GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:76
Tarih:20.04.2016

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisinin, adına ne derse desin, Kürt meselesiyle ilgili olarak yaşanan çözümsüzlüğe dair vermiş olduğu araştırma önergesi üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım.

Sayın İnce'nin söylediklerinden, özellikle siyasi iktidarın son on dört yılda Kürt meselesine ilişkin yaptıkları ve yapmak istedikleri hususlardaki samimiyetsizliğinin büyük bir bölümüne katılırım. İktidar, Kürt meselesini çözmek için hiçbir zaman samimi bir proje ortaya koymadı; bunlara katılırım ama asıl hayret verici olan, Kürt meselesi yüz yıllık bir mesele değil de 2002 yılında açığa çıkmış bir meseleymiş gibi bir tabloyu burada sunmuş olmasını da hayretle izledim.

Bir diğer husus: Yaklaşık olarak beş altı aydır şu kürsüden belli aralıklarla hitap eden bir milletvekili olarak, zaten ülkeyi kötü yöneten ve kötü mecralara sürüklemek isteyen bir iktidar var olduğu için hiçbir muhalefet partisine muhalefet etmeyi doğru bulmadım. Çünkü ölümleri, kanın akmasını, kötülükleri sıradanlaştırmayı evla görmüş bu siyasi iktidarın var olduğu bir süreçte, muhalefet partisine muhalefet etmeyi bu ülke atmosferinin çok kaldırabileceği bir husus olarak görmedim.

Ancak, gerekçesini okuduğumuzda, özellikle Cumhuriyet Halk Partisinin araştırma komisyonu kurulması hususundaki önergesinin gerekçesini okuduğumuzda, Kürt meselesiyle ilgili olarak, sanki yüz yıllık bir mesele değilmiş gibi, sanki bu mesele PKK'nin silahlı mücadeleyi başlatmasından önce 26 silahlı kalkışma görmemiş gibi, sanki Şeyh Sait'ten, Ağrı'dan, Dersim'den, Zilan'dan, Koçgiri'den, 49'lar davasından, 68 kuşağından, 1980 darbesinden 1990'lı yıllara kadar yaşanan olaylar hiç yaşanmamış gibi, 2002 yılında ilk kez Kürtler kendi hak arama süreçlerini başlatmışlar gibi bir tablo çizdi. Ama şunu söyleyelim: Yüz yıllık bu meselenin seksen yılında, biraz müsebbip olarak, biraz çözmeyen olarak, biraz büyüten olarak Cumhuriyet Halk Partisi vardır. Kendi sorumluluğunu görmeden, getirip yüz yıllık meseleyi sadece on dört yıla indirgemek üzerinden bu işi çözmeye kalkışırsak, maalesef ama maalesef bu akan kanın durdurulmasına hiçbir şekilde hizmet edemeyiz. Kürt meselesinin ve Kürtlerin bir halk olmaktan kaynaklı kolektif haklarının tesis edilmesini barışçıl yöntemlerle tesis edemeyiz.

En hafif deyimle ifade edeyim: Yirmi yıldır CHP bu sorunu bir şekliyle çözmek istiyor, çözüm projeksiyonları sunmak istiyor ama nasıl çözeceğini maalesef ama maalesef bilmeyen bir CHP gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzu üzülerek ifade edeyim. CHP'nin hâlâ ara ara SHP'nin 1989 Kürt raporuna atıfta bulunmasını dinlemekten ve yeni bir çözüm önerisi sunmamış olmasından büyük bir üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim. Zamanın ruhu değişti, 1989 raporunun yazılmış olduğu dünya, Orta Doğu, bölge ve ülke koşulları değişti. O köprünün altından çok su aktı, yeni enstrümanlar, yeni siyasi mücadele araçları, yeni aktörler devreye girdi ama hâlâ 1989 SHP Kürt raporunda kalmış olmayı, biz üzüntüyle izliyoruz.

Bakın, özellikle şu gerekçe bölümünde yazılmış olan ve burada, mütemadiyen, CHP milletvekillerinden Kürt meselesiyle alakalı olarak dinlediğimiz husus şudur: "Mecliste çözmek istiyoruz." Amenna; Mecliste veya bir başka yerde çözelim, yeter ki çözelim ama şunu unutmayalım: Şu yüz yıllık toplumsal yaranın, çözüm mekânsal gerçekliğinden ziyade, nerede çözüleceğinden ziyade, nasıl çözüleceğine dair belli projeler sunmuş olması daha önemlidir.

Tamam, Mecliste çözelim de nasıl çözelim? Örneğin CHP için söylüyorum, Kürt meselesi söz konusu olduğunda, Anayasa'nın ilk 4 maddesi değişmeyecek. Mütemadiyen söylüyorsunuz.

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Evet, doğru.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Değişmeyecek. Bizim de ülke sınırlarıyla, bayrağıyla, marşıyla, başkentiyle ilgili bir sorunumuz yok. Bunu, açık yüreklilikle ve içtenlikle söylüyorum.

Peki, ülkenin resmî diliyle, vatandaşlık tanımıyla, ana dilde eğitimiyle ilgili ne öneriyorsunuz? Örneğin Anayasa 42'yle ilgili, ana dilde eğitimi engelleyen yasa maddesinin değiştirilmesiyle ilgili ne öneriyorsunuz? Veya bu ülkenin farklılıklarını, etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel çoğulculuğunu, Türklüğe, Müslümanlığa, Sünniliğe indirgeyen tekçiliğe dair ne düşünüyorsunuz? Anayasa 66 hepimizi Türk kabul ediyor.

Onur duyan, gurur duyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ama Allah beni Türk yaratmadı ya! Türk değilim. Bu -geçen de söyledim- Türklük, Kürtlük, yalnız başına ne gurur duyulacak ne utanılacak bir şey değildir, fıtrattan gelen bir özelliğimizdir.

Anayasa 42, Anayasa 66, ana dilde eğitim, resmî dil. Hatta, resmî dil de çok önemli değil. Ama herkesin Türklüğe, Türkçeye, şuna, ana dilde eğitimin Türkçeye indirgenmesi, onun dışındakilerin, azınlıklara bile tanınmış hakların bu ülkenin kurucu unsurlarından olan Kürtlere tanınmamasıyla ilgili ne düşünüyoruz? Mecliste çözelim tabii ki ama nasıl çözelim? Ya değilse esaslı bir çözüm projeksiyonu sunalım da Oslo'da mı, Berlin'de mi, Washington'da mı, Moskova'da mı, Tokyo'da mı, Habur'da mı, İstanbul'da mı, Ankara'da mı, Diyarbakır'da mı çözüldüğünün, nasıl, nerede çözüldüğünün çok büyük bir önemi yoktur, yeter ki kan akmasın. Bu ülke insanları ve bu ülkenin toprakları kana doydu ve önerilen, çözümsüzlüğe tekabül eden her şey daha fazla kanın akmasına, maalesef ama maalesef, daha fazla gençlerimizin toprağa düşmesine hizmet etmekten öte bir öneri göremiyoruz.

Dünya deneyimleri şunu önümüze koymuştur: Bakın, 2 ilkokul çocuğu bile kavga etse, aralarına kan değil, bir yumruk bile karışsa onları barıştırmak isteyen öğretmen 2 tarafın rızası ve muhataplığıyla çözer o işi. 2 aile kavga etsin, 2 aile arasındaki kavgada bile 2 ailenin rızası ve muhataplığı aranır, ya değilse o iş çözülmez. Yüz yıl işin içine kan karışmış, hâlâ tek taraflı olarak, teklik üzerinden... Maalesef ama maalesef, zaten bunu yapan bir iktidar var. Bakın, kötülükleri sıradanlaştıran, beş altı aydır kanı kutsayan, ölümü kutsayan, bunu sıradanlaştıran bir iktidar var zaten; bunun için ana muhalefet partisinin daha fazla itmesine, öncü olmasına, ardıl olmasına gerek yok.

Bir diğer husus, bakın, siyasi iktidar, çözüm sürecini gerçekten yüz yıllık bir toplumsal meselenin çözülmesi olarak ele almadı, iki buçuk yıllık süreci böyle işletmedi; başkanlığa, vesayete giden yolda bir ayak bağı olarak gördü, çözüp atmak istedi. Onun için tıkandı, çözüm süreci kötü değildi, samimiyet sorunu vardı, kötü olan oydu, o. Yüz yıllık bir sorunu çözmek üzerinden adım atma ve ilerletme gibi bir durum yoktu, ya değilse sorun o değildi.

Son olarak şunu söyleyeyim: Bakın, kanlı, ölümlü, şahin politikaların uygulandığı bir iktidar var. Bunun için ana muhalefet partisinin daha fazla iktidarın yaptığından daha fazlasını istemesine gerek yok, bu kadar iktidar politikalarının peşine takılmasına gerek yok. Geçen hafta Sayın Altay burada, şu kürsüden söyledi işte. Evet, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili teklifin ahlaksız olduğunu söyledi. İnanın, hiçbir gencimizin ölmediği, kanın akmadığı o süreç zinhar bu kadar ahlaksız bir süreç değildi. Ahlaksız olan bu, bu.

Ya değilse, şunu söyleyeyim: Kendileri ifade ediyorlar, Genel Başkanınız ifade etti; "İnanmıyoruz ama HDP'yle yan yana görünmemek adına inanmadığımız bir şeye onay vereceğiz." Bu, gündeminizin sizler tarafından değil, siyasi iktidar tarafından belirlendiğinin ve onun peşine takıldığınızın bir göstergesidir. İktidarın hassasiyetleri üzerinden bir pozisyon alınmaz. Bu, ana muhalefet partisini edilgen hâle getirir. Etken olmalıdır. Ve bu kadar edilgen bir pozisyon içerisinde, sonuç olarak şunu söylemek isterim ki, oraya sürülen asker, polis, özel harekâtçıların ne için öldüğünü, duygu dünyalarının ne olduğunu ben bilemem ama Sayın İnce ifade ettiği için, oraya onları sürenlerin niyeti, vatan savunması için değil, saray savunması içindir.

En nihayetinde, bu gençlerimiz vatan için değil, saray için ölmektedirler diyorum, bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)