GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:45
Tarih:26.02.2016

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, herhâlde seyircisiz oynama cezası alınmış bir maç gibi şu anda Genel Kurul.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Bizim bileceğimiz bir şey ya, siz konuşun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yani olmazsa İç Tüzük'ün 72'nci maddesine göre çalışmanın devamı veya şeyine karar verirsek oylamaya herkes gelir.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Yok, gerek yok.

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, naklen yayın var ya, hem de güzel bir saatte.

Buyurun efendim.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Evet, teşekkürler Sayın Başkan, sağ olun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - 78 milyon izliyor!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şüphesiz her parti açısından ve özellikle bir bütçeyi hazırlayan siyasi iktidarlar açısından bütçeler, bütçe yasa tasarıları hükûmetlerin faaliyetlerine meşruiyet kazandırmak için siyasal, ekonomik ve önemli yönetsel belgelerdir. Bütçeler aynı zamanda sosyal sınıflar arasındaki bir mücadelenin de alanı anlamına gelmektedir. Egemenler ile yöneten sınıflar arasındaki en önemli ekonomi ve maliye politikası araçlarıdır. Ayrıca bütçe yasa tasarıları hükûmetlerin emek, demokrasi, sosyal hak ve özgürlükler, insan hakları, farklı etnik kimlikler, inançlar ve farklı cinsiyetlere eşit yaklaşım konularındaki duruşlarının en önemli göstergeleridir. Bu temelde, gerek geçici gerekse merkezî yönetim bütçesi anlamında ilişkileri itibarıyla dört hafta boyunca devam etmiş torba yasalarla birlikte değerlendirildiğinde 2016 yılı merkezî yönetim bütçesi yaklaşık iki buçuk aylık bir çalışmanın ürünü olarak bugün Genel Kurula indirilmiştir.

Sayın Başkan, özellikle bugün bütçe görüşmeleri üzerine siyasi partilerin konuşmaları başlamadan önce usul üzerine başlattığımız tartışmada ifade ettiğimiz üzere, tekrar belirtmek isterim ki, şu anda Genel Kuruldaki görüşme aşamaları da aynı komisyon gibi, komisyon raporları, komisyon raporlarına eklenen muhalefet şerhleri gibi aynı sürecin devamıdır. Düşünün, burada söylenen her şey Meclis zabıtlarına geçmekte, tutanaklardaki yerlerini almaktadır. Bizim günlerden, haftalardan beri ifade ettiğimiz veya gerek iktidar gerekse muhalefet partisinin diğer hatipleri tarafından burada ifade edilen her husus aynen Plan ve Bütçe Komisyonu raporuna eklenen yazılar gibi aynı sürecin devamını ifade etmektedir. Buradan bakıldığında, bizim burada söylediğimiz ve zabıtlara geçen her şey komisyon raporuna da muhalefet şerhimiz olarak eklenmek durumundadır çünkü aynı sürecin birer parçalarını ifade etmektedir. Şimdi, düşünün, ben burada her şeyi ifade edeceğim ama burada ifade ettiklerimin tutanağa geçmesi hususunda bir engel yok ama komisyon raporuna geçmesiyle ilgili bir problemin ön plana çıkarılmasını anlayabilmek mümkün değildir.

Öncelikle 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı'na dair düşüncelerimi ifade edeceğim; daha sonra da bu konudaki yasal mevzuata, anayasal mevzuata ve İç Tüzük'e aykırılıkla ilgili bölümlere dair de söylemlerimi rezervde tutmak üzere süreye göre bunlara da tekrar değinmeye çalışacağım.

Evet, 2016 yılı bütçesi, aslında önceki yıllarda AKP iktidarının hazırlamış olduğu bütçe yasa tasarılarına benzer bir biçimde, ifade etmek gerekir ki fakiri değil zengini, emeği değil sermayeyi, kadını değil eril zihniyeti, çevre ve ekosistemi değil doğanın talanını, yerelliği değil merkezî vesayeti güçlendiren, çoğulculuğu değil tekçiliği önceleyen bir özelliğe sahiptir veya en iyi hâliyle burada saydığımız dezavantajlı grupları avantajlılara karşı koruma amacı taşımayan, böyle bir içeriğe sahip olmayan bir bütçe yasa tasarısı olarak karşımızdadır. Ya değilse, ülkemizde özellikle fakirin zengine karşı korunması, emeğin sermayeyle arasındaki makas açısının kapatılması, kadının dezavantajlı konumdan özellikle erkek egemen sisteme karşı korunmasını önceleyen, çevresel, ekolojik ve ekosistemi koruyan, yerelliği, yerel demokrasiyi, yerel bütçelemeyi ön plana çıkaran, çoğulculuğu esas alan bir bütçe olmasını canıgönülden arzulardık, ancak şunu söyleyelim ki bazı hususları muhalefet partilerinden hatipler de dile getirdiler, ana muhalefet partisinin Genel Başkanının dile getirmiş olduğu hususu çok kısaca geçeceğim ama notlarım arasında vardı diye söyleyeyim.

Bakın, Komisyon aşamasında, Cumhurbaşkanlığı bütçesi görüşülürken, Cumhurbaşkanının Sayın Genel Sekreterine çok açık sorduk: "Yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın müştemilatıyla birlikte, tefrişatıyla birlikte maliyetinin 5 milyar dolar olduğu tevatürü orta yerde dolaşmaktadır. Bu yanılgılı bir ifade olabilir ama bunu düzeltmekle yükümlü olan sizlersiniz." Çok açık sorduk, cevap vermek istemedi, ısrar edince Sayın Genel Sekreter şu cümleyi kullandı: "Oranın inşaatı başladığında, sarayın inşaatı başladığında Başbakanlık binası olarak düşünüldüğü için, Başbakanlık bütçesinden karşılanmıştır. Bunu biz Cumhurbaşkanlığı olarak bilemeyiz."

Burada bulunan Komisyonumuzun değerli üyeleri de buna şahit oldular ve Komisyon tutanaklarına da geçti. Daha sonra beş Başbakan Yardımcımız ayrı ayrı geldiler ve her birine ayrı ayrı sorduk. Hiçbiri bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın müştemilatı, tefrişatıyla ilgili bir cevap verebilmiş değil, biz de merakla bekliyoruz.

Bir de Komisyon görüşmeleri esnasında şunu öğrenmiş olduk: Bakın, "Orası yapılmaya başlandığında Başbakanlık binası olarak düşünülmüştü." derken, aslında şunu ifade ediyor: Orası Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlık için değil kişi için yapılmış çünkü Sayın Erdoğan eğer bugün Başbakan olarak kalmış olsaydı orası Başbakanlık binası olarak kullanılacaktı. Orası bir kamu binası olarak değil veya bir kamu kampüsü olarak değil, bir kişinin kullanımı için özel tasarlanmıştır, yapılmıştır, en azından Cumhurbaşkanının Sayın Genel Sekreteri tarafından böyle ifadelendirilmiştir.

Bir diğer husus...

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - Tapusunu üzerine mi aldı?

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Ya, şimdi Hükûmet adına konuşulacaktır, siz gelir... Hükûmet adına cevap verilir.

Bakın, ben kendi yorumumu eklemeksizin bana verilen cevapları sizlerle paylaşıyorum değerli arkadaşlar. Tapusunu şüphesiz üzerine almıyor ama tapusunu üzerine aldığı... Madem öyle, banka hesaplarına geçirdiği şüphesiz farklı meblağlar vardır.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hayda!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - O zaman arkadaşınıza söyleyecektiniz.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Yakıştı mı şimdi?

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Adam gibi konuş!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bakın, bugüne kadar burada ifade edilen birçok...

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Bu davalık olur, düzelt, bu davalık olur.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...17 ve 25 Aralıktan bugüne kadar rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili hiçbir araştırma önergesinin kabul edilmemiş olması...

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Bu davalık, bunu değiştir, düzelt.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...adı geçen bakanların hiçbir şekilde yargılanmasını kolaylaştıracak bir tavrı siyasi iktidarın takınmamış olması bizim bu konudaki kuşkularımızı artırmıştır.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hepsi de yargılandı.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Hepsi yargılanabilir durumda.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şunu ifade edelim: Sayın Bakan Komisyondaki bütçe sunuşunda da bugün de ifade etti, evet, 2002'den beri AKP iktidarı döneminde millî gelir artmaktadır ama millî gelirin artmış olması değişen dünya koşullarıyla ilgili zaten alabildiğine doğal olan bir durumdur. Ancak, millî gelirin artmış olması direkt kişi başına düşen millî gelire yansıtmış olmak sonucunu doğurmaz. Örneğin, Kalkınma Bakanlığının 2015 Programı'nın 130'uncu sayfasındaki ifadeyle, 2005 ile 2014 arasındaki on yılda büyümenin yıllık artış oranı ortalama yüzde 4,3 iken kamu işçilerinin reel ücretleri binde 2 azalmış. Bu, Kalkınma Bakanlığının 2015 Yılı Programı'ndaki 130'uncu sayfadan bir alıntıdır. Aynı şekilde, yıllık ortalama yüzde 4,3 artan büyüme hızına karşılık, bakın, özel sektör işçilerindeki artış ise sadece binde 5'tir.

Bunun yanı sıra, zenginlerin daha ne kadar zenginleştiğini birazdan rakamlarla ve tablolarla ifade etmeye çalışacağım. Ama şunu ifade edelim ki 2002 yılından bugüne kadar millî gelirin artmış olması, kişi başına düşen millî gelirin arttığı anlamına gelmiyor. Çünkü, kişi başına düşen millî gelir, değerli milletvekilleri, alabildiğine teorik bir yöntemle hesaplanmaktadır. Artan millî gelir ülkedeki nüfus sayısına bölünerek kişi başına düşen millî gelir hesaplanmaktadır. Ama artan millî gelirle birlikte zenginlerin payı artıyor, çalışan emekçilerin veya işsizlerin payı azalıyorsa burada söz konusu millî gelirin bütün yurttaşlarımıza yansımadığı, bu temelde de bunun "kişi başına düşen millî gelir" olarak adlandırılamayacağı... Adlandırılsa adlandırılsa ancak "kişi başına düşmeyen millî gelir" olarak adlandırılır. Çünkü, şuradaki şu tablodan da çok rahat görebileceğimiz üzere, bakın, tabloda 2002 yılında Türkiye'deki en zengin yüzde 1'lik dilimin payı, toplam servet bölüşümü içerisinde yüzde 39,4 idi, geri kalan yüzde 99'un servet bölüşümündeki payı ise yüzde 66,6 idi.

Geliyoruz 2014'e. 2002'de yüzde 39,4 olan yüzde 1'lik zengin kesimin servetteki payı 2014'te yüzde 54,3'e çıkmış, buna karşılık geri kalan yüzde 99'luk nüfusun servet bölüşümündeki payı sadece ve sadece yüzde 45,7'ye düşmüştür. Bu tablo da göstermektedir ki millî gelir yıllık olarak ne kadar artarsa artsın teorik olarak bunu 78 milyon insana -bu tablonun da gösterdiği üzere- bölemeyiz. Bu temelde de, kişi başına düşmeyen millî gelir zenginler lehine makası alabildiğine açmaktadır.

Yine, değerli milletvekilleri, bu, özellikle, uluslararası bir finans kurumunun, dünyadaki servet bölüşümünün en adaletsiz ülkeler sıralamasıdır. Ve dünyadaki bütün ülkeler içerisinde servetin en adaletsiz bölüşüldüğü 6'ncı ülke Türkiye'dir. Düşünün ki, Hong Kong, Filipinler, Tayland, Brezilya'da bile servet, yurttaşları arasında daha adil bölüştürülmektedir.

Bu temelde, özellikle zenginin daha fazla zenginleştiği, fakirin daha fazla fakirleştiği, ülkedeki millî gelir artsa bile zenginler ile fakirler arasındaki makasın, maalesef, kapanmak bir yana, AKP iktidarı döneminde daha fazla arttığı on dört yılı yaşamış bulunmaktayız.

Bunun yanı sıra, bakın, zengin zenginleşmiş, fakir fakirleşmiş ama bu sadece yurttaşların sınıfsal dağılımı açısından böyle değildir. Bölgesel açıdan da aynı durumu ifade eden bizatihi bir Kalkınma Bakanlığının verisini sizlerle paylaşayım. Kalkınma Bakanlığı 2011 yılında -hepimizin bileceği üzere- SEGE diye kısaltılan Sosyal ve Ekonomik Gelişmişlik Endeksi'ni açıkladı. Bu endekse göre 81 ilin sıralaması ve bölgesel derecelendirilmesi yapıldı. 81 il içerisindeki son 16 ilin tamamının Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri içerisinde bulunduğunu üzülerek ifade etmek isterim. Ve benim seçim çevrem Muş 81'inci sırada; AKP iktidara geldiği zaman, o dönem yapılmış bir skalada 69'uncu sırada olan Muş 81'inci sıraya gelmiş. Bu SEGE verilerini hazırlayan Sayın Bakan Cevdet Yılmaz'ın kenti de, aynı dönem içerisinde, bölgesel ayrımcılık üzerinden şekillenen bir ekonomi politik saikiyle asla iyileşmemiş, son on altı içerisindeki yerini almaktan kurtulamamıştır. Buradan hareketle, zengin ile fakir arasındaki uçurum büyüyor, bölgeler arası eşitsizlik artıyor. Bu konuda geliştirildiği düşünülen ve ifade edilen tedbirler makası daraltmamakta, daha fazla açmaktadır.

Bakın, 2015 verileriyle ilgili, Sayın Bakanlığın da bize sunduğu verilerden hareketle, 2015'teki gelirin yüzde 84'ü vergilerden temin edilmektedir. Peki, gelirin yüzde 84'ünün vergilerden elde edildiği bütçemizle ilgili bunların dağılımı nasıl? Sadece yüzde 29'u kâr ve sermayeden gelmekte -bakın, sadece yüzde 29'u kâr ve sermayeden gelmekte- bunun yanı sıra -ısrarla çıkarılmasını istediğimiz servet vergisinin iktidar tarafından çıkarılmadığını da göz önünde bulundurursak- verginin sadece binde 2'si servet unsurlarından gelmekte, yüzde 69'u ise KDV ve ÖTV'den gelmektedir. Bunlar, Sayın Bakanlığın bizatihi bize sunmuş olduğu veriler. KDV ve ÖTV'nin, özellikle de emekçi kesimden ve sabit gelirliden, kamu emekçilerinden, işçilerden, memurlardan ilk ve en kolay yöntemle kesildiğini az biraz ekonomiyle ilgili bilgi sahibi herkes bilir. Bunun yanı sıra, servet vergisiyle ilgili olarak ifade etmek isterim ki neden zenginden kazandığı ölçüde daha fazla verginin alınabileceği bir vergi sistemi yasalaşmıyor? Bu konuda bütün muhalefet partileri ısrarla bunu Komisyon sürecinde dile getirmesine rağmen tatmin edici somut bir cevap alabilmiş değiliz.

Yine, 2015'te vergilerin payı bir önceki yıla göre yani vergilerin payı 2015'te 2014'e göre yüzde 15,6 artarken kâr ve sermayenin payı yani işverenden, zenginden, varsıllardan alınması gereken pay vergi oranının yüzde 3,5 altında kalarak sadece yüzde 12,2'de kalmıştır.

Bir diğer husus: Sayın Bakan, özellikle vergi hazırlama sürecinde katılımcılığı esas aldıklarını söyledi. Burada Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri var. Allah aşkına, sağlıkla, eğitimle, ulaştırmayla, çevreyle, çalışmayla, sosyal güvenlikle bir bütün olarak hangi bakanlığın bütçesi Komisyonda görüşülürken herhangi bir sivil toplum örgütü, meslek örgütü veya sendika davet edildi? Bir tek Sağlık Bakanlığının bütçesine Türk Tabipleri Birliğinin Genel Sekreteri geldi, onun da -arkadaşlar iyi bilirler- sözü yarıda kesildi. Böyle hazin bir durumu yaşadık. Ondan sonra katılımcılık... Eğer eğitim diyorsanız, meslek örgütleri, sendikalar gelsin. Katılımcılığı esas alıyorsanız, Sağlık Bakanlığının bütçesi görüşülürken eczacılar, diş hekimleri, doktorlar, meslek örgütleri ile bütün sendikal örgütlenmeler gelsinler, bütçeyi güçlendirecek sözlerini söyleyebilsinler. Katılımcılık olacaksa böyle olacaktır.

Yine, eğitimle ilgili bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Bütün vekillerin ve bizi izleyen halkımızın huzurunda ifade etmek isterim ki AKP iktidarının övünmekle en fazla meşgul olduğu husus, kendi dönemlerinde eğitime ayrılan payın, bütün bütçe içerisindeki en yüksek pay olduğudur. Bütçede en fazla payın, eğitime ayrıldığı hususu, inanın bir şehir efsanesidir. Bunu da rakamlarla ifade edeceğim, hem de değerli milletvekilleri, Maliye Bakanlığının rakamlarıyla ifade edeceğim.

Bakın, Millî Eğitim Bakanlığının başlangıç ödeneği ile gerçekleşen ödenek hiçbir zaman eş değer olmamış, hep ekside kalmıştır. Nasıl ekside kalmıştır? Örneğin, 2013 yılında Millî Eğitim Bakanlığına 47,5 milyar lira ödenek ayrılmış, bu, başlangıç ödeneğidir, gerçekleşen ödenek 38,7 milyar lira. Yüzde 18 hangi bakanlığa aktarıldı? 2014 yılında 55,7 milyar lira olan Millî Eğitim başlangıç ödeneği, gerçekleşme itibarıyla 43,3 milyarda kalmış ve eksi yüzde 29'da kalmıştır. Şimdi diğer bakanlıklara aktarılıyor. Peki, aynı yıllarda, bakın, Millî Eğitim Bakanlığının 2013'te eksi yüzde 18, 2014'te eksi yüzde 29. Millî Savunma Bakanlığının 2014 yılında başlangıç ödeneğiyle gerçekleşen ödenek yüzde 39 artarak sonuçlanmış. Aynı şekilde Başbakanlığın yüzde 101 artmış; 989 milyon lira ödenek ayrılmış; 1,88 milyar lira gerçekleşen ödenek olmuş. Ondan sonra neymiş? Eğitime en fazla ayrılan pay, bütçe içerisinde, AKP iktidarı döneminde olmuş. Bu, bir şehir efsanesi. Bunun hiçbir zaman dönem içerisinde karşılığı olmadı değerli arkadaşlar.

Bakın, bu, aslında çok küçük bir hileyi ele vermektedir: "Biz başlangıç ödeneğinde eğitimi yüksek gösterelim, kamuoyuyla böyle paylaşalım; halkımızla, uluslararası toplumla, Avrupa Birliği kamuoyuyla böyle paylaşalım ama bunun yanı sıra şunu da göz ardı etmeyelim: Oradan diğer savunma, güvenlik, emniyet bölümlerine aktarırız ama kamuoyuyla nasıl paylaşacağız? Başlangıç ödenekleri üzerinden paylaşacağız."

Millî Eğitime sıra gelmişken bir diğer husus: Bakın, Millî Eğitim bütçesinin 2015 yılında toplam harcamalarının personel gideri ile sosyal güvenlik giderleri toplam yüzde 79,9'dur. Hani en fazla pay ayrılıyor ya... Zaten kamudaki personelin yüzde 41'i Millî Eğitimde ve ayrılan payın yüzde 80'i personele gidiyor. Peki, Millî Eğitim bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay nedir? 2002 yılında yüzde 17,18; giderek azalmış tedricî olarak. 2009 yılında eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 4,57'ye düşmüş, bugün, 2016 yılında ise hedeflenen yatırım payı yüzde 8,3'tür. Hani, eğitim yatırımları artıyordu? Zaten personel sayısının fazla olması nedeniyle personel ve onların sosyal güvenlik giderlerinden başka bir şeye hizmet etmiyor.

Bir diğer husus, OECD ülkeleri içinde eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan yıllık eğitim harcamaları. Bakın, son sırada Türkiye. OECD ülkeleri içerisinde eğitimde öğrenciye düşen payın en düşük olduğu... Örnek vereyim, biz Almanya'dan, İspanya'dan, Fransa'dan vazgeçtik, örneğin, Polonya'nın öğrenci başına düşen payı dolar bazlı olarak 2 kattan daha fazla, Güney Kore'nin, Şili'nin, Meksika'nın bizden çok fazla. Ondan sonra, eğitime ayrılan payın en yüksek olduğu iddiasında bulunuyoruz biz.

Şimdi, burada, bazı hususlara dikkat çekmeye devam ederek konuşmamı toparlamaya çalışacağım. 2015 yılı itibarıyla İşsizlik Fonu'nda biriken para 102 milyar TL, eski deyimle 102 katrilyon. Peki, gerçek anlamda işini kaybetmekten kaynaklı olan emekçilerimize ödenen ne kadar? 10 milyar lira. Düşünün, İşsizlik Fonu için topladığımız paranın sadece ve sadece yüzde 10'unu bu amaçla kullandık, geri kalan yüzde 90'ının bir kısmını belki savunmaya aktardık ama Hükûmet yetkililerinin bizatihi açıklamasından biliyoruz, duble yollara harcandı.

Bir de bu yıl torba yasada çıkan bizim "güvencesiz" olarak adlandırdığımız kadınların yarı zamanlı çalışma hakkında, sanırsınız ki doğumdan sonra altı aya kadar izin alıp yarım gün çalışabilir olma pozisyonu tam maaş alma üzerinden realize oluyor. Böyle bir şey yok. Bir defa, yarım gün çalışan, doğum yapmış kadın emekçiler yarım maaş alacak. Peki, primler? Çalıştığı süreninkini zaten işveren ödeyecek, geri kalanı İşsizlik Fonu'ndan karşılanacak. Burada yine sermayenin yükünü azaltan bir skandal karara bir torba yasa içerisinde geçirilen maddeyle imza atmış bulunmaktayız.

Söylenebilecek çok husus var, mesela Komisyonda Sağlık Bakanlığı sunumu yapılırken övünülen şey neydi biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Övünülen şey, artan hasta sayısı, artan acile giriş yapma sayısı. Yani, toplumun hasta olduğunun, hastalığın toplumsal olarak yaygınlaştığının itirafı gibi bir sunum yapıldı bize ama önleyici tedbirler üzerinden, hasta sayısının azaltılması üzerinden bir sunum dinlemeyi çok arzulardık biz.

Bir diğer husus, Tarım Bakanlığı. Ana Muhalefet Partisinin Sayın Genel Başkanı ifade etti, kendine yetebilirlik bitti, dışa bağımlılık arttı gerek tarımsal gerekse hayvansal ürün açısından. Öyle ki hububat ithalatı bile yapar duruma düştük, organik tarım yok. Bir de bir eğitimci eşi olarak söyleyeyim, eskiden beri aralık ayında Yerli Malı Haftası kutlanır. Birkaç öğretmen arkadaşa da sordum, artık biz çocuklarımıza "yerli malı" deyince hamburger ve Coca Cola getiriyorlar! Ülkenin toplumsal algı olarak çocuklarımıza tezahürü bu şekilde yansıyor. Düşünün, yerli malı, Coca Cola ve hamburgere kadar düştü.

Bir diğer husus, şimdi, Sayın Bakan, üzüntümüzü ifade edelim, muhalefet şerhimizin yasaya, Anayasa'ya, İç Tüzük'e aykırı olarak komisyon raporuna eklenmemiş olması, bazı skandal cümlelerle yazılan bir yazı neticesinde bize ulaştı. Ne diyor Komisyon Başkanı biliyor musunuz? "Nesnel gerçeklik yoktur." Nesnel gerçeklik neye tekabül eder? Herkesin her şeyi aynı düşünmesine tekabül eder. Siyasi partiler, öznel düşünceyi ifade eder Sayın Komisyon Başkanı. "Nesnel gerçeklik." dediğiniz, 1946'da sona eren tek partili dönemde kaldı. Ben niye sizinle aynı şeyi yazayım oraya? Sizinle aynı şeyi yazmış olsam, o zaman sizinle aynı partide zaten siyaset yapardım. Farklı partiler bunun için var, seçimler bunun için var, farklı toplumsal olay ve olgulara farklı bakmamızdan kaynaklı düşüncelerimizi politik hatta yansıtmamızdan ötürü var. Ne demişiz? Bakın, AKP'yi ve siyasi iktidarı töhmet altında bırakmaksızın açığa çıkan bir durumu ifade etmişiz: "Çıplak kadın bedenleri teşhir edildi." Yalan mı? İktidar, şüphesiz, ülkeyi yönettiği için bundan sorumludur ama açın, muhalefet şerhimizi bir daha okuyun; bunu ne AKP'ye ne siyasi iktidara dönük bir ifade olarak kullandık. Ne demişiz? "Güvenlikçi ve savaş bütçesi." İşte, açıkladık: "İçişleri, Millî Savunma Bakanlığının giderek artan bütçesi..." Ne demişiz, muhalefet şerhinde rahatsız oldukları? "Roboski katliamı." Peki, ne deseydik? Ne deseydik?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - "Uludere kazası."

AHMET YILDIRIM (Devamla) - "Operasyon kazası" mı deseydik? Ne deseydik? "Uludere hayata döndürme operasyonu" mu deseydik?

HASAN TURAN (İstanbul) - Türkiye ile Lüksemburg'u karıştırıyorsun.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Katliam, katliamdır. Bombalanan uçaklarla 35 çocuğumuz katledildi, bunun adı, dünyanın her yerinde "katliam"dır. Niye rahatsız oluyorsunuz bundan?

Bir de şöyle ifade etmek isterim: Bakın, biz buraya sadece olanları yazdık Sayın Komisyon Başkanı, olanları yazdık. Aklıma şey geliyor; 1937'de İspanya Hükûmeti, Picasso'ya -Alman uçakları tarafından bombalanan Guernica'yı- "Biz, Paris'te Dünya Fuarı'nda sergilemek istiyoruz, bir tablo çizer misiniz?" diyor. Picasso, iki ay boyunca çalışıyor, bir tablo açığa çıkarıyor ve sergileniyor, sergilenme esnasında da -meşhurdur, bilirsiniz- bir Alman general ziyaret ediyor, şunu söylüyor: "Bunu sen mi yaptın?" "Hayır, siz yaptınız, biz resmettik." Picasso resmetmişti, biz de sizin yaptığınızı neşrettik buraya. Başka da bir şey yok. Biz mi yaptık onları?

Bir diğer husus: Bakın, bu işler böyle sadece kitap yazmakla olmuyor. Jean-Paul Sartre diyor ki: "Savaşta ölen bir tek çocuk karşısında benim bütün kitaplarımın ve bilgilerimin hiçbir anlamı yoktur." Veya şunu söyleyelim: Şiddet ile özgürlük ters orantılıdır. "Bir toplum ne kadar özgür olursa güç ve şiddet kullanımı o kadar azalır." Noam Chomsky söylüyor.

Özgürlük ve şiddet arasındaki dengeyi yitirmiş bu ülke gerçekliğinde özgürlüklerin, toplumsal barışın, demokrasinin bütçede yaşam bulacağı, zenginler ile fakirler arasındaki makasın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, bir dakikada toparlayın lütfen.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...zenginler ile fakirler arasındaki makasın kapandığı, emekçilerin zenginler karşısında ezilmediği, kadının eril zihniyet karşısında şiddet görmediği, şu güzel ülkenin doğasının, ekolojisinin sermayenin hırsı için talan edilmediği, aynı şekilde çocuklarımız ve gençlerimizin gerçek anlamda eğitimdeki payının arttığı, toplumsal çılgınlığımızın bir toplumsal hastalığa dönüşmediği bir ülke özlemiyle, bütçenin bütün ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (HDP sıralarından alkışlar)