GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:73
Tarih:14.04.2016

KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün idrak etmeye başladığımız Kutlu Doğum Haftası'nın Peygamber Efendimiz'in mesajını doğru anlamamıza ve doğru bir şekilde hayata geçirmemize vesile olmasını diliyorum.

Bugün terörle ilgili bir önerge hakkında söz almış bulunuyorum ama önergeye konu olan örgütün adından başlamak üzere pek çok konuda ciddi bir devlete yakışmayan bir hâldeyiz. Sayın Cumhurbaşkanının Meclis açış konuşmasında, not ettim, o gün paylaştım da, aynı konuşma içinde kendileri hem "DAEŞ" hem "DAİŞ" hem de "DEAŞ" dediler. Bu, aklı sıra IŞİD denildiğinde oradaki İslam kelimesinin ifade edilmemesini amaçlamaktadır. Ancak DAEŞ, DAİŞ, DEAŞ, her neyse oradaki "devlet" kelimesinin kabul edilmesi nedense mahzurlu görülmemektedir.

Bugün bu ismi telaffuzda da kendini gösterdiği gibi temel derdimiz, iktidar partisinin, şu andaki muktedirlerin herhangi bir şeyi dert edinememeleridir. "'Uydum imama, aklımı verdim kiraya.' mantığıyla, nasıl olsa bir yerlerden bir şeyler yazılır çizilir, son anda buraya getirilir, temel kanun gibi belli statüler tanınarak tartışılması da engellenir..." Bugün burada da iktidar partisinin 20'den az milletvekilinin, 100'den fazla insanın hayatını kaybettiği, 500'den fazla insanın yaralandığı bir olayı... Bu olay, tabii, sadece önerge sahiplerinin öne çıkardığı ve bizim tarafımızdan da yine anlaşılması mümkün olmayan bir durumdur, daha sonra hem Ankara'da hem İstanbul'da ve yurdumuzun içinde pek çok yerde terör olaylarını araştırmayla ilgili bir teklif üzerinde konuşuyoruz ve iktidar partisinin -dediğim gibi- 10-15 vekili burada, onlar da ne kadar dinliyorlar o da ayrıca tartışılır.

IŞİD ya da DAEŞ'teki "devlet" kelimesinden kimsenin rahatsız olmadığını söyledim. Hakikaten bazı iddialarda bir devletmiş gibi bu örgütle ilişkiler kurulduğu iddia edilmekte, maalesef bu iddiaların açıklığa kavuşması da sağlanamamaktadır.

Uluslararası literatürde de bu terör örgütü "quasi devlet" ya da "fragile devlet" diye tanınmaktadır ve bununla ilgili yani devlet fonksiyonlarının yerine getirilemediği ülkelerle ilgili bir endeks vardır, bu endekste maalesef Türkiye, devlet gibi, devletimsi devlet statüsüne doğru hızla ilerlemektedir çünkü devletin birinci görevi ve fonksiyonu olan adaleti ve güvenliği sağlayamamaktadır. Terörle mücadelede bu kendisini daha bariz bir şekilde göstermektedir çünkü bugün biz, 17'inci yüzyılın saikleri ve silahları ile 21'inci yüzyılın imkânları ve ideolojilerini harman eden bir uluslararası terörle karşı karşıyayız ancak buna alınacak tavırda gerekli devlet tavrının gösterildiğini söylemek mümkün değil.

İstanbul'da Taksim'deki olaydan sonra devlet büyüklerimizin ifadelerini bir kere daha hatırlatmak isterim. Numan Kurtulmuş Bey dedi ki: "Burada HDP'ye büyük sorumluluk düşüyor." Başbakanımız Davutoğlu dedi ki: "Bu olay tavrımızın ne kadar doğru olduğunu bir kere daha gösterdi. Yani İstiklal Caddesi'nde bombanın patlaması tavrın ne kadar doğru olduğunu bir kere daha teyit etti." Müezzinoğlu ise Sağlık Bakanı değil de İçişleri Bakanıymış gibi "Canlı bombayı istihbaratla yakalamak imkânsız, zor." dedi. İçişleri Bakanımız ne yaptı? Kızılay'daki saldırıdan sonra televizyonların karşısına geçip bizim niye hayret ettiğimizi, niye feryat ettiğimizi yadırgar bir şekilde "Beyler, bu tedbirler yüzde yüz alınsa da dünyanın hiçbir yerinde terör engellenemez." dedi.

Bize iktidar partisi, Avrupa ülkelerini örnek gösteriyor. Bu ülkelerde son on yılda -bir, iki, üç- farkına varılmayan zamanda olan terör olayları ile Türkiye'de bizim devletin karşısında, şehirlerimizin içinde aylarca, günlerce durup, sürekli varlığını gösterip terörist faaliyette bulunan terörü bir saymak bu işi ne kadar ciddiye aldığımızı da ayrıca göstermektedir ve yine orada, Avrupa ülkelerinde on yılda bir kere, iki kere olan teröre gösterilen tepkinin siyasi tavır tarafının da hatırlanması gerektiği izahtan varestedir. Maalesef, biz bu tavrı görmüyoruz. 2006 yılında Diyarbakır'da 4'ü 10 yaşın altında olmak üzere 10'dan fazla insan hayatını kaybettiğinde dönemin Diyarbakır Valisi "Cana geleceğine cama gelsin." demiş. O, 4 tane 10 yaşın altındaki çocuk da görülmeyip sanki büyük bir felsefe vazediyormuş gibi alkışlanmıştı. Daha sonra bu zihniyetin devletin sürekli üst makamlarına geldiğini ve dediğim gibi, Kızılay'daki saldırıdan sonra üst perdeden bizim niye hayret ettiğimizi de sorguladığını gördük.

Kıymetli arkadaşlar, terörle mücadele etmek için, ciddi devlet olmak için devleti yöneten kadroların öncelikle emin insanlar olması gerekir. Türkiye'de devleti yöneten kadrolar emin olma vasfını kaybetmiştir. Şantaja maruz kadrolardır, bu iç ve dış politika bir araya geldiğinde alınması gereken tedbirleri de alamamaktadırlar.

Yine devleti yöneten kadroların ehil kadrolar olması gerekir. Pek çok olayda istihbarat zafiyetinden, daha sonraki açıklamalarda, hatta olaydan sonra tebessüm etme, gülme hadiselerinde gördüğümüz gibi bugün devletin kadrolarında yükselmenin tek şartı sadakattir. 100 puan üzerinden değerlendiriliyorsanız 95 puanı sadakat üzerinden almaktasınız, geri kalan 5 puan da ehliyetiniz, liyakatinize göre verilmektedir.

Yine devleti yöneten kadroların halka yakın kadrolar olması gerekir. Diyarbakır'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de aylardır devam eden çatışmalarda okula gidemeyen çocuğun, gece evinin kapısını kapatamayan oradaki vatandaşımızın, dükkânını, faaliyetini, geçimini devam ettiremeyen insanımızın yerine kendisini koyan, halka yakın kadrolar olmalıdır. Bunun aksine biz şunu görüyoruz: Başbakan gidip orada üst perdeden "Burada gül bahçesi yetiştireceğiz." diye sanki kendi görevini yapmamayı unutturacak şekilde ulufe dağıtıyormuş gibi davranmaktadır.

Geçen hafta Bosna-Hersek'teydim. Yakın tarihe baktığımızda etnik referansın, mezhep referansının esas alındığı birlikte yaşama biçimlerinin sürdürülemediğini görüyoruz. Yugoslavya öz yönetimin, kardeşliğin emsal ülkesi, timsal ülkesiydi ama 7 tane ayrı devlet çıktı Yugoslavya'dan ve Bosna-Hersek'in de on yıl sonrası öngörülemiyor. Bugün Almanya'nın Doğu Almanya kısmı sosyalist söylemle yetişti, ırkçılığın en fazla olduğu yer Doğu Almanya'dır. Onun için biz demokrasiyi olması gerektiği gibi modern bir millet şeyinde gerçekleştirmeli, terörün her türlüsüne ayrım yapmadan, "Hasmımın hasmı dostumdur." demeden karşı çıkmalı ve devlet gibi teröre karşı davranmalıyız.

Goethe'nin güzel bir sözü var, diyor ki: "Göz bildiğini görür." Bunu da son olaylarda görüyoruz. Terör olaylarında gördüğümüz, bugün görüşeceğimiz kanunda da var. Burada İhale Kanunu'ndan ayrılarak yeni yapılaşma inşaatı gören zihniyet, maalesef, burada görmesi gerektiğini göremiyor. Milliyetçi Hareket Partisi artık, haklı çıkmasını ifade etmekten utanır hâle gelmiştir. Vakit geçmeden işin basit tarafına...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KADİR KOÇDEMİR (Devamla) - ...diğer devletlerde yapılan tarafına dönüp bir an önce bu ateşi söndürmemiz gerekir.

Saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)