarından dolayı tazminat yüklerine ve yanlış algıların yerleşmesine neden olacak düzenlemeler Meclise indirilmiş bulunmaktadır.
Askerlik konusu, Türkiye'nin en üst hukuksal metni olan, o faşist 12 Eylül darbesinin gölgesinde çıkarılmış olan 12 Eylül 1982 Anayasası'nda bile zorunlu değildir. Bakın, o askerî darbenin ürünü olan Anayasa'da bile askerlik zorunlu olarak neşredilmemiştir. Şöyle ki: Bir birey çeşitli nedenlerden dolayı askerlik kurumunun içerisinde yer almak istemiyor olabilir. Üyesi olmaya çalıştığımız, bunun için büyük çabalar sarf ettiğimiz Avrupa Birliği üyesi ülkelerin büyük bir çoğunluğunda zorunlu askerlik yoktur ve vicdani ret kanuni anayasal güvence altındadır. Bazı yurttaşlarımız savaşlara karşı olma... Savaşan bir ordunun parçası olmak istemiyor olabilir. Emir vermek veya emir almak istememe, itaat etmek istememe bir haktır, şiddet kullanmayı ve insan öldürmeyi reddetme, dinî inançları bağlamında savaşa, savaşmaya, savaş eğitimi almaya, insan öldürmeye karşı olma, politik olarak ordusuz, sınırsız ve devletsiz yaşamayı düşünüyor olma bir haktır. Tüm bu nedenlerden bağımsız ve çok farklı bir nedenden dolayı da bir birey vicdani olarak askerlik yapmak istemiyor ve reddediyor olabilir. Bu, bütün uluslararası hukukta tanınmış, güvence altına alınmış vicdani ret hakkıdır. Bu olasılıkların hepsi yeterince makul ve kabul edilmesi gereken durumlardır. 12 Eylül Anayasası'nda bile askerlik zorunlu bir durum olarak belirtilmemekte, Türkiye Anayasası "Her vatandaşa din ve vicdan özgürlüğü hakkı tanınmaktadır." diye bir maddeyi kapsamaktadır.
Yine, 12 Eylül darbe anayasasının doğrudan askerlikle ilgili 72'nci maddesi şöyle demektedir: "Vatan hizmeti her yurttaşın hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir." Buradan çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere askerlik zorunlu değildir, en azından anayasal bir talimat altına alınmamıştır. Sadece, nasıl yapılacağı kanunlara bırakılmıştır. Bununla birlikte, vicdani ret hakkı, Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nde düzenlenen din ve vicdan özgürlüğünün korunması altındadır. AİHM bu içtihadının gereği olarak, ilk olarak 2011 yılında Ermenistanlı bir vatandaşın açtığı davada tavrını ortaya koymuş, bir içtihat oluşturmuştur. Daha sonra, Türkiye'den vicdani retçilerin 4 tane başvurusu, ayrı davalarda din ve vicdan özgürlüğünün ihlalinden Türkiye'nin mahkûm olmasına neden olmuştur.
Dövizli askerlikle ilgili bu torba yasa içerisinde bulunan maddeyle alakalı olarak: Dövizli askerlikle ilgili bu düzenleme konusunda Komisyonda yaptığımız görüşmelerde Komisyona uzman olarak katılan Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu olan subay sorduğumuz soru üzerine şöyle bir cevap vermiştir: "Çifte vatandaşlığa sahip ve askerlik hizmetini yapmamış bazı yurttaşlarımızın bulundukları ülkeler zaman zaman iki ülkeden birinin yurttaşlığını seçmeyi zorunlu kılmaktadır." Ve bunun yanı sıra bütün Komisyon üyelerine Dışişleri Bakanlığının bir bilgi notu dağıtıldı. Bilgi notunda şunu söylüyor: Yurt dışında 5 milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı var. Bunun 2,7 milyonu Almanya'da yaşamaktadır. Almanya'da özellikle 18 yaşına geldiğinde iki yurttaşlıktan birini, 18-23 yaş arasında, tercihi o çifte vatandaşa sorulduğunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde 95'i tereddütsüz Alman vatandaşlığını seçmektedir ve Komisyondaki uzman katılımlı, uzman kimliğiyle katılan subayın söylediği husus şudur ve bunu da, Millî Savunma Bakanımız yoktu, orada Hükûmet adına bulunan bakan, "Özellikle 6 bin eurodan bedelli askerliği bin euroya düşürmek suretiyle biz özellikle bu çifte vatandaşlıktan birinin tercihinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını -kendi deyimleriyle Türk vatandaşlığını- teşvik etmeyi murat ediyoruz."
Düşünün, 5 bin euroyla Türklüğe kodlanmış milliyetçilik teşvik edilmektedir, paraya indirgenmiş bir milliyetçilik gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Oldu olacak tümden kaldıralım, vicdani ret hakkını getirelim, Türk milliyetçiliğini daha fazla teşvik etmiş oluruz. Bunu Dışişleri Bakanlığının notuyla Komisyonda Hükûmet adına görüş beyan eden Sayın Hükûmet üyesinin düşüncesi olarak ifade etmekteyim. Oysaki bir Avrupa Birliği üyesi ülke ile Türkiye arasında zaten -ben bir coğrafyacı olarak ifade edeyim- iç veya dış göçün, dinî nedenli, siyasi nedenli, savaş nedenli, ifade hürriyeti nedenli, ne nedenle olursa olsun göçlerin ortak bir paydası vardır; daha iyi yaşam arayışı. Zaten Avrupa'ya göç etmiş olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Avrupa'da daha iyi yaşayacağını murat ederek göç etme kararı vermiştir ve orada sadece askerlik üzerinden oranın yurttaşlığını tercih etmeye indirgenmiş bir yaklaşımın sakat olduğunu düşünüyoruz. Sosyal yaşam, refah düzeyi, kişi başına düşen millî gelir, askerliğin zorunlu olmaması, demokrasi, barış, özgürlük standartlarının yüksek olmasıdır onu o ülkeye göçerten ve oranın vatandaşlığını tercih etmesine neden olan. Biz ne yapıyoruz? Parayla teşvik edilen bir milliyetçilik üzerinden durumu kotarmaya çalışıyoruz. Eğer bulunduğu ülkeyi seçiyorsa bir yurttaşımız demek ki o ülkeyi Türkiye'ye yeğlemiştir. Milliyetçi bir düşünceyle ilk önce askerlikle bu insanları Türkiye vatandaşlığında tutma isteği sadece kâğıt üstünde görünen bir vatandaşlıktan başka bir şey değildir. Bununla milliyetçiliğe bile halel getirdiğinizin farkında değilsiniz.
Yine, Nüfus Kanunu'nda yapılan değişiklik üzerine:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun tasarısındaki maddelerden bazıları yeni kimlik kartlarıyla ilgilidir. Özellikle biyometrik kimlik üzerinden kişisel verilerin devlet arşivine alınıyor olmasının altında yatan ve kamuoyunda da tartışıldığı üzere bir fişlenme kaygısı, kuşkusu, algısı uyandırmaktadır. Ama ben, burada özellikle teknik ve biçim boyutundan çipli kimlik kartlarını geçerek içeriğine dair bir iki hususu ifade etmek istiyorum. Komisyon aşamasında yaptığımız değerlendirmelerde de ısrarla dile getirdik. Nüfus cüzdanlarında bir kişiyi tanımlayan şüphesiz belli özellikler vardır; vatandaşlık numarası, adı soyadı, doğum yeri, tarihi, ana adı, baba adı ama problemli olan, evrensel hak ve hürriyetler açısından da bir sıkıntıya tekabül eden din hanesidir. Türkiye'de son yüz yılda özellikle ulus devlet oluşturma çabası ve kaygısı uğruna Türklüğe, Müslümanlığa ve Sünniliğe indirgenmiş ve kodlanmış olan bir vatandaşlık algısının kimlikte tanımlanıyor olması ve yüz yıl içerisinde Müslüman olmayan yurttaşlarımızın bilinçli bir politikanın ürünü olarak azaltılmış hâle getirilmesi onların kamuda yaşam alanlarını daraltmıştır. Adı Türkçe değilse, bir de "Dini" bölümünde Müslümanlık dışında bir ibare varsa bütün ötekileştirme muamelelerine kamuda maruz kalması sonucunu zaten doğurmaktadır. Bu konudaki özellikle "Dini" ibaresinin kimlikte bulunmaması gerektiği, bunun evrensel hak ve hürriyetler açısından da zorunlu olduğu yönündeki önergemiz iktidar partisi üyeleri tarafından reddedildi. Biz de, ironik olsun diye, "Oldu olacak, 'Dini' hanesi kaldırılmıyorsa, bari 'mezhep' hanesini de kimliğe ekleyelim." dedik. Ayrıştırma ve ötekileştirmeyi tam derinleştirelim. Eğer bundan bir fayda göreceksek, kamusal bir fayda varsa, böyle bir değişikliğe gidelim. Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, vicdan, din özgürlüğüyle ilgili 9'uncu maddesine çok aykırı bir kimlik tanımlamasıdır ve özellikle bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2006 yılında vermiş olduğu bir karar özellikle din ve vicdan hürriyetiyle ilgili birçok kapsamı içermektedir. Buna göre sadece 2 maddesini okuyacağım:
"1) Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din ve inanç değiştirme özgürlüğüyle, tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı, ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
2) Din veya inancını açıklama özgürlüğü sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık ve ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlandırmalara tabi tutulabilir."
Bu bölümü de geçerek, özellikle Sayıştayla ilgili kanun maddesi üzerine: Hatırlanacağı üzere, AKP Hükûmeti daha önce de Sayıştayla ilgili bir düzenleme getirmiş, komisyon ve Genel Kurul aşamasından geçmiş, Cumhurbaşkanı onaylamış ama muhalefet partisinin Anayasa Mahkemesine taşıması üzerine Anayasa Mahkemesi şu kararı vermişti: Sayıştayın, kamu kaynaklarının kullanımına ilişkin denetim yetkisini ortadan kaldırdığı, yasama organının, yürütmenin bütçeyle ilgili işlemlerini kanunlara uygun bir şekilde yürütüp yürütmediğini denetleme imkânını sınırlayarak demokratik devlet ilkesine zarar verdiği gerekçesiyle 2013 yılında Anayasa Mahkemesi, yüzde 50'den az, yüzde 50'den fazla kriterlerinin yer aldığı denetim yetkisini Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmiştir. Aynı yasa şimdi geçirilmek isteniyor, daha Anayasa Mahkemesinin iki yıl önceki kararının mürekkebi kurumadan yine aynı madde geçirilmeye çalışılıyor. Göreceğiz. Bu süre içerisinde eğer Anayasa Mahkemesine götürülecek olan bu itiraz -yasalaşacak burada- oradan onay alırsa bizim için sadece şu realite karşımıza çıkmış olacak: İki yıllık süre içerisinde Anayasa Mahkemesinin daha fazla siyasallaşmış olduğu gerçekliğiyle karşılaşmış olacağız çünkü kendi kendini tekzip etmiş olacak ve öyle sanıyoruz ki bu süre içerisinde de AKP iktidarı yargıyı zaten daha fazla siyasallaştırmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle Maden Kanunu'nda yapılan değişiklikle sözlerimi bitirerek bu yasanın tümü üzerine aleyhte oy kullanacağımızı ifade etmek isterim. Türkiye'de emekçilerin iş cinayetlerinde verdikleri en büyük bedeller maden ocaklarında olmuştur. Türkiye'de her iş sektöründe iş kazası vardır ama maden sektöründe iş kazası değil, iş cinayeti ve iş katliamı vardır. 301 kişinin 1 defada öldüğü, hayatını kaybettiği bir ihmal "kaza" olarak nitelendirilemez, ancak "katliam" olarak nitelendirilebilir ve bu konudaki düzenleme hâlâ maden işverenlerini kollayan, koruyan bir içeriğe sahiptir. Çalışanların, maden emekçilerinin iş güvenliğini artıran düzenlemeler gerekiyorken ve özellikle bunların, maden ocaklarının tümüyle özel sektörden alınıp kamusallaştırılması hayati önemdeyken, hâlâ makyaj yasa maddeleriyle günü geçiştirmeye çalışıyoruz.
Yasanın tümü üzerine aleyhte oy kullanacağımızı ifade ederek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)