GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:48
Tarih:29.02.2016

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde partim adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, emek ve sosyal güvenlik alanındaki politikaların belirlenmesindeki belirleyiciliği dışında, bir de ülkemizde 22 milyondan fazla emekçinin yaşam kalitesinin yükseltilmesi gibi yüksek bir sorumlulukla karşı karşıya. Ve belki de sağlık, eğitim vesaire hiçbir bakanlığın... Çünkü bu 22 milyon emekçinin aileleriyle birlikteki etki alanını düşünecek olursak hiçbir bakanlığın toplumsal etki gücünün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kadar olmadığını ifade etmek isterim.

Burada, şimdi, Ekim 2015'te açıklanmış olan TÜİK verilerine göre resmî işsiz sayımız, Ekim 2015'te, bir önceki yıla göre Sayın Bakan 104 bin kişi artmış TÜİK verilerine göre. Tabii, geniş tanımlı işsizlik temelinde ele alırsak işsizlik genelde yüzde 20, kadınlarda yüzde 24,4, gençlerde yüzde 28, genç kadınlarımızda ise yüzde 33 olmuştur. Her ne kadar resmî işsizlere son bir yıldır bakın, iş aramayanlar yani resmî kayıtlarda iş arama süreci içerisinde olmayanlar veya eksik istihdam edilenler de bu oranlara eklenmiş değildir. Şöyle ki: Her ne kadar 3 milyon 147 bin olarak işsiz sayımız gösteriliyorsa da iş aramayanlar ve eksik istihdam edilenler... Ki bu eksik istihdam edilenlerin neye tekabül ettiğini birazdan açıklayacağım. Bu oranın 6 milyon 446 bine yükseldiğini ve buradan hareketle özellikle resmî verilerde 10,5 olarak ortaya konulan işsizlik rakamının bir gerçeği yansıtmadığını, gerçek işsizliğin bunun çok çok üzerinde olduğunu ifade etmek isterim. Bakın, Türkiye ekonomisi, son üç yılda 890 bin yeni işsiz yaratmıştır. Burada işsizlik rakamlarıyla ilgili özellikle...

Peki, 10,5 olarak Bakanlık tarafından veya Hükûmet tarafından açıklanan işsizlik oranının neden gerçeği yansıtmadığını iddia ediyorum Sayın Bakan? Şöyle ki: Bakın, siz çalışanlar içerisine şunları da dâhil ediyorsunuz; haklar düzeyinde işçi sayılmayan, toplum yararına, özellikle İŞKUR kapsamında toplum yararına çalışma kapsamındakileri dâhil ediyorsunuz. Bunlar işsiz sayılmıyor. Yine evde bakım hizmetleri kapsamında SGK'ları dahi karşılanmayan çalışanlar da -ki bunların hiçbir sosyal güvencesi yok- işsizler içerisinde mütalaa edilmiyor. Ama çalışan olarak gösterilenlerin sosyal güvencesi yok, SGK'sı yok veya iş güvencesi yok yani yılın tamamında zaten çalışmadığı belli, bir de o yılın belli bir bölümündeki çalışma imkânını kaç yıl sürdüreceği dahi belli değildir.

Buradan hareketle şunu ifade edebilirim ki İŞKUR işe yerleştirmeye 2015'te yüzde 26 artış sağlayarak girmiştir. Evet, bu önemli yani İŞKUR işe yerleştirmede 2015'te yüzde 26 artış sağlamış. Bu doğru, evet, İŞKUR, bir önceki yıla göre 2015'te yüzde 26 daha fazla işe yerleştirme sağlamış ama bunların çoğu "toplum yararına çalışma" denilen yılın belli bir bölümünde sosyal güvencesiz, SGK'sız çalışanlar; bir kısmı ise özellikle "ev bakım hizmetleri" olarak tanımladığımız yerleştirmeler de bu yüzde 26'lık artışı sağlayan, aslında gerçeği yansıtmayan veya daha doğrusu realize eden tam zamanlı sürekli bir iş anlamına gelmemektedir. İşsizlik rakamı sorunu bir toplum yararına çalışma sorunuyla evde bakım hizmetleri görenler çalışıyor olarak gösteriliyor. Şimdi, bu nedenle yüzde 10,5'luk işsizlik oranının gerçeği yansıtmayan bir rakam olduğunu ifade etmek isteriz.

Bir de, şimdi, dün Maliye Bakanımız haklı olarak 2002'den almak suretiyle on üç-on dört yıllık AKP iktidarı dönemindeki gelişmeleri anlattı. Evet, ne diyor Sayın Maliye Bakanı? Eğitime ayrılan pay artmıştır, amenna, açılan üniversite sayısı artmıştır, amenna, üniversiteli olma oranımız artmıştır lise mezuniyetinden sonra, evet ben de bir akademisyen olarak söyleyebilirim, amenna ama bütün bunlarla bu üniversiteli olma, lise mezununu arttırma, üniversite mezununu arttırmayla istihdam etme arasında büyük bir orantısızlık vardır. Her üniversiteli olan işe sahip olmuyor. Buradan hareketle diyorum ki: Evet, AKP döneminde sağlanmış olan en önemli gelişmelerden biri işsizlerimizin niteliği arttı. İşsizlerimiz daha eğitimli, işsizlerimiz daha tahsilliler. Böyle bir gelişmeyle siyasi iktidar övünebilir çünkü ilkokul, ortaokul mezunu işsizlerden lisans mezunu, yüksek lisans mezunu hatta doktora mezunu işsizlere doğru bir gidişatı bu on dört yıllık iktidar döneminde sağlamış olabilirsiniz.

Bir de yeri gelmişken söyleyeyim, bakın bu çok çok önemli bir noktadır, "Keşke bu kadar üniversite açılmasa, keşke bu kadar üniversiteli mezunumuz olmasa"yı neredeyse bir akademisyen olarak bana dedirten şu gelişme vardır: Pedagojik olarak liseyi 17-18 yaşında bitiren bir gencimiz, eğer üniversite okumayacaksa meslek edinmek için bir esnafın, bir sanatkârın yanında kendini yaşama hazırlama şansına sahiptir. Ama, buna karşılık, 17 yaşında bu fırsata sahip olan, kendini eğitebilen, önümüzdeki dönem yaşamını bir meslek üzerinden kurgulayabilecek olan bir genç, sırf üniversiteli olma uğruna üniversiteye girer dört yıl, beş yıl, altı yıl -her neyse- okur, 23, 24, 25 yaşına gelir ondan sonra işsiz kalırsa, ondan sonra kendini eğitebilecek bir esnafın, sanatkârın yanına çırak olarak gidebilecek, yeni bir meslek edinebilecek olanakları kaybetmiş oluyor. Pedagojik olarak 17 yaşındaki bir gencin eğitim dışında meslek edinme süreçleri ile 24-25 yaşında işsiz kalması durumunda meslek edinme süreçleri asla aynı değildir. Böyle bir husus üzerinden AKP'nin ülkemize en büyük hediyesi olarak işsizlerimizin niteliğini artırdığını, tahsilini artırdığını ifade edebiliriz.

Bir de, evet, 28 Kasım günü 64'üncü Hükûmet Programı burada açıklandı. Ondan önce de Hükûmetimiz bir eylem planı açıklamıştı. Üç gün önce Sayın Başbakan üç aylık, altı aylık, bir yıllık eylem planlarının olduğunu, bunların yüzde 82'sini gerçekleştirdiğini ifade etti. Ben de hemen şuradan söyleyeyim, ilk altı ay, ikinci altı aydan birer örnek vereyim, Sayın Bakanın çalışma alanına giriyor diye: İlk altı ayda kıdem tazminatının kaldırılması öncelik. Bakın, ilk altı aydaki eylem planlarından biri kıdem tazminatının kaldırılması ya da geçici iş ilişkisinin yaygınlaştırılması çok acil bir sorun. Peki, ikinci altı aya bıraktıkları; o da ne yapacaklarını bilmediğimiz. Gerçekten eylem planını ayrıntılı okudum, şunu göremedim: Tamam da ikinci altı ayda özellikle çocuk işçiliğiyle ilgili düzenlemelerin yapılacağı söyleniyor, yani Hükûmet için çocuk işçilerimizin sorunu kıdem tazminatının kaldırılması kadar evla bir şey değildir. O, daha sonraki bir iş.

Yine, burada, yeri gelmişken söyleyeyim: DİSK'e bağlı araştırma birimi DİSK-AR tarafından 2015 yılı için hazırlanan Türkiye'de Çocuk İşçiliği Gerçeği Raporu'na göre, okula gitmeyen çocuklar için haftalık çalışma süresi maalesef elli dört saat. Haftada elli dört saat, yetişkin olarak bizim temposunu kaldıramayacağımız bir çalışma süresine çocuklarımızı mahkûm etmişiz. Yine bu elli dört saat çalışan çocuklarımızın -18 yaş altı- yüzde 3,4'ü yaralanmış ya da sakatlanıyor, üçte 1'i ise iş yerinde yemek yiyemiyor, çocukların yüzde 50'den fazlası da 400 liranın altında bir aylıkla çalışıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir diğer husus, özellikle asgari ücretle ilgili bir problem. 2005 yılından bu yana AKP sürekli, özellikle iktidarın üçüncü yılından itibaren, asgari ücret koşullarının düzeltileceğini ifade ediyor. Ama 2005-2015, on yılda, bakın, millî gelirin on yıllık artış hızı yılda 4,3. Peki, bu on yılda asgari ücretin yıllık artış hızı ne kadar? 2,3. Millî gelirimizin artışının sadece yarısı kadar asgari ücretlerin artışı sağlandı. Hemen bu yılki düzenlemeyi ifade edecekler. 7 Haziranda böyle bir vizyonları yoktu, böyle bir seçim programı yoktu maalesef. Seçim beyannamelerinde de asgari ücretin artışı yoktu. Ama hem 7 Haziranda hem 1 Kasımda CHP ve HDP, biri 1.500, biri 2 bin liraya asgari ücretin çıkarılacağını vadettikten sonra, 7 Haziranda olmayan asgari ücretin bize göre kısmi artışının -ki, önceki yıllara göre ciddi bir artış- sağlanması kopya edilerek yapıldı. Bu da hayırlı bir iştir. Muhalefetin iktidar üzerindeki yapıcı bir etki gücünü göstermektedir yetersiz olsa bile.

Bir diğer husus, özellikle ifade etmek isterim ki, bakın, emek piyasasında güç dengesizliği zaten var, yani sermaye ile çalışan arasında ciddi bir dengesizlik var. Bu dengesizlikten hareketle şunu söyleyelim; ifade edilmiş Eylem Planı'nda 21 Marttan sonra şu gelecekmiş: İşçilerin işe iade ve alacak davaları artık iş mahkemelerince değil Hükûmetin atayacağı ara bulucu kurumlar tarafından muhakeme edilecek ve orada kararlaştırılacak. Emin olun, birçok yasal düzenleme bizi şaşırtıyor ama bu, facia bir şey. Düşünün, alacak meselesi, biri işten atılmış, mahkeme karar vermiş iade edilecek, işe iade kararı verilmiş ama mahkeme aracılığıyla değil, efendim, neymiş ara bulucular aracılığıyla bu iş çözülecek. Zaten emekle sermaye arasında bir güç dengesizliğinin ülkemizde yıllardan beri süregeldiğini düşünürsek, bu, güç dengesizliğini sadece derinleştirmeye hizmet edecektir. Çünkü iş hukukunun amacı sermayeyle emekçi arasında dengeyi gözetmek değildir, iş hukukunun amacı sermayeye karşı işçiyi korumaktır. Bütün evrensel değer yargıları bunu ifade eder, bütün gelişmiş demokratik ülkelerde iş hukuku, iş mahkemeleri emekçiyi sermayeye karşı korumak üzere kendini konumlandırmıştır.

Gelelim özellikle kadının iş yaşamında hiç adının olmadığına. Bir defa, meslek tanımlanması itibarıyla çok problemli işlerde çalıştığını ifade edelim. Yaptıkları işlerin büyük bir çoğunluğunun yasal tanımlaması yok, yasal tanımlaması ifadesi olanlar ise özellikle sigortadan, sosyal güvenceden, kalıcı bir işe sahip olmaktan mahrumdurlar. Bu yönüyle meslek tanımından yoksun işleri yapan kadınlarımıza dair bakın, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi değerli arkadaşlar bilirler, doğum sonrası yarı zamanlı sözüm ona iyileştirme olarak getirilen bir maddeden söz edeyim. İyileştirme denilen neydi? Doğacak çocuk sayısına bağlı olarak dört ay ya da altı ay daha fazla yarı zamanlı çalışabilme iznini alabilir. Öyle bir lanse edildi ki televizyonlardan hem Genel Kuruldan geçtiğinde hem Cumhurbaşkanı onayladığında şöyle bir duyguya kapılmıştık biz: Eşim de, çevremdekiler de "Kadınlar artık doğum sonrası yarı zamanlı çalışıp tam mı maaş alacaklar?" diye sordular. Yok böyle bir şey. Yarı çalışıp yarı maaş alacaklar. Peki, primleri nereden karşılanacak? Çalıştığı süre kadar işveren verecek Sayın Bakan, geri kalan yarısı ise İşsizlik Fonu'ndan karşılanacak. Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına? On altı yıldır İşsizlik Fonu'nda biriken bu para 102 milyarı bulmuş, sadece yüzde 10'un altında olan 10 milyarlık bir dilimi amaca uygun kullanılmış, gerisi duble yollara harcanmış, getirilmiş, burada sermayenin vermesi gereken primlere sermayeyi rahatlatan ve onun vergi yükünü azaltan işlerde amacı dışında kullanılıyor. Neymiş? Adı işte: Kadınların çalışma yaşamında iyileştirme, doğuma teşvik etme. Amenna, annelik duygusu çok farklı bir şey ama siz yarı zamanlı çalıştırıyorsanız hem maaşını tam verin hem de işverene primini tam yükleyin.

Bir diğer husus, toparlayarak geliyorum, bakın, AKP döneminde, on dört yıllık iktidar döneminde emekçiler sermaye karşısında oldukça örgütsüz hâle geldiler. Şöyle ki, kendi rakamlarıyla veriyorum, bakın -Sayın Bakan hem Bakanlığınızın hem TÜİK'in rakamları- AKP döneminde toplu sözleşmeden istifade eden işçi oranı siz başladığınızda yüzde 10,5 iken bugün yüzde 4,5'a düşmüştür. Toplu sözleşmeden istifade eden bütün kamu çalışanları için söylemiyorum, işçi statüsünde çalışanlar için söylüyorum. Burada, aramızda sendikacı kökenli olan arkadaşlarımız var, direniş sendikacılığından gelenler var; hak arama mücadelesi, sınıf mücadelesinden, bir de masabaşı sendikacılıktan gelenler var, amenna, hepsine saygı duyuyoruz emeklerinden ötürü ama burada örgütsüz hâle getirildi işçimiz, toplu sözleşmeden istifade edemez hâle geldi. Benden önceki arkadaşımız Avrupa Birliği kriterleriyle ilgili söz etti. Asla ETUC bunu kabul etmez Sayın Bakan. Bu, Avrupa Birliği ilerleme raporlarında sürekli karşılığını bulan bir durum; emekçinin güvencesiz ve örgütsüz hâle gelmesi, toplu iş sözleşmelerinden istifade edemez durumda olması.

Son olarak, gündemimiz dışında bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Muş Milletvekiliyim. Bakın, son dönemde, son haftalarda çok ifade ettiğimiz Sur'daki, Cizre'deki, Silopi'deki olayları dile getirmekten biz de huzursuzuz, keşke hiç bu olaylar olmasa bizde dile getirmesek.

Muş'un Korkut ilçesi ve Vartinis beldesi, tarih 3 Ekim 1993. Vartinis beldesinin 1 kilometre yukarısında çatışma çıkıyor, PKK'liler ile güvenlik güçleri arasında. Güvenlik güçlerinden 1 astsubay vefat ediyor, Allah rahmet eylesin, bütün canını kaybetmiş olanlar için söylüyorum, bu uğurda canını feda etmiş olanlar için söylüyorum. Ama oradan inen Hasköy'deki karakol komutanı yüzbaşı, Muş Özel Harekât komutanı, 2 astsubayla birlikte "Ben bu Vartinis beldesini yakacağım, bunların başına yıkacağım." diyor ve hemen belde meydanında -3 Ekim 1993- yakılıyor, bir ev yakılıyor. Baba Nasır Öğüt, eşi ve en büyüğü 14 yaşında, 7 çocuğu diri diri yakılıyor. Yakıldıktan sonra anne, annelik duygusuyla 2 küçük çocuğunu -biri 3, biri 4 yaşında- pencereden dışarı atıyor, onlar yeniden içeri atılarak yakılıyor. Bu dava Muş Ağır Ceza Mahkemesinde görülerek 2003 yılında, Sayın Bakan, düşürülüyor. Yeniden itiraz ediliyor, on yıl sonra, 2013'te açılıyor ama güvenlik nedeniyle Kırıkkale'ye veriliyor. Yarın karar duruşması Sayın Bakan, 1 Mart 2016 Vartinis katliamının, 9 insanın diri diri yakılmasının karar duruşması. Büyük bir inançla, umutla adaletin tecelli etmesini bekliyorlar. Bakın, hani "Devlet asla yapmaz bunları.", "Güvenlik güçlerimiz zinhar yapmaz bunları." diyoruz ya. Savcı, yüzbaşı, Özel Harekât komutanı, 2 astsubay hakkında -4'ü için de eşit cezayı istiyor- yüz seksen yıldan iki yüz otuz yıla kadar hapis cezası istiyor, 4'ü için de.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Bunlar koruma getiriyorlar, yasayla koruma getiriyorlar.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bakın, savcı, iki karar duruşması geçirmesine rağmen kararının arkasında durdu. Demek ki bir baskı var, vazgeçirilmeye çalışılıyor. Yarın Kırıkkale'de olacağız. Bir saat önce basın açıklamasındaydık. En nihayetinde, bunlara ne kadar yasal koruma getirilirse getirilsin, insanlık suçuna tekabül eden, savaş suçuna tekabül eden iş ve işlemler Anayasa veya yasa maddelerinin değiştirilmesiyle zaman aşımına uğrayamaz ve koruma altına da alınamaz. 1993'te onu yapanlar asla böyle bir gün yargılanabileceklerini düşünmemişlerdi. Bugün Sur'da ve Cizre'deki vahşet bodrumunda o yangını çıkarıp insanları diri diri yakanların da bugün hiç böyle bir şeyi aklından geçirmedikleri, tahmin etmedikleri gibi, onlar da tahmin etmemişti.

Bütün Genel Kurulu adaletin tecelli etmesi duygusuyla saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)