| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 73 |
| Tarih: | 14.04.2016 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 100'ün üzerinde insanın hayatını kaybettiği ve ardından yürütülen tartışmalarla da aslında yakınlarının her gün o acıyı bir kez daha tatmaya mahkûm edildiği bir konuyu konuşuyoruz ve iktidar partisi sıralarında galiba 13-15'i geçmeyen sayıda milletvekili var. Oysa bu kadar ciddi bir konu konuşulurken, çok vahim iddialar basına yansımışken ilgili bakanın burada hiç olmazsa Genel Kurula saygı gereği -ölenlere, onların yakınlarına saygı duyup duymadığı ayrı bir konu- bir açıklama yapmasının ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.
Çok net, çok somut bilgiler var; Ankara'daki patlamanın birkaç gün öncesinde hem de bu eylemi gerçekleştirecek kişiler ve yanlarındaki kişilerin de isimlerinin istihbarat birimlerine, Emniyete yansıdığına dair ve polislerin kendilerini korumasına dair uyarının da yine Emniyet iç yazışmalarında geçtiği paylaşılıyor.
Yine, bugün basına yansıdı Kars Emniyet Müdürlüğü dolayısıyla, Türkiye'nin 70 ilinde HDP'lilere ve CHP'lilere yönelik saldırı yapma hazırlığında IŞİD hücre evinin bulunduğu yönünde. Şimdi, bu kürsüye çıkıp terörle mücadele konusunda bize ders verenlerin, mesaj verenlerin ya da tribünlere yönelik mesajlar, söylemler, uluslararası kamuoyuna dair birtakım çağrılar yapanların bu tabloyla yüzleşmesi gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, "güvenlik politikalarının sivil izlenmesi, güvenlik politikalarının parlamenter denetimi" diye bir şey var dünyada. Güvenlik görevlilerinin ne yaptıklarının, nasıl yaptıklarının, bütçelerinin nereye harcandığının, ne kadar kanuna uygun -tırnak içerisinde yine söylüyorum- terörle mücadele uygulamalarına imza attıklarının Parlamento tarafından denetlenmesine dair uluslararası mekanizmalar var. Önümüzdeki hafta Almanya'da bir toplantı yapılacak. Bu toplantıya 4 partiden de milletvekilleri katılacak ve konusu sadece bu; güvenlik politikalarının parlamenter denetimiyle ilgili. Şimdi, ülkenizde altı ayda 500 civarında insan hayatını kaybetmiş olacak ve bununla ilgili Mecliste bir komisyon kuramayacaksınız, İnsan Hakları Komisyonunda buna dair bir karar çıkartamayacaksınız. "Terörle mücadele için her yol mübahtır. Güvenlik güçleri ne isterse onu yapar; istedikleri yazıları, istedikleri sloganları yazarlar, istedikleri marşları istedikleri saatte halka dinletirler." diyorsanız bu toplantılara gitmenin de, bu uluslararası sözleşmelere imza atmanın da çok bir önemi, çok bir anlamı yok.
Evet, Ankara'daki patlamayla ilgili elbette "Olmayabilirdi, engellenebilirdi, önlenebilirdi." diye bir tartışma yapmamızın ipuçları var elimizde; bunlardan biri Suruç patlaması, diğeri Diyarbakır patlaması. Bu 2 patlamada adı geçen kişilerin Ankara patlaması öncesinde, Ankara Garı önündeki eylem öncesinde isimlerinin Emniyet birimlerinin elinde olduğu çok açık artık. Bunun inkâr edilecek, reddedilecek bir tarafı yok. Yani Diyarbakır mitingindeki patlama sonrasında "HDP bunu bilerek yaptı, oyunu artırmak için yaptı." demek yerine takip yapılsaydı, izleme yapılsaydı Suruç olmayabilirdi. Suruç sonrasında aynı ciddiyet, aynı sorumluluk sergilenmiş olsaydı Ankara Garı olmayabilirdi, belki Sultanahmet olmayabilirdi ama belli ki bu konuda üzerine düşeni yapmak yerine "kokteyl" gibi ciddiyetsiz, lakayıt açıklamalarla güvenlik zafiyetini sistematikleştiren, kurumsallaştıran ve arkasında bir siyasi irade olarak durmayı tercih eden bir parti anlayışı var. Peki, bu kokteylin istihbaratını kimden aldınız? İki gün önce isimler bürokrasiye gelmiş. Peki, kokteyle dair bir istihbarat var mı, sonrasında bir bilgi var mı? Bu, sadece durumu kurtarmak için, zevahiri kurtarmak için yapılan bir açıklamadan ibaret ama artık patlamaların neye hizmet ettiğini konuşmak zorundayız, saldırıların neye hizmet ettiğini tartışmak zorundayız.
Burada fiilî bir darbe süreci işliyor. "Ya başkanlık ya kaos" manşetlerini atanlar bunu tesadüfen atmıyorlar, bir gazetecilik tercihi olarak yapmıyorlar, Türkiye bir yere hazırlanıyor. Türkiye darbeye nasıl gider? Eski darbelerden elbette çıkarılacak çok ders var ama bugünkü süreci de doğru okumak zorundayız. Evet, geçmişte Ankara Radyosuna birisi gider ve bir bildiri okurdu, süreç böyle işlerdi artık galiba böyle yöntemlere ihtiyaç yok çünkü darbe dönemlerinde siyasetçinin sorumluluğu, darbe öncesi koşulların hazırlanmasında siyasetçinin payıyla ilgili bir yüzleşme gerçekleşmedikçe Ankara Radyosundan yapılan anonsun ya da iş işten geçtikten sonra verilen tepkilerin çok bir anlamı olmuyor. İktidar partisi temsilcilerinin sıkça kendisinden şiirler okuduğu, Sayın Cumhurbaşkanının da çok sevdiği Necip Fazıl Kısakürek'in ilginç bir değerlendirmesi var -o kendisinin tanıklık ettiği bir muhtırayla ilgili söylüyor- diyor ki: "Yoğurttan bir hükûmete mukavvadan hançer sokuldu." Sayın Bakan, "Yoğurttan hükûmete mukavvadan hançer..." Yani eğer siyasetçiler sorumluluklarını yerine getirmezlerse sadece işte vesayetçilere tepki göstermek, Parlamento askıya alındıktan sonra, siyaset kurumu fiilen tasfiye olduktan sonra tepki göstermenin çok bir anlamı kalmaz.
Değerli milletvekilleri, bu Meclisin Ankara'da, Ulus'ta göreve başladığı savaş koşullarının öncesinde de bir Meclis vardı, son Osmanlı Mebusan Meclisi açıktı ama işlevsizdi ama ipotek altındaydı ama milletvekillerinin iradesinin hiçbir anlamı yoktu. Onun için kongrelere gidildi; onun için toplumun, başının çaresine bakması, kendi kendini savunması, kendi geleceğinin müdafaasını geliştirmesi, kendi iradesinin kavgasını vermesi için bu çatı ortaya çıktı. Ama belli ki ne cumhuriyetin kuruluş yıllarından ne de yakın tarihten ders çıkartacak bir algı yok.
Dünyadan bir örnek, Hitler Almanyası'na nasıl geçildiğiyle ilgili. Tabii, çok uzun hikâye ama aslında bardağı taşıran son damla bir tek yasadır. Bir tek yasa çıktıktan sonra o yasanın çıkmasına "evet" oyu veren partiler dâhil hepsi fiilen lağvolmuşlardır. Yani karşısında duracaksak bugün duracağız bu darbe sürecinin. Türkiye, fiilen, aslında bütün aşamalarıyla, sokaktaki eylemler, çatışma, Parlamentonun işlevsizleştirilmesi ve nihayet son olarak da dokunulmazlık tartışmasıyla bir vesayet rejimine gidiyor. Galiba dokunulmazlık tartışması da bu işin son damlası olacak.
Evet, değerli milletvekilleri, elbette ki birilerinin 2 partili Parlamento hevesi olabilir. Ama burada zaman zaman iktidar partisi milletvekilleri söz alıp işte "Parlamenter rejim bize dışarıdan dayatıldı, başkanlığa geçersek millî irade tezahür eder." falan diyorlar, elbette ki siyasi tarih bilselerdi bunu söylemezlerdi. Çünkü, klasik, geleneksel başkanlıkta 1 değil, 2 meclis var yani meclisin rolü güçler ayrılığı dolayısıyla çok daha sağlam ama belli ki başkanlık hevesi başka bir şeye dayanıyor ama çok ciddi bir risk var, o risk nedir biliyor musunuz? Bütün siyasi literatürdeki başkanlık tartışmalarının merkezinde şu vardır: Eğer parlamento çoğunluğu ile başkan aynı partiden olmazsa o istikrarsızlığı, o krizi nasıl çözeceksiniz? İşte bunun çaresini aramak yerine bu ülkede yeniden 2002'ye dönülebilir mi yani yeniden 2 partili ya da 1,5 partili bir Parlamento olabilir mi hevesi galiba herkesi sarmış gözüküyor. Dolayısıyla da bu tabloda milletvekillerinin dokunulmazlıkla ilgili kararlarını verirken yeni bir suç işlemeden, milletvekili iradesi üzerinde baskı oluşturan kararlara boyun eğmeden, demokrasiden yana tercih yapmaları için son şans, son fırsat olarak değerlendiriyoruz, herkesi saygıyla selamlıyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)