GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:58
Tarih:10.03.2016

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, mülteci sorunuyla ilgili Türkiye'nin, belki, ciddi bir yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu Suriye'de yaşanan savaşla öğrenmiş olması acı bir durumdur. Elbette, sadece bugünkü iktidarın değil geçmişteki iktidarların da bölgesel ilişkilerinde, bölgedeki gelişmelerin Türkiye'nin iç siyasetini etkileme potansiyeli açısından mülteci sorununun kritik rolünü daha ciddi idrak etmesi gerekirdi.

Afganistan'da yaşanan savaş, İran-Irak Savaşı, Irak'ın işgali ve o dönemde yaşananlar... Aslında, Türkiye'nin mülteci sorunuyla daha erken yüzleşmesi ve bu konuda daha insani düzenlemeleri, bu kadar gecikmeden yapması beklenirdi. Ne yazık ki Türkiye, koyduğu coğrafi çekincelerle, Türkiye'nin doğusundan gelenlerin mülteci haklarına sahip olmasına imkân tanımıyor. Elbette, mülteci sorunuyla ilgili duyarlılık aynı zamanda ekonomik gücünüzle ilgili. Yani, bulunduğunuz coğrafya sürekli mülteci üretiyorsa, sürekli savaşlar, sürekli kaos, ekonomik krizler yaşanıyorsa bu coğrafyada mültecilerle ilgili sadece bir taahhütte bulunmak, sadece soyut insan hakları bağlamlı tartışmak değil, aynı zamanda bu ülkelerle ilişkinizde yeni mülteci akınına maruz kalmamaya dair bir stratejinizin, bir dış politikanızın olması gerekiyor. Bu konuda, geçmişte, aslında son derece insanlık açısından utanç verici şeyleri Türkiye yaşadı. Mesela, Çeçenistan savaşı sırasında ve sonrasında ben, sadece İstanbul'da kaldıkları, adına kamp bile denemeyecek mekânlarda doğrudan insan hakları savunucusu olarak çalışma imkânı buldum. Biri Ümraniye'de caminin altı olmak üzere yüzlerce insanın kaldığı bir ortam; biri, işte, Beykoz'da terk edilmiş ya da bir hayırsever tarafından tahsis edilmiş bir bina. Bu şartlarda, koğuş gibi bir odada onlarca erkeğin, başka bir odada onlarca çocuğun ya da kadının kaldığı ortamlarda yıllarca yaşamak zorunda kaldılar. Ama, keşke sorun sadece yaşam koşullarıyla ilgili olsaydı, sadece o çocukların eğitim, sağlık, barınma imkânlarından mahrumiyetiyle ilgili olsaydı. Daha ciddi boyutlar var. Mesela, Türkiye'de Çeçen mültecilerle ilgili en duyarlı isimlerden biri olduğunu herkesin kabul ettiği, bildiği Medet Ünlü, Ankara'da iş yerinde bir suikasta kurban gitti. Medet Ünlü suikastının failleri henüz yakalanamadı. Medet Ünlü, insan hakları alanında çalışan ve Türkiye'den ciddi insani yardımlar organize ederek Çeçenlere ulaşmasına aracılık eden, yardımcı olan birisidir. Belki bu Meclis çok gündemine almak istemeyebilir ama ailesinin ve yakınlarının Medet Ünlü'yle ilgili iddiası şu: Medet Ünlü'nün, Çeçenlerin Suriye'deki savaşa, El Kaide bağlantılı örgütlere savaşçı olarak götürülmesine karşı çıktığı için, IŞİD ve benzeri örgütlere savaşçı olarak götürülmesine direndiği için, karşı çıktığı için yine Kafkasya kökenli ama El Kaide'yle bağlantılı kişi ya da örgütler tarafından öldürüldüğüne dair ciddi bir iddia var. Ankara'nın göbeğinde, bürosunda infaz edildi, öldürüldü; faili meçhul.

Başka çok ciddi örnekler var. Mesela, Türkiye'ye diğer ülkelerin devlet başkanları geldiğinde peşinen suçlu kabul edilip, tutuklanıp sonra o devlet başkanı gittiğinde... Zaten bırakılır, hakkında ciddi bir iddia yok ama sırf uluslararası platformlarda "Bakın, biz işte muhaliflerinizi tutukladık, gözaltına aldık, çok ciddi emniyet tedbirleri aldık." demek için bu uygulamalar yapılır, yaygın bir uygulamadır. Bu şekilde tutuklanıp sonra o ülke devlet başkanı döndükten sonra aylarca gözaltı merkezlerinde unutulan, yakını, tanıdığı olmadığı için, haklarını arayacak kimse de bulunmadığı için gözaltı merkezlerinde unutulanlar var. Festus Okey vakası başlı başına kamuoyunun bildiği bir vaka, ayrıntısına dönmek istemiyorum.

Sonuç itibarıyla, Türkiye'de mülteci sorununun İçişleri Bakanlığı hiyerarşisi içerisinde ele alınıyor olmasının kendisi aslında bir sorundur çünkü mülteci sorunu artık dünyada sadece bir güvenlik sorunu değildir. Mülteci sorununa eğer sosyal boyutu itibarıyla bakmıyorsanız yani insan haklarının bir parçası olarak görmüyorsanız o takdirde işi sadece güvenlik tedbiri bağlamında ele alırsınız. Böyle bile ele alıyor olsak aslında Suriye'den gelen mültecilerle ilgili çok ciddi iddialar var yani ciddi güvenlik zafiyetleri var. Bu iddiaları şimdi tekrar uzun uzun burada aktarmak istemiyorum ama daha önce bu mülteci kamplarının kuruluşu sırasında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin çok ciddi uyarıları oldu, dediler ki: "Bunun standartları var. Mülteci kampları savaşın devam ettiği ülke sınırına çok yakın kurulamaz." Neden? Çünkü orada bir iç savaş var ve o kamplarda kalanların o ülkeye geri dönüp savaşa katıldıklarıyla ilgili bir iddia olursa orası mülteci kampı olmaktan çıkar, başka bir şey olur.

Bakın, resmî rakamlara göre Suriyeli olup Türkiye'de ameliyat edilen, mülteci kamplarında kalan ya da başka ortamlarda kalanlarla ilgili rakam 320 bin civarında. Bizim için mülteci hakları, insan hakları, hasta hakları her şeyin üzerindedir, bu anlamda herhangi bir polemik için söylemiyorum. Ama, bu 320 bin kişinin ameliyat nedenlerinin ne olabileceği -savaşta yaralanan mı- tedavi olduktan sonra savaşmak üzere oraya geri dönenlerin ne kadar olduğu, ne kadarının tedavi gördükten sonra gözaltı ya da diğer muamelelere tabi olduğu konusu ciddi bir tartışma konusudur.

Eğitim hakkıyla ilgili söylenecek çok şey var. Şu anda 18 yaş altındakilerin rakamı yüzde 52 civarında ama Türkiye'deki zorunlu eğitim yaş kategorisine girenlerin rakamı da yaklaşık 700 bin civarında. Şimdi, bunların içerisinde tabii ki ailelerden, eğitim almalarını istemeyenler, Türkiye eğitim sisteminden rahatsızlıkları dolayısıyla böyle bir beklenti içerisinde olmayanlar bulunabilir, bu ayrı bir tartışma konusu. Ama, bununla ilgili düzenlemelerin, bununla ilgili kalıcı planlamaların ne kadar büyük bir maliyet getireceği dikkate alınarak aslında bu işin çözümünün Suriye'de bir an önce barışın sağlanması, bir an önce istikrarın devam etmesi... Kriz yönetme, krizden faydalanma, krizi bir siyasi çıkara dönüştürme stratejisinden bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor.

Evet, burada çatışmanın devam etmesi Suudi Arabistan açısından anlamlı ve faydalı olabilir. Suriye'deki savaşın, vesayet savaşının Suudi Arabistan'a sıçramaması, Suudi Arabistan'ın mezhepsel, etnik durumu açısından anlamlı olabilir ama Türkiye gibi en uzun sınırı Suriye'yle olan bir ülkede, burada bir an önce barış görüşmelerinin başarıya ulaşmasına ve aslında bir an önce odak ülkeye geri dönüşün sağlanmasına dair bir stratejinin esas alınması gerekiyor. Yoksa milyonlarla ifade edilen bir tablo var. Bunların kamplarda kalanlarının oranı öyle iddia edildiği gibi tabii milyonlarla falan ifade edilecek rakamlar da değil. Zaten galiba AB'yle görüşmelerdeki asıl kriz noktalarından birisi de bu; resmî rakamların 250 bin civarında olduğu yönünde. Şimdi "Milyonlarca Suriyeli var." diyorsunuz, buna dair bir rakam talep ediyorsunuz Avrupa Birliğinden; onlar mülteci kamplarında kalanların sayısını sorduğunda da işte 250 bin civarında rakam veriyorsunuz. Şimdi, insanların dayanışmayla, vakıflar, dernekler, belediyeler marifetiyle çözdüğü bir sorunun külfetini, yükünü devlet taşıyormuş gibi bir talepte bulunduğunuzda, hem uluslararası arenada inandırıcılığınız kalmıyor hem de bu işi sanki ekonomik bir ranta dönüştürmek niyetindeymişsiniz gibi bir algı oluşuyor.

Sayın Cumhurbaşkanı bugün yine açıklama yaptı bu konuyla ilgili, diyor ki: "Geçmişte biz zaten harcamamızı yaptık, onun için, gelin, bakın yatırımlarımıza, parayı bize nakit ödeyin." Oysa, Avrupa Birliğinin finans sisteminde böyle bir yöntem yok. Avrupa Birliği ülkelerinin, bir kere, bu yükü paylaşması gerekiyor, her ülke, her üye ülke kendi gücü ölçeğinde buna doğrudan katkı sunacak. Şimdi, bu katkıyı Avrupa Birliği ülkeleri ne zaman, nasıl, ne kadar kabul edecekler? Benim bildiğim kadarıyla zaten bu ödeme 2018 sonuna kadar planlanıyor yani öyle nakit bir parayı gidip, tahsil edip gelme imkânı yok. Bir de Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: "Bu işi bilen birilerini gönderin, gelsin, bir baksın. Yani, eğer yaptığımız yatırımlar bu rakamları hak etmiyorsa, tamam, o zaman konuşalım." Şimdi, her konuyu bilen bir Cumhurbaşkanı mülteci sorununu da biliyor gibi konuşuyor ama ne Avrupa Birliğinin insani yardım çalışmaları böyle yürüyor ne de proje fonlama sistemi böyle değil. Çünkü onlar şöyle bakarlar olaya: Nakit para ödendiğinde suistimal, rüşvet falan olabilir, bunun denetim, serbest bırakılma sistemleri var. Bu sistemler yokmuş gibi konuşmak Türkiye'yi de uluslararası arenada ciddi biçimde zora sokuyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum.