| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 05.04.2016 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; açıkçası toplumsal yaşamın ve kamunun, doğal olarak da çalışma yaşamının çok uzun bir süreden beridir AKP iktidarı tarafından etki altına alınmaya çalışıldığını, kendi siyasi ve ideolojik tahayyülleri doğrultusunda dizayn edilmeye çalışıldığını ibretle izlemekteyiz. En son, 17 Şubat günü, AKP'nin dümenine su taşımayacak olan memurların her türlü baskıyla ve cezalandırmayla karşılaşacağı yönünde bir genelge yayımlandı.
Şuradan ifade etmek isteriz ki, özellikle devletin çalışanlar nezdinde hakem konumunda kalması gerektiği... Bu konuda örgütlenmiş olan işçi ve memur sendikalarına karşı tarafsız ve eşit mesafede bulunması gereken siyasi iktidar, kendine yandaş sendikalar yaratarak, hatta bunların bazılarının kuruluşuna kadar etkide bulunarak ve örgütlendirerek, yandaş sendikaları muhalif sendikalar karşısında baskı unsuru olarak kullanmaya çalışmıştır.
Her gün, despotik bir rejime kaymanın maalesef farklı bir uygulamasını, farklı bir meşrulaştırma aracını görmekten artık bıkmış durumdadır toplum. Özel sektörde, az önce de tartışıldığı üzere, taşeronlaşmaya bile neredeyse rahmet okutan bir uygulama ve "güvencesiz esneklik" adı altında yasalaşan bu süreçte, kamuda muhalif sendikalar ve muhalif kamu çalışanları özellikle baskı cenderesine alınmakta, sürgün, tutuklama ve görevden alma müeyyideleriyle karşılaşmaktadır.
Güvenlikte, artık sınırlar, "kamu güvenliği" adı altında insanlık dışına çıkan şiddetin cari kılındığı bir Türkiye toplum yapısıyla maalesef karşı karşıyayız. İnançta tek din, tek mezhep algısını yaymanın araçlarını oluşturma, inanç merkezi olması gereken kurumu Hükûmetin ve tek bir insanın kurumu hâline getirme; sağlıkta, hastalığı önlemek bir yana hastanelere başvuran hasta sayısıyla övünen bir hükûmet gerçekliğiyle maalesef karşı karşıyayız.
Burada, tarih, maalesef bu gibi despotik rejimleri toplumlar üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallamaya çalışan çok despot liderler gördü, çok fazla vesayetçi anlayışlarla karşı karşıya kaldı. Bakın, özellikle şunu ifade edeyim ki Nazi Almanyası'nda karşılaşılmış bir örneği andıran günleri yaşamaktayız biz. Burada özellikle Schmitt'in dost-düşman siyasi denklemi hep şuna hizmet etti: Devletin görevi odur ki, toplumda dostun kim olacağına, düşmanın kim olacağına devlet karar verir. Bugün düzen-istikrar çiftinin söylemlerinin ve düzeninin karşısında maalesef, kaos ve şiddet denklemini egemenlik inşası olarak AKP iktidarı anahtar bir rolle kullanmaya çalışmaktadır. AKP'nin siyasi iktidarı, hükûmetinin amacı şudur, denklem şudur onlar açısından: Kendi siyasi iktidarlarını, kaos ve istikrarsızlık karşısında insanların kendilerini ancak kendilerinin iktidarında güvende hissedebileceği bir liman olarak konumlandırmak istiyor. Özellikle Schmitt'in dost-düşman siyasi denklemini zamanında, AKP'nin çokça referans vermeye çalıştığı ve Cumhurbaşkanının da bizatihi adını anarak ifade ettiği Naziler de denemeye kalkıştı. Sonunda büyük trajediler ve bununla birlikte maalesef bu anlayışın tarihin çöp sepetine gitmesinden kurtulamadılar. Sadece tarihin çöp tenekesine mi gittiler? Maalesef onunla kalmadılar, aynı zamanda hiçbir zaman zamanaşımı olmayacak bir şekilde yargı önünde hesap verdiler.
İnsanın aklına Schmitt'in bu siyasi denklemi karşısında Derrida'nın bazı söylemleri geliyor. Derrida, kendine karşı savaş, kendine karşı bağışıklık hakkında söyledikleriyle, yani vücudun devamlılığı, bünyenin devamlılığını sağlayabilmesi için ancak kendi ürettiği bir şeyi dış unsurmuş gibi algılayıp, algılatıp ona karşı savaşmasıyla kendi hukuki düzeninin devamlılığını sağlama yönünde veciz örnekler vermiştir.
Değerli milletvekilleri, bakın, özellikle kamu yaşamında, çalışma yaşamında, sendikal alanla ilgili bizatihi Devlet Personel Başkanlığının bazı örnekleriyle, özellikle kamu sendikaları üzerinde AKP hükûmetlerinin nasıl bir baskı unsuru geliştirdiğini örnekleyelim.
Az önce buradaydı, kendisi burada mı bilmiyorum, AKP'nin yandaş sendikası MEMUR-SEN'le ilgili Devlet Personel Başkanlığının bazı rakamlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Ne zaman kuruldu MEMUR-SEN? 1992 yılında. İlk on bir yılında MEMUR-SEN kaç kişiyi örgütlemiş AKP iktidara gelinceye kadar? Sadece ve sadece 41 bin kişiyi örgütleyebilmiş. Düşünün, AKP iktidar olmadan önceki on bir yılda Türkiye'de kamu çalışanları içerisinde sadece 41 bin kişiyi örgütleyebilmiş olan MEMUR-SEN'in daha sonraki on bir yılda vardığı rakam ne? Bugün 840 bin. Ne büyük bir maharet değil mi! İktidar yönlendirecek, idareciler üzerinden baskılar geliştirecek, sürgünle tehdit edecek; işten atmalar, görevden almalar, tutuklamalar, gözaltılar, baskılar, işkenceler; ne âlâ memleket, işte çalışma yaşamı, işte örgütlenme özgürlüğü! 2002'ye kadar on bir yılda 41 bin kişiyi örgütlemiş MEMUR-SEN, ondan sonraki aynı zaman dilimi olan on bir yılda üye sayısını 840 bine çıkarıyor; biz de buna örgütlenme özgürlüğü diyeceğiz ve buna inanacağız!
Aynı şey, diğer kamu sendikaları olan KAMU-SEN ve KESK açısından benzer biçimde cereyan etmiyor; ki, AKP iktidarı döneminde baskılarla, özellikle tenzilirütbelerle, görevden almalarla büyük bir baskı cenderesine alınan diğer muhalif sendikalar ise ciddi bir biçimde bu baskılar sonucunda tehditlerle üye kaybetme gerçekliğiyle karşı karşıya kalmıştır.
Yine, bakın, değerli milletvekilleri, bazı sendikalaşma oranları... Az önce AKP adına konuşan hatip çıktı, burada 4688'den söz etti, sendikal özgürlük alanının genişletilmesinden söz etti. İşçi sendikalarıyla ilgili bazı rakamlar verelim: Bütün ücretli çalışanlar içerisinde 1988'de sendikalaşma oranı yüzde 22,2'yken 2010'da 5,8. Ne kadar da genişlemiş sendikal örgütlenme alanları! Yine, kayıtlı işçide, 1988'de yüzde 46,5 olan sendikalaşma oranı 2010'da yüzde 8'e düşmüş, özel sektörde 7,8 iken bugün 3,5'e düşmüş. Ve özellikle KESK üzerinde geliştirilen, deyim yerindeyse neredeyse kamusal çalışma terörüne dönüşmüş olan bu baskı unsurlarına bir an önce son verilmelidir.
Özellikle bölge illerine atanan valilere öteden beri söyledik, yine söylüyoruz, bir AKP valisi gibi çalışmaktadırlar; AKP'nin il başkanları valiler, ilçe başkanları kaymakamlar olarak görülmektedir. Muş'ta, üç imzayla oraya gitmiş olan bir vali, hızını alamamış, AKP'ye müzahir olan sendikaları ve sivil toplum örgütlerini bile tehdit etmeye başlamıştır, çünkü oraya üç imzayla, kararnameyle gitmiş olan bir vali, Muş halkını bir toplum olarak, oranın bir rengi olarak, yönetici olarak oraya gittiğinin farkında değil, düşman hukukuyla görmekte ve öyle yönetmektedir. Sadece KESK'e bağlı sendikalar değil, diğer sivil toplum örgütleri üzerinde de ciddi baskılar geliştirmekte, tehditler savurmakta, burada asla ifade edemeyeceğim ağır, kaba, hakir söylemler kullanmaktadır sivil toplum örgütü temsilcilerine; ancak AKP iktidarı döneminde de olsa olsa bu gibi valiler herhâlde yakışık alırdı.
Bir diğer husus, taşeronlaşmayla ilgili az önce ifade edildi. Evet, bakın, Başbakan çıktı grup toplantısında, siyasi şov yapma adına dedi ki: "700 bin taşeron işçisini kadroya alıyoruz. Daha sonra çıkıp Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bir şey söylüyor, Maliye Bakanı bir şey söylüyor, Başbakanı tekzip ediyorlar. Sanırsınız ki 700 bin işçinin, taşeron olarak çalıştığı aynı kurumdaki kadrolu işçiyle bütün özlük hakları aynı olacak. Hak getire, yok böyle bir şey.
Bakın, kendi seçim çevrem Muş'ta, şeker fabrikası, bir kamu fabrikasıdır. Şunu söyleyelim: Bu kamu fabrikasında taşeron işçisi sayısı kadrolu işçi sayısından 2 kat daha fazla, bir de otuz yılı aşkındır hâlâ taşeron işçisi olarak çalışanlar var. Bu, kamusal üretimi düşürmekte ve hem işçi hem de işveren açısından, hem kamu hem de emekçi açısından...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...çok sağlıksız sonuçların açığa çıktığı bir gerçeklikle karşı karşıya kalmaktayız.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)