GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:56
Tarih:08.03.2016

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 8 Mart hatırlatmasıyla sözlerime başlayacağım ama anmak kolaydır fakat anlamak zordur. Öncelikle, galiba bir hakkı teslim etmemiz gerekiyor, bugün böyle bir günün anılmasının sebebi, Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzün üzerinde kadının hayatlarıyla bedel ödeyerek kadın haklarıyla ilgili bir kazanıma imza atmalarıdır ve yine bir hakkı daha teslim edelim ki bugünün kadınlarla ilgili bir gün olarak anılmasının önemli sebeplerinden biri de geçtiğimiz yüzyılın başında İkinci ve Üçüncü Sosyalist Enternasyonal'de bu günle ilgili duyarlılıktır. Birleşmiş Milletler geçtiğimiz yüzyılın yarısından sonra konuya sahip çıkmıştır, Türkiye de 1970'li yıllardan sonra bu konuyu gündeme getirmiştir. Ama tabii, anmak ile anlamak arasındaki en önemli farklardan biri, galiba içinde yaşadığınız dönemde kadınların gerçekten ne durumda olduğuna dair bir yüzleşme gerçekleştirme, buna dair bir cesaret ortaya koymaktır.

2013'te Türkiye kadın-erkek eşitliği konusunda 120'nci sıralardaydı. Her yıl yaklaşık 5 sıra aşağıya düşüyor. Geçtiğimiz yıl da 130'lu sıralara geldi. Çok geriye gidecek bir yer kalmadı çünkü zaten 142 ülke arasında izleme yapılıyor.

Daha pratik şeylere girmeye vakit yok ama izninizle bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Cizre'de güvenlik ortamı sağlandıktan sonra -tırnak içinde ifade ediyorum bunu- bazı evlerde kadın iç çamaşırlarının özellikle, bilinçli olarak ve provokatif biçimde ortalığa bırakılıp üzerine de bugün burada ifade etmekten hayâ edeceğim sloganların yazılmış olması galiba yüzleşilmesi gereken bu şiddet sarmalından niye çıkamıyoruz, bu öfkeyi niye aşamıyoruz, buna dair bir anlam ifade ediyor diye düşünüyorum.

Bu Meclis en saygın, en itibarlı günlerini galiba 1920'li yılların başlarına borçlu. O dönemde henüz cumhuriyet yokken, hatta siyasi partiler yokken en zor konular, en kritik konular Meclis kürsüsünde tartışılıyordu. Ve bu da aslında bir Meclis hükûmeti sistemi olması ve fiilen bir ulusal Kurtuluş Savaşı yürüyor olmasına rağmen, her şeyin Meclis tarafından bilinmesi, her şeyin Meclis tarafından denetlenmesi açısından bir anlam ifade ediyordu.

Biz burada bir formaliteyi, bir prosedürü tamamlamak için toplanmadık. Bir ülkenin bütçesi o ülkenin içerisinden geçtiği siyasi gelişmelerle doğrudan ilişkilidir.

Dün Brüksel'de bu ülkenin kaderiyle çok doğrudan ilişkili görüşmeler yapıldı.

Suriye savaşı devam ederken bu savaşta Türkiye devletinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin nasıl bir tutum alması gerektiğine dair uyarılara, ikazlara, eleştirilere ne yazık ki iktidar partisi kulak asmadı. Bugün böyle bir sonuçla, böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Ama bundan sonra yani bu insanlık dramı, kadınların fuhuş sektöründe kullanılması, organ mafyasının eline çocukların düşmesi gibi çok ciddi bir insanlık dramına rağmen, galiba, hiç olmazsa mülteci konusunun nasıl ele alınıp alınmayacağı konusunda bu Meclisin konuya hâkim olması ve burada başka oyunların, başka planlamaların olmaması konusunda da duyarlılık göstermesi gerekiyor.

Gönül isterdi ki burada Brüksel'deki görüşmelerin içeriğiyle ilgili -ki bir hafta sonra anlaşma imzalanacak- bir yürütme temsilcisi bilgilendirme yapsın. Dönsün, desin ki: "Biz bu kadar parayı bu şartlarla alacağız ve şu hizmetleri sunacağız." Ama ne yazık ki bize ulaşan ve sizin de, bizim de, hepimizin ülke adına kaygı duyması gereken kimi bilgiler bize geliyor fakat bunlar ne yazık ki bu platformlarda konuşulamıyor. Evet, çok ciddi bir iddia. Biliyorsunuz bizde mültecilerle ilgili mültecilik statüsü yok, çekince var, coğrafi çekince var. Dolayısıyla da doğudan gelenler ancak misafir ya da geçici sığınmacı statüsünde, mülteci diye bir şey yok yani. Mülteci ancak batıdan gelir, batından da zaten bize kimse iltica etmek için gelmiyor, dolayısıyla mülteci yok. İddia o ki Brüksel'deki görüşmelerde, Suriye savaşının uzaması durumunda yani orada istikrar bir an önce sağlanmazsa, çatışma devam ederse Suriyeli Türkiye'de bulunan şahısların -ki biz onların insani haklarını sonuna kadar savunuyoruz- mülteci statüsü olmadığı için mevzuatı buna göre ayarlamak yerine yani kalıcı bir çözümü bu anlamda daha insani ölçülerde kurmak, bulmak yerine vatandaşlık statüsünün tanınmasına dair birtakım görüşmelerin yapıldığı yönünde duyumlar alıyoruz. Ve -bir adım daha ileri gidelim- boşaltılan ve harabeye dönen şehirlerde yeni imar planlarıyla yeni yerleşim yani yeni demografik, stratejik planlamalar, oralara yönelik yerleştirme planlarının yapıldığına dair de kimi diplomatik zeminlerde görüşmeler yapıldığını duyuyoruz. Biz iddia makamıyız; siz daha somut, daha ciddi, daha gerçekçi, daha ikna edici bilgilere sahipseniz gayet tabii bunu burada paylaşırsınız, biz de eksik söylemişsek, yanlış söylemişsek düzeltiriz.

Ama Meclisin rolüyle ilgili, Meclisin konumuyla ilgili galiba bir kafa karışıklığı var. Biz buradan yürütmenin anayasal organlarını eleştirdiğimizde sanki bir şeyi şahsileştiriyormuşuz gibi, sanki bir husumet ve nefret duygusuyla bunu yapıyormuşuz gibi çıkıp burada övgüler diziliyor. Değerli arkadaşlar, Parlamentonun görevi yasama ve denetlemedir. Evet, aynı zamanda, iktidar partisi temsilcisi olarak sahaya çıktığınızda, alanda diğer partileri eleştirebilirsiniz, partinizi övebilirsiniz ama burada milletvekili şapkasıyla oturuyorsak, bunun için varsak denetleme görevini -iktidar partisi de olsak, muhalefet partisi de olsak- hakkaniyetle yapma konusunda bir duyarlılık sergilemek zorundayız.

Bakın, geçtiğimiz günlerde kayyum çok başarılı biçimde -bunu da tırnak içerisinde ifade ediyorum- bir medya grubunu batırdı, iflas ettirdi. Şimdi, bu zararı rücu ettirecek miyiz yani kayyumun başarısızlığının bedelini kayyum cebinden mi ödeyecek? Hayır. Ya da onu atayanlar, onu görevlendirenler mi ödeyecek? Hayır. Bu halkın cebinden çıkacak bu para ve muhtemelen uluslararası mahkemelerde -tıpkı Cem Uzan vakasında olduğu gibi- bunlarla ilgili tazmin ve daha fazlasıyla, faiziyle ödeme hükmü çıkacak. Şimdi, bu Meclis bütün bu konuları konuşmamayı, tartışmamayı tercih ederse; "İşte bu paralel, siz paraleli savunuyorsunuz." gibi sadece gürültü yaparak, kuru gürültü çıkartarak bu tartışmalarla ilgili yüzleşmeyi engellerse ülkeye de kötülük etmiş olur, aslında kendilerine de kötülük etmiş olurlar.

Bir başka konu: Burada Anayasa'yla ilgili zaman zaman güzel temenniler içeren mesajlar veriliyor ama galiba bir şeyi unutuyoruz. Bugünkü Anayasa'nın en büyük zaafı, 12 Eylül askerî darbesinin, Kenan Evren'in bize bıraktığı belki de en büyük vebal, en ağır sorumluluk, en büyük hastalık, yargı denetimi dışında tutulan alanın genişliğidir. Evrensel hukukun en temel ilkelerinden biri, yargı denetimi dışında idarenin hiçbir eylem ve işleminin bırakılmamasıdır. Yani daha İslami literatürle söylersek layüsel hiç kimsenin olmadığını kabul etmektir. Hesap vermeyen, sorgulanmayan, yargılanmayan hiç kimsenin olmadığını kabul etmek zorundasınız.

Örtülü ödenek denilen şeyin İslam siyaset felsefesinde asla karşılığı yoktur. Çok açık, tersini iddia eden varsa çıkar söyler. Bu, 20'nci yüzyıl ulus devletinin güvenlik sendromunun ortaya çıkardığı bir yaklaşımdır. Yargılama denetimi dışında birilerini bırakmak Türkiye hukukuna Cumhuriyetin ikinci yarısından sonra girmiştir, 1980'li yıllarda da pekişmiştir 82 Anayasası'yla. Şimdi, bize yeni anayasa önerenler, demokratik, özgürlükçü, sivil bir anayasa yapma iddiasıyla konuşanlar bu konuda net bir irade ortaya koymalıdır. Cumhurbaşkanının bugünkü konumu yani yargılanamaz durumu sizi rahatsız ediyor mu etmiyor mu? Türkiye'yi uluslararası arenada bu yargılanamazlık, hesap sorulamazlık dolayısıyla zor duruma düşürüyor mu, düşürmüyor mu? Bu yaptığımız işleri arkadaşlar, sadece birtakım sloganlarla, sembollerle meşrulaştıramayız. Yani bu yaptığımız işin kutsallığıyla ilgili tartışmaya çok girmek istemiyorum çünkü kutsal alan oluşturduğunuzda aslında tartışma dışı alan oluşturuyorsunuz demektir; sorgulanamayan, hesap vermeyen, hesap istenemeyen merciler, mevkiler oluşturuyorsunuz demektir ki bu aslında ülkenin üzerinde bir yüktür, bir kamburdur. Bugün, A şahsı oturabilir, yarın başkaları oturur. Sonuç itibarıyla, sorun eğer sisteme dair bir sorunsa bu sorunları işte burada sadece birtakım sloganik tartışmalar yaparak falan örtemeyiz, ortadan kaldıramayız.

Son olarak şunu da ifade edeyim: Sonuçta, el kaldırdığımız, onayladığımız Anayasa, içerisinde faize dair hükümlerin de bulunduğu, kalemlerin de bulunduğu bir anayasa. Onun için, lütfen besmeleyle falan bunu kutsallaştırmaya çalışmayın. Haramın azı da çoğu da haramdır. Ve bunu azaltmak için, sıfıra indirmek için bir çaba sarf etmek yerine burada kutsal bir iş yapıyoruz, işte, maneviyat falan gibi sembollerle de bu tartışmaları bastırmaya çalışmayın.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)