GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 8'inci tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:53
Tarih:05.03.2016

MHP GRUBU ADINA MEVLÜT KARAKAYA (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu, üniversiteler ve ÖSYM'yle ilgili bütçe konusunda söz almış bulunuyorum partim adına. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerin temel amacı, bilgiyi üretmek, yaymak ve kullanılabilir hâle getirmektir. Üniversitelerimiz bu üç konuda Türk toplumuna karşı sorumluluğunu maalesef yerine getiremez hâldedir. Bologna Süreci'nin bir gerekliliği olan iş piyasasının taleplerine uygun eleman yetiştirme davranışı, üniversitelerin temel amacı olan ilim ve bilim icrasını gölgede bırakmıştır. Bugün evlatlarımızdan biri, bir edebiyat yahut bir mühendislik bölümünden mezun olduğunda "Dört yıl boyunca ne yaptın?" sorusuna diplomalarından başka bir şeyle cevap veremez hâldedir. Üniversitelerimizin öğrencilerimize sağlamakla yükümlü olduğu entelektüel bilgi birikimi ve kapasite, diplomanın kendi başına bir amaç hâline gelmesinin gölgesinde kalmıştır.

Bugün dünyada iki ana trend olduğunu görüyoruz. Birincisi: Temel bilimlere yeterli ölçüde yatırım yapmak. Ama, gelin, bakın ki ülkemizde bugün fizik ve kimya bölümlerini tercih eden bir tek öğrencinin olmadığı üniversiteler var.

İkincisi: Disiplinler arası çalışmaları yaygınlaştırmak. Bugün yaşadığımız dünyanın meselelere farklı boyutlardan yaklaşmasını ve ele alınan meselelerin bir değer olarak ortaya çıkarılmasına katkı verecek disiplinler arası çalışmanın yeterli olmadığını çok rahatlıkla ifade edebiliriz. Üniversitelerimizin maalesef -özetle- bir bilim politikası yok. Ne olursa olsun üniversite sayılarını artırmalı mıyız? Bugün 200'e yakın üniversite olduğunu söylüyoruz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak üniversitelerin sayısının artmasına kesinlikle karşı değiliz ama nicelik olarak niteliğin de önemli olduğunu söylemekteyiz. Ancak, fiziki alan ve akademik kapasitelerine bakmadan maliyet analizleriyle, başa baş noktası hesaplamalarıyla apartmanlarda diploma firmaları kurulmasına da karşıyız. Çocuklarımızın belki üç beş yıllarını alıp oyalama söz konusu olabilir ama mezun olduktan sonra diplomalı işsizler ordusuna katkıdan başka bir faydası söz konusu olmayacaktır.

"Tek başına, iş başına" dediniz, tek başına geldiniz, on dört yıldır tek başına iktidardasınız. Ancak, iş başına değil, maalesef rant başına geldiniz. Mesleki eğitimle ilgili gerekli düzenlemeleri yapamadınız. Evet, geçmişte imam-hatip okulları dolayısıyla mesleki eğitimlerin önü tıkanmıştı ama devamında mesleki eğitimle ilgili yapılması gerekenler konusunda son derece yetersiz kaldınız.

Üniversitelerin akademik kariyerlerinin de bir seviyesinin olması gerekir. Ekonomide "Piyasada kötü para iyi parayı kovar." diye bir kural vardır. "Gresham Kanunu" olarak da bilinen bu kanunda; metal paranın, madenî paranın metal değerinin, onun satın alma gücü değerinin üzerine çıkması hâlinde bu para piyasadan çekilir yani iyi para hâline gelir, kötü para iyi paranın yerini alır. İşte, burada da üniversiteleri buna benzetecek olursak, üniversitelerin de bir diploma değeri, bir de bilimsel değeri vardır. Eğer diploma değerine verilen önem, atfedilen önem bilimsel değerin önüne geçerse, işte o zaman apartmanlarda diploma veren firmalar türemeye başlayacaktır. Yani bir anlamda, üniversiteyi artırmak, sayısını artırmak bir ölçü ya da bu konuda başarının bir kriteri olamaz, olmamalıdır da. Yani sizin yaptığınız, tencerede olan malzemeye bakmadan, çok görünsün diye, üzerini suyla dolduran acemi bir aşçının yaptığından farklı bir şey değildir. Bunun bir başka adı da "sulandırma"dır. Üniversite sayısı elbette artırılmalı ama üniversitenin bilimsel lezzeti de kaçırılmamalıdır.

Yükseköğretim sistemi demokratikleştirilmeli, üniversiteler özgür olmalı. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak yükseköğretim sisteminin daha demokratik ve üretken bir yapıya kavuşturulmasını istiyoruz. Sistem içerisinde öğrenci, kurum ve akademik kadroların birbiriyle uyumu ve çevreyle iş birliğinin sağlanması gerektiğini ifade ediyoruz. Üniversiteler özgür olmalı; hocasıyla, öğrencisiyle, yönetimiyle mutlaka özgür olmalı. Ancak bir nokta da hiçbir zaman dikkatlerden kaçırılmamalı: Bugün, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere, dünyanın herhangi bir üniversitesine gitseniz, üniversiteler ulusal çıkarları tehdit eden görüşleri bilimsel özgürlük olarak görmezler, görmemelidirler.

Rektör seçimleri demokratik esaslara mutlaka bağlanmalıdır. Üniversitelerde uzun yıllardır rektör seçimleri yapılıyor ve zaman içerisinde bu rektör seçimlerinin demokratik yapılarında ciddi aşınmalar söz konusu oldu. Amaç, rektör, üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecekti; rektör, YÖK'e karşı, dışarıdan gelecek müdahalelere karşı daha dik duracaktı sözüm ona. Ama, geldiğimiz nokta gerçekten öyle mi? Bugün çok sayıda köklü üniversitemizin rektör seçimleriyle ilgili aday olma ve propaganda yapma çalışmaları sürdürülüyor. Hiçbir kimse, hiçbir rektör adayı, oy verecek öğretim üyeleri adayların özelliklerini, vizyonunu, geleceğe bakışını, üniversiteyi nereye taşıyacağını dikkate alan bir değerlendirme içerisinde değil, adaylar da bunu çok fazla önemsemiyorlar. Çünkü buradaki mesele, yukarıdan işi bağlamak. Eskiden bu bağlama işi iki ayaklıydı; biri YÖK, biri Cumhurbaşkanlığıydı. Şimdi, ayağın biri de bir şekilde fiilen ortadan kalkmış oldu, tamamen Sayın Cumhurbaşkanından işi bağlamak. Yani kim şanslı görünüyor, Cumhurbaşkanı kimi atar ona göre rektör adayları belirleniyor, insanlar, öğretim üyeleri oy vermeye çalışıyor.

Değerli milletvekilleri, aslında bu, 10'uncu Cumhurbaşkanımız tarafından başlatılan bir uygulamaydı maalesef. Hatırlayın, o dönemde Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Gazi Üniversitesi rektör adayları içerisinde birinci sırada, ezici çoğunlukla birinci sırada olan rektör adayları atanmadı, daha sonraki sıralardaki adaylar atandı ve o dönem yine belli bir görüşe ait siyasi parti milletvekilleri, daha atamalar olmadan o üniversitelere hangi rektörlerin atanacağını açık seçik beyanat vererek söylüyorlardı. Bu uygulama, daha sonra 11'inci Cumhurbaşkanımız tarafından daha da ileri götürüldü maalesef. Örneğin, bir üniversitemizin rektörü, atanmadan önce seçim propagandaları yaparken Sayın Cumhurbaşkanının kayınpederinin doktoru olduğunu ve Hanımefendi'den söz aldığını, kendisinin mutlaka rektör atanacağını söyleyerek propagandalarını yürüttü. Sonuçta 2 bin öğretim üyesinin olduğu bir üniversitede 188 oy alıp 5'inci sıraya geldiğinde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atandı.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerde ciddi kadro sorunları var. Bakın, bugün yardımcı doçentlik, doçentlik, profesörlük unvanlarını alan birçok öğretim üyesi hak ettiği kadrolarına atanmamaktadır. Dört yıl-beş yıl özlük haklarıyla ilgili ciddi kayıpları söz konusudur. Binlerce öğretim üyesi, hakikaten bunu beklemektedir. Çok farklı kriterlere göre dosya hazırlayan, üniversitelerarası kurul tarafından belirlenen jürilerden geçen ve doçent unvanını alan çok sayıda öğretim üyesi yardımcı doçentlik kadrolarında bekletilmekte, hatta araştırma görevliliği kadrosunda olanlar dahi var. Bu kadro sorunlarının bir an önce mutlaka çözülmesi gerekir.

Yine, araştırma görevliliğiyle ilgili o 50-D uygulaması bir an önce çözüme kavuşturulması gereken iş güvencesi açısından önemli bir husus olarak karşımıza çıkıyor. ÖYP sistemi kaldırıldı, yerine uygun bir sistem henüz getirilmedi. Üniversiteler idari ve mali açıdan mutlaka özerk olmalı ve hesap verilebilir bir duruma getirilmelidir.

Emeklilikle ilgili verilmeyen ek ödemeler var. Tabii ki sadece alınan maaşlar değil, ek ödemeler de özlük hakları açısından önemli kalemler ki son zamanlarda yükseköğretim tazminatı, akademik teşvik ödeneği gibi ödenekler veriliyor ama bu ödenekler emekli olunduktan sonra verilmiyor.

Yine, bu performans kriterleri çok sağlıklı değil, mutlaka gözden geçirilmesi gereken bir uygulama çünkü bilim alanları, ana bilim dalları, bölümler bir bütün olarak dikkate alınmamış; belli bölümlere ve bilim dallarına göre yapılmış olan bir çalışma.

Değerli milletvekilleri, idari kadrolarda da ciddi sıkıntılar var.

Bir başka konu, üniversitelerle ilgili gündeme getirmem gereken konu, terör konusu. Maalesef, çözüm süreciyle ilgili üniversitelerde de ciddi bir şekilde teröre teslim başladı. Kaç yıldır üniversitelerde özellikle de PKK terörünün, PKK teröristlerinin yuvalandığını, buralarda örgütlendiğini biliyoruz o gençlik kolları vasıtasıyla. Bunlar eğitim öğretim hakkını engelliyorlar. Özellikle vatanını, milletini, bayrağını seven, Türk milliyetçisi, ülkücü gençleri üniversiteye almama ve sınavlara koymama şeklinde yapmış oldukları eylemler, bir terör örgütü lehine yapılan gösteriler, üniversite yönetimleri tarafından, geçmişte "Açılım zarar görmesin" diye maalesef engellenmedi, polis çağırılmadı. Sebep: "Açılım zarar görmesin."

Kimlik kontrolleri yaptılar. Birçok üniversitede, başkentte, Ankara'nın içindeki birçok üniversite yönetimiyle yaptığımız görüşmelerde bize şunları söylediler: "Haklısınız, yapacak bir şey yok. Bu çocukların derslerinin sınavlarına girebilmesi için biz başka fakültelerde sınav açalım." dediler. Dolayısıyla bu da âcziyeti gösteriyor.

Adam bıçakladılar. Dumlupınar Üniversitesinde Hasan Şimşek, Ege Üniversitesinde yine genç evladımız Fırat Çakıroğlu, PKK teröristlerinin bıçaklaması sonucunda şehit olmuşlardır.

Bakın, yine üniversiteye PKK teröristleri için polis çağırmayan rektörler ama ülkücü öğrencilerin, Fırat Çakıroğlu'nun ölüm yıl dönümünde yapacakları bir anma toplantısının engellenmesi için Gazi Üniversitesi Rektörü çevik kuvvet çağırmış ve bu toplantıların dağıtılmasını istemiştir.

"Sözde ülkücüler" diyen Gazi Üniversitesi Rektörü, biraz önce de anlattığım atanma şekliyle, gerçekten rektör olamamış ancak sözde rektör olabilmiştir.

Hepinizi saygılarımla tekrar selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)