GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:36
Tarih:09.02.2016

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yine, Genel Kurulun sevgili emekçileri, sizleri de saygıyla selamlıyorum.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca hazırlanan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik içeren kanun tasarısına dair grubum adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan; Bakanlığınızın ismi "sanayi" ile başlamıyor, "Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı" diyor. Şimdi, değerli arkadaşlar, bu yasa görünürde AR-GE'yi geliştirmeye, AR-GE'ye katkıda bulunmaya, AR-GE yapanlara çeşitli imkânlar sağlamaya dönük bir yasa gibi görünmekte. Ancak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin en önemli noktası, onu yapabilecek nitelikte yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duymasıdır. Şimdi "Sanayi Bakanlığı" denmiyor, "bilim" deniyor.

Dünyada sanayinin, teknolojinin, AR-GE'nin ve tasarımın gelişmesi aslında bir evrimsel süreç izler. Bu evrimsel sürecin başında önce bilgi üretecek ortamınız olacak, bir fikriniz olacak, bu fikri bilgiye dönüştüreceksiniz, bunu daha sonra bilimsel bir bulguyla destekleyerek teknolojiye dönüştüreceksiniz, ardından, teknolojiden sonra AR-GE ve tasarıma yöneleceksiniz. Oysa tasarıya baktığımızda, binanın bilgi yönü, teknolojiyi üretecek olan yönü yok ama tepeden bir bina inşa ediyoruz. Nasıl tepeden bir bina inşa ediyoruz?

Şimdi, değerli arkadaşlar, bilimsel bilgiyi Türkiye'de üniversiteler üretir. Üniversitelerde de "bilim" denince akla temel bilimler gelir. Türkiye'de temel bilimlerin durumuna bir göz attığımızda, neredeyse temel bilim yapamaz bir ülke konumundayız. Özellikle 2007'de AKP'nin üniversiteleri ele geçirmesinden bu yana üniversitelerde temel bilim çöktü. "Temel bilim" deyince akla fizik, kimya, matematik, biyoloji gelir; mühendislikler, tıp ve diğer alanlar buradan üretilen bilginin teknolojiye dönüştürülmesini sağlar. Şimdi, bilimsel bilginin olmadığı, bilimsel bilginin üretilemediği bir ülkede; bir bilim politikasının olmadığı, bilim politikasından sonra sanayi politikasının olmadığı ve oradan, teknoloji politikasının olmadığı bir ülkeye siz bir AR-GE ve tasarım politikası dizayn ediyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, temel bilimler; fizik, kimya, matematik, şu anda fen fakültelerinde verilen bu eğitim artık verilemez hâle gelmiştir. Temel bilimlerde, şu anda Türkiye'de Samsun'dan güneye bir dikme indiğinizde doğudaki fen fakültelerinin tamamı, batıdakilerin de önemli bir kısmı -yani birkaç üniversite hariç- öğrenci dahi alamaz duruma gelmiş ve sadece oralarda öğretim üyesi var ama öğrencisi yok, bilimsel üretim yapacak ortamı yok. Böyle düşündüğünüzde... Şimdi, siz bir ülke düşünün ki bilimini üretecek insanlar yani o ülkede eğitimden en az nasibini alanlar bu fakültelere gelecekler, ki önemli bir kısmı kontenjanlarını 5'e, 10'a, 15'e düşürmelerine rağmen tercih yapamadıkları için öğrenci alamaz duruma gelmiş ve kapatılmakla yüz yüze gelmiş, fiilî olarak aslında kapanmış. Şimdi, eğitimden en az nasibini alan toplumsal kesimlere, öğrencilere "Gelin, bana bilgi üretin, bilim üretin." diyorsunuz.

Şimdi, Komisyonda da bunu tartışmıştık, Sayın Bakan bilimsel makalelerimizin 4 kat arttığını ifade etmişti. Doğrudur, bilimsel makalelerimiz 4 kat arttı. Komisyonda da dile getirmiştim. Sayın Bakan "Bu makalelerin etki değeri yani 'impact' faktörü, artmış." demişti. Ben özellikle tekrar inceledim, artan makale sayısına rağmen, 4 kat artmasına rağmen etki değeri düşmüştür Sayın Bakan, oransal olarak düşmüştür. Yani, siz bir makale üretiyorsunuz, bu makaleniz okunmuyor, başkaları tarafından onlara bir atıf yapılamıyor, sadece ve sadece bir kâğıt kalabalığı yapıyorsunuz.

Fen fakültelerinin öğrencileri hem niteliksiz yetişmekte hem de zaten iyi eğitim almamış olan öğrencileri aldığı için bilimsel olarak nitelikli insan gücü yetiştirme şansımız yok.

Şimdi, AR-GE faaliyetlerini kim yapacak Sayın Bakan? AR-GE faaliyetlerini bilimsel niteliği, uzmanlığı gelişmiş olan insanlar yapacak. Peki, bu yoksa AR-GE faaliyeti aslında yapılıyormuş gibi olacak. Kâğıt üzerinde, aslında bu yasa kadük bir yasa değerli arkadaşlar. Bu yasayı temeli olmayan bir bina gibi düşünün. Bu yasa mevcut duruma bir değişiklik getirmeyecek, mevcut durumu değiştirmeyecektir.

Bugün üniversitelerimizin geldiği duruma baktığımızda, "her ile bir üniversite" demek, maalesef, orada bilimsel bilginin geliştiği, üretildiği anlamına gelmiyor. Devlet, üniversiteleri tamamen siyasi ve ekonomik kaygılar güderek, kendi iktidar amaçları doğrultusunda bir araç gibi kullanıyor. Bugün bölgemizdeki üniversitelerin tamamı, her biri ayrı ayrı bir gruba ihale edilmiş, bir kadrolaşma aracı hâline dönüştürülmüş ve ne bilimsel, teknolojik donanımı olan yerler ne de bilgi üretebilecek koşullara sahip olan yerler. Bilimsel bilgiyi üretmek için değerli arkadaşlar, paranın olması gerekmez. Para önemlidir, önemsizdir demiyorum ama her şey parayla değildir. Bilimsel bilginin üretimi bir fikriyat işidir. Bir fikriniz olacak, bu fikrinizi uygulama alanınız olacak, deneme alanınız olacak, tekrarlama şansına sahip olacaksınız. Bu tekrarlanabilir bilgi daha sonra bir bilimsel bilgiye, bulguya dönüştüğünde teknolojiye uygulanacak ve teknoloji AR-GE ile en iyi noktaya, tasarımla en iyi noktaya taşınacak. Şimdi, üniversitelerinizin araştırma yapma koşullarının olmadığı; fikirlerin tamamen devletin erki doğrultusunda şekillendiği; özgür, bilimsel üretim ortamının olmadığı bir yerde bilimsel gelişmişlikten, bilimsel bilgiden bahsetmek mümkün değil değerli arkadaşlar.

Yine, Komisyonda dile getirmiştim değerli arkadaşlar, Birleşik Arap Emirlikleri veya Suudi Arabistan bir zamanlar tüm önemli bilim insanlarını bir araya getirip, işte, ben de bilimde rekabet edeyim diye bir alan kurdu. Fakat, bilimsel bilginin üretim koşulları olmadığı için, maalesef, bugün Suudi Arabistan'ın da, Birleşik Arap Emirlikleri'nin de durumu aşağı yukarı bilimde bizim gibidir; bilimi üreten değil, teknolojiyi üreten değil, dışarıdan alan.

Türkiye'nin sanayi ihraç mallarına baktığımızda da değerli arkadaşlar, üst düzey gelişmiş bir teknoloji ihracımız yok. Bizim ağırlıklı olarak düşük ve orta teknolojiye dayalı ürünler ihracımızı oluşturuyor ve bu, toplam ihracatımızın içerisinde yüzde 2'dir. Hani zaman zaman kendimizi gelişmekte olan ülkelerle kıyaslarız ya, örneğin Çin gibi, örneğin Güney Kore gibi, örneğin Brezilya gibi. Değerli arkadaşlar, bu oran Çin'de yüzde 28, Güney Kore'de yüzde 29, Brezilya'da yüzde 11'dir. Şimdi, bilimsel bilgi üretme koşullarının olmadığı bir ülkede, üniversite öğretim üyelerinin özgürce düşüncelerini ifade edemedikleri ve tamamen devletin ideolojisi çerçevesinde şekillenen bir ortamda bilimsel bilgiden bahsetmek mümkün değildir. Bugün, öğretim üyelerimiz ülkemizde yaşanan bir savaşa, ülkemizde yaşanan katliamlar zincirine ortak olmayacaklarını ifade ettikleri için, "Bu ülkede çocuklar ölmesin." dedikleri için, "Bu ülkede insanlar ölmesin, bu ülkede savaş dursun." dedikleri için maalesef, bildiğiniz üzere, Sayın Cumhurbaşkanının emriyle, YÖK'ün talimatlarıyla, rektörlerin açtığı soruşturmalarla karşı karşıya kaldılar ve 1.128 öğretim üyesi hakkında çeşitli soruşturmalar açıldı, çeşitli cezalar verildi, bir kısmı sorgusuz sualsiz kapı önüne konuldu.

Değerli arkadaşlarım, şimdi böyle bir ortamda YÖK, daha fen fakültelerini yani bilim üretecek fakültelerini dizayn edememişken bir suçlu mahkemesi midir, fikir suçlarını inceleyen bir mahkeme midir ki Sayın Cumhurbaşkanının talimatı doğrultusunda derhâl soruşturma açılıyor, rektörler harekete geçiyor ve öğretim üyeleri kapı önüne konuluyor sorgusuz sualsiz? Sabahın köründe öğretim üyelerinin kapısına polisler, savcılar dayanıyor. Bunlar ne yapmışlar peki, ne ifade etmişler? Bunlar sadece ve sadece "Yaşanan suça, insanların ölümüne biz ortak olmayacağız." demişler.

Şimdi, değerli arkadaşlar, böylesi bir ortamda maalesef, bilimsel bilgiden bahsetmek, teknoloji ve sanayinin gelişmesinden bahsetmek, orada da AR-GE faaliyetleri ve tasarım faaliyetlerinin sonuç vereceğinden bahsetmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, bir başka önemli şey: Dünyada bilimin bir literatürü var. Bu literatürü, biz, evet, içeride faşizan yöntemlerle baskılayabiliriz ama dünyanın kullandığı literatürü değiştiremeyiz. Bugün, bu kanuna yazdığımız muhalefet şerhinin bir yerinde "kürdistan" kelimesi geçiyor diye maalesef, kitapçığa konulmadı değerli arkadaşlar. Muhalefet şerhimizin şu kitapçıkta mutlak olması gerekiyordu çünkü Komisyonda da yazdığımız raporun içeriğine baktığınızda da ne kadar nitelikli eleştiri yaptığımız apaçık ortadaydı.

Değerli arkadaşlar, Kürt ve kürdistan bir gerçekliktir. Siz, bunu içeride baskılayabilirsiniz, yasaklayabilirsiniz, ama zaman zaman kendiniz de kullanıyorsunuz, işinize geldiği zaman alkışlayabiliyorsunuz. Örneğin, Sayın Cumhurbaşkanı "kürdistan" dediğinde, güneydoğu, doğu tarifi yaptığında "kürdistan" dediğinde, Karadeniz'in doğusuna "lazistan" dediğinde, AKP sıralarındaki arkadaşların tamamı alkışlayabiliyor ama biz ifade ettiğimizde maalesef işte görüşlerimizin kitapçıkta yer alması engelleniyor. Bunu engelleyebilirsiniz ama biz bunları, bu fikirlerimizi burada söylemeye devam edeceğiz.

Şimdi, bir diğer nokta: Değerli arkadaşlar, sanayi, bilim, teknoloji ne içindir? Bir ülkenin kalkınması, bir ülkenin zenginleşmesi ve hakça, adilce paylaşımı içindir. Bugün, baktığımızda, şu anda kürdistanda yürütülen savaşta, oradaki üniversitelerde bilim yapma ortamı var mıdır? AR-GE dediğinizde, aklınıza sadece İstanbul, Ankara mı gelmektedir? Siz, bu Meclis kürdistan illerini temsil etmiyor mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bu Meclis Diyarbakır'ı, Van'ı, Şırnak'ı temsil etmiyor mu? Her ile bir üniversite açtığınızda sorun bitti mi? Ve o üniversiteleri ne hâle getirdiniz biliyor musunuz? Her birini bir gruba devrettiniz, orası sadece bir örgütlenme alanı olarak gelişti.

Bakın, biraz önce öğrencilerin tercihlerinden bahsetmiştim. Öğretim elemanı istihdamı, memur istihdamı tamamen yandaşlık politikası üzerine oturtulmuş durumdadır. Benim öğretim üyeliği yaptığım fakültede kendilerine yakın olan bir öğretim elemanına doktorası bittikten sonra kadro vermek istediler, bir ilan verdiler, "Kriyojel alanında doktora yapmış olmak" dediler, meslek yüksekokuluna atadılar. Aynı ilanla bir yıl sonra eczacılık fakültesine ilan açıldı, yine, "Kriyojel alanında doktora yapmış olmak" diye eczacılık fakültesine alındı.

Şimdi, bu kadar yandaş örgütlenme, bu kadar bilimsel nitelikten yoksunluk, bu kadar adam kayırma, adama göre iş bulma -işe göre adam değil, adama göre iş bulma- politikasıyla siz AR-GE'de nereye varabilirsiniz ki değerli arkadaşlar? Bugün üniversitelerin durumu içler acısıdır. Temel bilim yoktur, fizik, kimya, matematik bu ülkede yerle bir edilmiştir. Fen fakülteleri, kağıt üzerinde bilim üreten fakültelerimizdir -biraz önce söyledim- neredeyse tercih edilemez durumdan kaynaklı olarak kapatılmakla yüz yüze kalmıştır.

Değerli arkadaşlar, "Her ile bir üniversite" dediklerinde -biliyorsunuz, daha önce üniversite açmanın temel şartı fen fakültesi olmasıydı- her üniversiteye bir fen fakültesi açıldı, kadrolar 35-40'tayken bir gecede YÖK'ün kararıyla 80'lere taşındı. Bilim adamı olacak fizik, kimya, matematik mezunlarının ortalıkta sayıları artmaya başladı, daha önce öğretmenlik hakları varken bu hakkı ellerinden aldık ve tamamı işsiz kaldı. Bugün -bir bilgidir- işsizlik oranının yüzde 25'i üniversite mezunudur. İşte, bunların ağırlıklı kısmı da değerli arkadaşlar, üniversitelerin fizik, kimya, matematik bölümlerinden mezun olanlar. İş bulamadıkları için uzman çavuş olmakta, polis olmakta ve savaşa sürülmekte ve maalesef, bu çatışmalı ortamdan kaynaklı olarak ölmekteler.

Değerli arkadaşlar, bugün, bu Komisyonun bir üyesi olan arkadaşım Faysal Sarıyıldız, maalesef, aylardır burada yasama faaliyetlerine katılmıyor. Cizre'de bir vahşet bodrumu yaşanıyor, biz haftalardır anlatmaya çalışıyoruz ve "Orada insanlar ölüme terk edildi." diyoruz ama bir türlü sizin vicdanınıza ulaşamadık. Sizin vicdanınızda... İnsanların ölümünü, bir Kerbelâ'nın yaşanmasını, bir Madımak'ın yaşanmasını maalesef, günlerdir söylememize rağmen engelleyemedik. Bugün bölgede yaşanan bir Kerbelâ'dır, bir Madımak'tır ve bunun sorumlusu AKP Hükûmetidir, AKP'nin bizatihi kendisidir. Siz oradaki vatandaşlarımızı ölüme terk ettiniz. Bakın, Sayın Başbakan büyük medya patronlarını pazar günü Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde ağırladı ve orada medyaya bir ayar çekildi. Bu katliam biliniyordu, bu katliamın bu şekilde bir psikolojik etkiyle yer almaması, kamuoyuna duyurulmaması, üstünün kapatılması konusunda medyaya ayar çekildi. TRT bir gün kendiliğinden sanki "60 ölü var." dedi, sanki kamuoyunun, Hükûmetin bilgisi dâhilinde değilmiş gibi davranılıyor.

Değerli arkadaşlar, TRT'ye aldığınız çaycı bile...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - ...Hükûmetin yandaşıdır, bunu hepimiz biliyoruz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Evet.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Şimdi, böyleyken, TRT kendi başına çıkıp bu açıklamayı yapmadı.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Evet, doğru söylüyor.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Anadolu Ajansı başka bir şey söylüyor, TRT başka bir şey söylüyor. Ve kaygımız odur ki orada onlarca, 60'ın, 70'in üzerinde insan katledilmiştir, bir infiale neden olmamak üzere bunlar parça parça kamuoyuyla tanıştırılmaktadır, bu şekilde kamuoyunun öfkesi dindirilmeye çalışılmaktadır. Siz bu öfkenin, bu ateşin altında kalacaksınız.

BAŞKAN - Süreniz dolmuştur Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Yol yakınken bundan vazgeçmenizi istiyoruz ve barıştan başka çıkar yol yoktur diyoruz.

Saygılarımla. (HDP sıralarından alkışlar)