| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 19.01.2016 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; basın özgürlüğüyle ilgili birkaç noktaya değineceğim ama öncelikle bu Meclisin tarihî hafızasını hatırlayarak en azından buradan polemik yapılmasının ülke için de faydalı olacağını düşünüyorum. Ekmeğin karneyle alınması kötü bir şeydir. Bu anlamda, 1930'ların Türkiye'sini savunmak mümkün değil ama Anadolu çocuklarının Kore'ye kurban verilip Marshall Planı uğruna 3-5 kuruşa tenezzül edilerek NATO'ya sokuluşumuz da çok gurur duyulacak bir durum değildir. Dolayısıyla, bir şeyi eleştirirken biraz insaflı, biraz hakkaniyetli yapın.
"Demokrat Parti" dediğiniz şey, o çok övündüğünüz, çok savunduğunuz "Demokrat Parti" dediğiniz şey, CHP'den sadece toprak reformu nedeniyle ayrılmıştır, başka hiçbir neden yoktur. 1946'da kurulduğunda, Bayar ve Menderes, Demokrat Partiyi sadece toprak reformu konusunda CHP'yle ihtilafa düştüğü için ayırmıştır. Bu tarih hafızasıyla biz ne yazık ki ne bugünü doğru okuyabiliriz ne önümüzü doğru görebiliriz.
Yine, sadece, 1900'lü yılların başlarıyla ilgili değil ama yakın tarihle ilgili de ciddi bir hafıza kaybı yaşıyoruz çünkü faili meçhullerle ilgili, bu ülke, yaklaşık üç yıl Ergenekon terör örgütüyle oyalandı. Evet, neredeyse, bütün vakalar, bütün faili meçhuller Ergenekon terör örgütüne bağlandı. Şimdi de galiba önümüzdeki birkaç yılı Fethullah Gülen terör örgütüne ayıracağız. Bu yaklaşımla ne yazık ki ne yüzleşmek ne hakikati ortaya çıkarmak çok mümkün değil.
Basının siyasal karar süreçlerindeki rolü, sivil toplumun karar süreçlerindeki rolü, en az siyaset kadar meşrudur ve aslında birçok modern demokraside de basına tanınan statü, sivil topluma tanınan statü, parlamentodan, bürokrasiden daha geri değildir ama ne yazık ki ülkemizde -tek tek bunu beş on dakika sayamayacağım- çok yoğun, çok ciddi hak ihlalleri yaşanıyor, biz de bunları bu kürsüden her fırsatta dile getirmeye çalışıyoruz. Ama, nasıl siyasetin meşruiyeti, topluma hizmet ettiği ölçüdeyse, aynı şekilde aslında basının görevi de basının meşruiyeti de ülke çıkarları için, birilerinin hatırı uğruna gerçekleri saklamamaktan geçer, gerçeklerin savunusunu, gerçeklerin kavgasını, mücadelesini vermekten geçer. Bu ülkede 1.128 -sayı sonra arttı- akademisyen sadece "Suça ortak olmak istemiyoruz." dedi diye bir Cumhurbaşkanı tarafından hedef gösterildi.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Sadece mi?
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanının elbette ki bu akademisyenleri eleştirme hakkı vardır, katılmayabilir, doğru bulmayabilir ama bir Cumhurbaşkanının, içinde Chomsky gibi Bush'a kafa tutmuş, Tarık Ali gibi Amerikan politikalarına direnmiş isimlere "aydın müsveddesi" demesi doğru bir şey değildi, bunu hiç kimse savunamaz. Nasıl Cumhurbaşkanının onurunu, itibarını burada savunuyorsanız, aynı şekilde, oradaki 1.128 ismin de dünya barışı için, insanlık için nasıl büyük bedeller ödeyerek o işleri yaptıklarını, hiç olmazsa ilimlerine hürmeten, hiç olmazsa dirsek çürüttükleri, çaba sarf ettikleri akademik çalışmalara hürmeten daha saygılı, daha nazik, daha bir Cumhurbaşkanına yakışan tarzla sürdürmeleri beklenirdi.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Resmen teröre sahip çıkılıyor, nasıl sahip çıkabiliriz?
AYHAN BİLGEN (Devamla) - İfade özgürlüğü... Ne dediler, okudunuz mu siz metni?
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Evet.
REŞAT PETEK (Burdur) - "Devlet katliam yapıyor." dediler.
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Hayır, hiç öyle bir şey demediler, o metinde öyle bir şey yok. O metinde "Bu suça ortak olmayacağız." dediler. "Kimse ölmesin." dediler.
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) - Hangi suça Ayhan Bey?
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Dolayısıyla da bundan rahatsız olmaya gerek yok. Kaldı ki ifade özgürlüğü...
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Terör örgütüne "terör örgütü", "terörist" diyemiyor!
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Kim ne istiyorsa onu desin, bırakın ama "ifade özgürlüğü" denilen şey, siz de en az benim kadar iyi biliyorsunuz ki "ifade özgürlüğü" denilen şey, şoke edici, rahatsız edici düşünce açıklamasıdır. Eğer siz sadece sizin düşüncelerinizi savunanların özgürlüğünü savunuyorsanız zaten demokrasiyi savunmuş olmuyorsunuz. Sizi rahatsız eden, şoke eden düşüncelere tahammülünüz varsa ancak o zaman demokrasiden söz etmek mümkündür. Bakın, Bediüzzaman, size onun sözünü hatırlatmak isterim, der ki: "Hakkın hatırı her şeyden âlidir ve hiçbir hatıra feda edilemez."
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Hak olmak kaydıyla.
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Bu sözü Bediüzzaman siz sanıyorsunuz ki cumhuriyetin ilk dönem yöneticilerine karşı söyledi, öyle değil, Bediüzzaman, bu sözü kime söyledi biliyor musunuz? Abdülhamit'e söyledi, saraya söyledi, saraya. Saraya söyledi Bediüzzaman bu sözü, doğru değil mi?
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Çok doğru.
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Abdülhamit'le ilgili, belki bu salondakilerin çoğunun bilmediği, birçoğunun belki kabul edemeyeceği, içine sindiremeyeceği çok ağır sözleri kullandı. Mesela kullandığı bir ifadeyi aynen aktarayım: "O gammaz ve sansürcü danışmanlar, kendi ve aile fertlerinin menfaatini düşündüğü kadar âlimlerin teklifine kafa yorsalardı tarihî fırsat heba edilmemiş olacaktı." Eğer bugün de birileri bu akademisyenlerin çağrısını azıcık anlamaya ve ne demek istiyorlar, ne yapmak istiyorlar, bunu kavramaya çaba sarf etselerdi bugün belki polis çocukları da ağlamayacaklardı. Tıpkı Kürt çocuklarının ağlamaması için nasıl duyarlılık sergiliyorsa o aydınlar... Bugüne kadar, herkesin çocuklarını ayırt etmeden, babalarının mesleklerine, babalarının mezheplerine bakmadan, çocukların babalarının tabutuna sarılmaması için bir fırsatı daha, tarihî fırsatı değerlendirme fırsatı bulabilirdik.
Ne yazık ki ciddi bir kamplaştırma, ciddi bir hedef göstermeyle karşı karşıyayız. Önümde sadece Dicle Haber Ajansı personelinin yaşadıklarıyla ilgili birkaç başlık var, onlardan birkaçını okuyayım.
Diyarbakır'da Dicle Haber Ajansı bürosu basılıyor, 32 kişi gözaltına alınıyor ve gözaltındaki gazetecilerin ellerinde ve yüzlerinde barut izi olup olmadığına dair inceleme yapılıyor; bunlar muhabir.
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Sana göre...
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Başka bir şey yaptıklarına dair bir delil olsaydı, şimdiye kadar zaten yapılırdı.
Sur'da gözaltına alınıp serbest bırakılan Azadiya Welat muhabiri Ferit Dere gözaltında şu sözlere maruz kalıyor: "Bir gün kim vurduya gideceksiniz, Türk'ün gücünü o zaman göreceksiniz."
Yine, Yüksekova Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınan bir DİHA muhabiri, Nedim Türfent. Güvenlik görevlilerinin kendisine söylediği söz -gözaltı merkezlerinde kamera kayıtları var, eğer etkin soruşturma yapılırsa bunlar ortaya çıkar- "Defol git, çekme. Bir daha çekersen kafana sıkarız."
Bunun gibi, okuyabileceğim çok sayıda örnek var. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının sadece Dicle Haber Ajansının sitesini 28 kere erişime kapattığını bütün dünya biliyor ama basın konusunda söz söyleyen, bu kürsüye gelenler bilmek istemiyorlar, duymak istemiyorlar.
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) - Hangi hukuki gerekçeyle?
AYHAN BİLGEN (Devamla) - AİHM'de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde geçen yıl 3 dava gazeteciler lehine, Türkiye aleyhine sonuçlandı. Yine, Anayasa Mahkemesi 4 davada gazetecileri haklı buldu ve Türkiye devletinin uygulamalarını, Türkiye hükûmetlerinin uygulamalarını eksik, yanlış buldu.
Nokta dergisinden kayyum vakalarına kadar konuşulacak çok şey var ama bir şeyi daha hatırlatmak isterim: Demokrasi seçimle gelmek değildir.
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Nedir?
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Demokrasi sadece seçimle gelmek değildir. Seçimle gelmek demokrasi için gerek şarttır ama yeter şart değildir. Aynı zamanda nasıl yönettiğinizdir demokrasinin ölçütü ve seçimle gelmiş, diktatörlükle yönetilen ülkeleri saysam, yani sadece 5-6 tanesini söyleyeyim isterseniz, işte Paraguay gibi, Etiyopya gibi, Zaire gibi, Kongo gibi -Orta Doğu ve Orta Asya'dakileri saymıyorum- birçok ülke var. 1922'de Mussolini de seçimle geldi, Hitler de seçimle geldi ve 1934'te başbakanlık ile devlet başkanlığını birleştirdi. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Demokrasinin ölçüsü liderlerin olağanüstü işler yapmasında aranmaz; demokrasinin ölçüsü sıradan vatandaşların, korunma zırhı, dokunulmazlık zırhı olmayanların günlük işlerini olağanüstü iyi yapmalarında aranır. Ancak bu şartlarda demokrasinin varlığından söz edilebilir.
Sözlerimi bitirmeden önce, Hrant Dink'i anarken bir küçük hatırlatmada bulunmak istiyorum çünkü Hrant Dink'le ilgili galiba bu Meclis ortak bir irade koyabilecek pozisyonda değil. Hrant Dink Ermenileri savunurken aynı zamanda belki birlikte yaşama karşı direnç sergileyen çevrelere de, kendi yakınlarına, kendi cemaatine karşı da tavrı vardı. Bir örnek, ilginçtir, Kütahya Mutasarrıfı, Süleyman Nazif'in kardeşidir. Meşhur tehcir yıllarında Süleyman Nazif'in kardeşi tehcire ortak olmak istemeyip -o, Sayın Cumhurbaşkanının çok övgüyle bahsettiği- Enver Paşa'nın politikalarına direnmiştir ve tehcire ortak olmamak için de Süleyman Nazif'e mektup yazar, sorar, der ki: "Kütahya'da tehcir yapmamı istiyorlar, ne dersiniz?" Süleyman Nazif şöyle bir cevap yazar kardeşine: "Bizim ailemiz Müslüman ve Türk. Bu aileye böyle bir leke düşürme, bize yakışmaz." Sonra, Süleyman Nazif'in kardeşi görevi iade etmek için, istifa etmek için İstanbul'a yola çıkar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika...
BAŞKAN - Sayın Bilgen, ek süre veriyorum, tamamlayınız.
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Sırf o büyük vebale, o büyük insanlık dramına ortak olmamak için, o büyük günaha, o suça ortak olmamak için istifasını vermek üzere İstanbul'a gider. O sırada yerine vekâleten bakan kişi davul zurna çıkartır, der ki: "Müslüman olanlar kurtulacaklar, -yani işte kelimeişehadet getirenler kurtulacaklar- diğerleri tehcir olacak. Ve uzun bir yolculuktan sonra tekrar geri döner. Tabii ahali, oradaki Ermeni ahali, Kütahya Ermenileri tereddüt yaşar ne yapacağına dair. O geri döner, görevinin başına geçer ve der ki: "İsteyen gönüllü olarak Müslüman olmak istiyorsa olur ama ben burada olduğum müddetçe bu kara leke en azından bizim ailemize düşmesin istiyorum." Ve Süleyman Nazif'in, galiba kimse vatanseverliğinden, dindarlığından falan şüphe etmez. Osmanlı arşivlerine de baktığınızda göreceksiniz ki Kütahya, yolda hayatını kaybedenler gibi -resmî kayıtlara öyle girdiği için söylüyorum- en az kaybın olduğu şehirlerden birisidir.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)