GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti ve Yunanistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis ve Gümrük İşbirliği Ortak Temas Merkezi Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Anlaşma ile Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:58
Tarih:10.03.2016

MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer vekiller; heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, dünya görüşümün oluşmasında büyük katkısı olan Galip Erdem'i vefatının 19'uncu yılında rahmet ve minnetle anıyorum, ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Bugün Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye arasında ortak temas merkezi kurulmasıyla ilgili bir anlaşma üzerine söz almış bulunuyorum. Bu anlaşmanın bugün heyetimize gelmesi, son yapılan Avrupa Birliği zirvesinde vize muafiyeti... Avrupa kaynakları ısrarla "vize kolaylığı" ifadesini kullanıyor. Bu çerçevede, verilen taahhütlerde 72 maddelik bir meşruhatlı yol haritasının 15'inci maddesinde yer alan taahhüdümüz ya da Avrupa Birliğinin bizden istediği bir hususun yerine getirilmesiyle ilgilidir.

Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri, televizyonlarda bir ara "Cennet Mahallesi" diye bir dizi vardı, buna benziyor. Dizinin her bölümünün sonunda oğlan ve kız nikâh masasına otururlardı veya oturmak üzere olurlardı ama son anda bir şey çıkar ve bir dahaki hafta yine aynı konudan dizi devam ederdi.

Bugün karşı karşıya olduğumuz süreç, biliyorsunuz, Suriyeli göçmenlerle ilgili Avrupa Birliğinin tekrar Schengen Bölgesi'nde millî sınırları keşfetmesi ve "Bu göçmenler benden ırak olsun da..." diye başlayan yaklaşımının bir sonucudur.

Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden de geçen bir geri kabul anlaşmasını o zaman millî politikamız olarak vize muafiyetiyle ilişkilendirmiş ve bu iki anlaşmanın eş zamanlı olarak yürütülmesini kararlaştırmıştık. 2014 yılında başlayan süreç, normal şartlar altında, 2017 yılı Ekim ayında hem vize muafiyeti hem de geri kabul anlaşmasının uygulamaya da geçmesiyle sonuçlanacaktı. Ancak, göçmenler meselesi süreci hızlandırdı. Önce bu yılın altıncı ayında geri kabul anlaşmasının, ekim ayında da vize muafiyetinin yürürlüğe sokulacağı söylendi. Şu anda da sadece bir beyanın zafer olarak bize takdim edildiği zirve neticesinde ikisinin de haziran ayı içinde yürürlüğe girmesi bekleniyor. Ancak, zirveyle ilgili özellikle Sayın Başbakanımızın beyanlarına baktığımızda umutlu olmaktan ziyade tereddütlü olma, endişeli olma yönünde pek çok sebebin olduğunu görüyoruz.

Bugün dünyada 60 milyon göçmen var, bunun da yüzde 85'ten fazlası gelişmekte olan ülkelerde bulunuyor. Ülkemizde de, malumunuz, 3 milyona yakın, 2 milyon 700 bin kadar Suriyeli, bizim teknik tabirimizle "geçici koruma altındaki misafirimiz" var. Bunlarla ilgili, başta 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1990 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve nihayet 1951 Cenevre Sözleşmesi'nde hükümler var ve bu hükümlerde, bizim Avrupa Birliği Zirve'sinde yaptığımız taahhütlerle çelişen pek çok hüküm var. Mesela 1951 Cenevre Sözleşmesi'nin 33'üncü maddesi sınır dışı yasağını düzenlemektedir. Hâliyle "Türkiye Cumhuriyeti" dese bile, Yunanistan'a giden her türlü kural dışı, yasa dışı göçmeni Türkiye'nin alması, Yunanistan'ın da bunları sınır dışı etmesi mümkün değildir.

Yine, çocuklarla ilgili de verdiğimiz söz açısından ciddi sorunlar vardır.

Ayrıca, 2000 yılında yürürlüğe giren Avrupa Temel Haklar Şartı'yla, Avrupa Birliği ülkelerinin yanı sıra Avrupa Birliği de bir tüzel kişilik olarak, bir organizasyon olarak, Birleşmiş Milletler Mültecilerin Statüsü Hakkındaki Sözleşme gereğince sözleşmenin tarafı ve yükümlüsüdür. Keza, Avrupa Birliği de bu kadar kolayca bu göçmenleri sınır dışı edemez.

Aynı şekilde, Ege Denizi'nde görülen herhangi bir bottaki insanlar yakalanıp, Türkiye'ye, cari uluslararası hukuk çerçevesinde getirilemezler. Bütün bunlardan habersiz olarak zirve öncesi Sayın Merkel'le beş saatlik bir görüşmede -zannediyorum, Merkel tarafından sufle edilen şeylerle- "Bir kere daha karşımızdakileri şaşırttık." diye övünmenin bir anlamı yoktur.

Geçmişte de, gündüz vakti patlattığımız havai fişeklerle biz çok vadeler verdik, çok terminler, randevular verdik ve bunların hemen hemen hiçbirisi gerçekleşmedi çünkü karşımızda, değerlerden ziyade maruz kaldığı ekonomik krizde, maruz kaldığı güvenlik krizinde ve maruz kaldığı göçmen krizinde ikiyüzlülüğü son raddeye getirmiş bir Avrupa Birliği vardır. Çifte standart uygulama konusunda gelişmekte olan ülkeleri, gelişmekte olan demokrasileri bile geride bırakan bir Avrupa Birliği vardır. Dublin Sözleşmesi gereğince sınırda kalan 160 bin göçmeni dağıtmaya söz vermişlerdi, bugüne kadar sadece 872 göçmen bu kapsamda Avrupa Birliği ülkeleri arasında yerleştirildi; bunun 338'i İtalya'dan, 534'ü de Yunanistan'dan yerleştirildi. Bugün İdomeni'de 14 binden fazla göçmen bataklık ve çamurun içinde beklemektedir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tekrar canlanmış ve Balkan yolu rotası diyebileceğimiz göçmenlerin geçiş güzergâhı kapatılmıştır.

Bir kere, bu verdiğimiz taahhütler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden, Avrupa Adalet Divanından ve Birleşmiş Milletler çerçevesinde uluslararası hukuktan geri dönecek maddelerdir. Peki, bunun arkasındaki mantık nedir? Muhtemelen, Almanya'nın 3 eyaletinde bu hafta sonu yapılacak ve yaklaşık 13 milyon seçmenin oy kullanacağı seçimlerde bir zaman kazanmadır. Öyle olduğu için zaten Avrupalılar bizim tekliflerimizi dinlemişler ve "Ayın 18'inde bunları görüşelim." demişlerdir. Ama Sayın Başbakanımız, bundan önce defalarca yaptığı gibi, hemen gelip müjdeyi vermiştir. İnşallah haziran ayı sonunda, temmuz başında, Şam'da kılınan cuma namazı, bizden habersiz kıpırdamayan yapraklara benzer bir efelenme, benzer bir realiteden uzak, hayal âleminde gezinmenin yeni bir türüyle karşılaşmayız. Zaten Avrupa Birliği üyesi ülkelerinden Macaristan şimdiden veto edeceğini söylemiş, Fransa vize muafiyetinin olamayacağını ifade etmiştir, bu çerçevede beyanlar gelmektedir. Ancak bu pazarlıklar ülkemizin uluslararası imajına olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Para için pazarı açan, pazarlık yapan ülke şeklinde yabancı basında haberler çıkmakta, burada anlatmaktan dahi hicap duyduğumuz, ülkemizin devlet başkanını, ülkemizi aşağılayan yorumlar, karikatürler yer almaktadır.

Bu bakımdan, dış politikanın imkânlarla hedefler arasında ahenk kurma sanatı olduğunu, ayağının yere basması gerektiğini bir an önce hatırlamak durumundayız. Sadece Merkel'le, sadece Çipras'la değil, Birleşmiş Milletler dâhil bu sorunun bütün taraflarıyla görüşmemiz gerektiğini hatırlamak durumundayız ve nihayet, dış politikaya -adı üstünde, "dış politika" diyoruz- sadece değerler, idealler değil, biraz da politika katmamız gerektiğini hatırlamak zorundayız.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)