GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:78
Tarih:22.04.2016

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; basın özgürlüğüne geçmeden, aslında bu Meclisin pozisyonuyla ilgili biraz önce gündeme gelen bilgisayarlarla ilgili...

BAŞKAN - Sayın Bilgen, yeniden başlatacağım sürenizi.

Sayın milletvekilleri, salonda bir uğultu var, konuşmacıyı duyamıyorum.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - Biraz önce gündeme gelen bilgisayar ve F klavyeyle ilgili ben de küçücük bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Daha önce benzer bir yazı Anayasa'yla ilgili geldi. Bu Meclisin yeni bir anayasa yapacağı ifade ediliyor, Meclis Başkanı tarafından milletvekillerine gönderilen yazıda, altında da diyor ki: "Bu vesileyle birer tane de bilgisayar hediye edeceğiz size." Yani anayasa yapım yöntemiyle milletvekili iradesi arasındaki bağlantıyı da bu ortaya koyuyor. Ben otuz yıllık gazeteciyim ve Q klavye kullanıyorum. Dün gelen yazıda "Biz F klavye aldık." diyor ya da "Alacağız." diyor. "İstemiyorsanız cevap verin." diyor. Şimdi, hangi klavyeyle yazıp yazamayacağımıza dair kararda bile milletvekili iradesi bir şey ifade etmiyorsa bırakın grupları, partileri falan bu Meclisin ne kadar demokratik işlediği konusunda öyle suçu Tüzük'e falan atarak işin içinden çıkamayız.

Evet, darbe döneminin Anayasa'sı, İç Tüzük'ü var, İç Tüzük'te ciddi sorunlar var ama şimdi 2 tane klavye var. "İki klavyeden hangisini tercih edersiniz?" diye sormak varken, bunun yerine "Biz F klavye alacağız, ister alın ister almayın." diyen bir tarzla galiba Parlamentonun kendi iç işleyişini demokratikleştirmesi için sadece İç Tüzük değişikliği de yetmez.

Değerli milletvekilleri, bir araştırma yapılması ihtiyacı hissederek bir öneri getiriyoruz. Türkiye cezaevlerinde 32 gazeteci var, çoğu tutuklu, hükümlü de var. Siz diyorsunuz ki: "Bunlar gazetecilik yaptıkları için tutuklu değiller. Başka işlerle ilgili oldukları için, işte terör örgütü, darbe yapmaya kalkmak gibi gerekçelerle tutuklular." Biz de diyoruz ki: "Bunlar gazeteci."

Şimdi, azıcık makul, mantıklı bir ortamda yapılması gereken nedir? Bir komisyon kurulsun, bir araştırma yapılsın, bunların gazeteci olmadıkları ispatlansın çünkü komisyondaki temsil oranı da, malum, iktidar partisi lehinde olacaktır. Türkiyeli diplomatlar, Türkiyeli siyasetçiler uluslararası bir arenaya gittiğinde, Cumhurbaşkanı Amerika Birleşik Devletleri'ne gittiğinde önüne ha bire bu gazeteciler konusu konulmasın, bu konu bir netliğe kavuşsun çünkü eğer tutuklu, hükümlü gazeteci yoksa, Türkiye'nin itibarını sarsacak, Türkiye'yi zor duruma düşürecek bu söz, bu şey ikide bir gündeme gelmesin ama böyle olmayacak. Biraz sonra, siz, bu konunun araştırılmaması gerektiği yönünde oy kullanacaksınız ve bu konu yine, belki bir süre sonra gündeme gelmek üzere bugün Meclisin, Genel Kurulun gündeminden çıkmış olacak.

Thomas Jefferson'un güzel bir sözü var, diyor ki: "Bir ülkede eğer Hükûmet halktan korkuyorsa orada özgürlük vardır ama halk Hükûmetten korkuyorsa orada tiranlık vardır."

Uzun yıllar Türkiye'de gazeteciler farklı kanunlardan dolayı, hükûmetlerin kendi lehlerine çıkardıkları farklı kanunlardan dolayı çok büyük zorluklar yaşadılar. Bu kanunlardan birisi de -dikkatinizi çekmek isterim sayın milletvekilleri- Atatürk'ü Koruma Kanunu'dur. Atatürk'ü Koruma Kanunu'ndan dolayı yüzlerce gazeteci yargılanmıştır bu ülkede. Tabii "Atatürk'ü Koruma Kanunu kimin zamanında çıkmıştır?" diye sorsam galiba hemen hızlıca verilecek cevap "CHP" biçimindedir ama öyle değil; bu kanun 1951'de çıkmış yani Menderes tarafından, Demokrat Parti tarafından çıkarılmış. Çıkarılış biçimi de ilginç, bir inatlaşma uğruna çıkıyor yani CHP'yle girdiği restleşmede, İnönü'ye karşı, Menderes kendince Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkararak elini güçlendirmeye çalışıyor ve bunun bedelini, tam altmış beş yıl boyunca bu ülkede onlarca gazeteci yargılanarak, mahkeme önlerinde, karakol önlerinde mesai yaparak ödemek zorunda kalıyorlar.

Şimdi, Atatürk'ü Koruma Kanunu'yla ilgili mağduriyetlerin sayısı ile sadece son birkaç ay içerisinde Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili yargılanan gazeteci sayısını kıyasladığınızda, birkaç ay içerisinde ortaya çıkan rakam, Atatürk'ü Koruma Kanunu dolayısıyla altmış beş yılda yargılananların sayısına neredeyse ulaşmış durumda. Yani, 1951'den 2016'ya geldiğinizde aslında değişen bir şey yok.

Sadece Özgür Gündem gazetesiyle ilgili, 2016 içerisinde yani şu üç-üç buçuk ay içerisinde 99 soruşturma yaşanmış. Bunların 51'iyle ilgili dava açılmış ve bu kısa süre içerisinde gazete 355 bin lira para cezasına çarptırılmış. Tabii, kendimizi överek temize çıkmak kolay değil, bu somut bir durum ama gazetecilerle ilgili, basınla ilgili tehlike, tehdit sadece muhalif gazetecilere yönelik baskıdan ibaret değil, tersi de var. Yani, besleme gazeteler, tetikçilik yapan kimi gazeteciler de iktidara yaranmak için ilginç rollere soyunuyorlar. Bunun çok örneği var ama çok yakın tarihli bir gazete manşeti var, onu dikkatlerinize sunmak isterim çünkü böyle gazetecilerin aslında iktidarlara da faydası olmadığını hatırlatmak açısından bu ilginç bir örnek.

Karaman'daki davayla ilgili, biliyorsunuz, bir gazete manşet yaptı, dedi ki: "Devrimci gelenekten pedofili." Şimdi, pedofiliyle ilgili bir haber yapmak isteyebilirsiniz. Zaten şahıs ortada. Şimdi, Karaman'da, beş yüz sekiz yıla çarptırılan bu şahıs valinin yanında, millî eğitim müdürünün yanında, Ensar Vakfının yanında on yıllardır fotoğraf çektirirken devrimci gelenekten geldiği için mi bu pozları verdi, bu görevlere getirildi, bunu hepimiz biliyoruz ama gazete, manşetine bu haberi yansıtırken böyle aktarmayı tercih ediyor. Ama, bu mesele sadece bir gazeteyle, bir gazeteciyle ilgili değil.

Her devrin gazetecileri vardır; 28 Şubat döneminde de Refahyol temsilcilerine hakaret eden, o dönemin iktidarlarına, muktedirlerine iltifatta bulunarak kendisine yer edinen kimi gazeteciler, şimdi, biliyorsunuz, yine iktidarın en üst mercilerinde duruyorlar, en üst noktalarda danışmanlık yapıyorlar. Yani onlar açısından değişen bir şey yok aslında. Onlar yine güçlüden yanalar, onlar yine muhaliflerin ezilmesi, sindirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Dolayısıyla, burada onların yerini tartışmaktan çok, galiba, biz kendi durduğumuz yeri tartışmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, Meclisin 96'ncı yılı yarın itibarıyla kutlanacak ama aslında, 1876'yı esas alırsanız yani ilk Osmanlı Mebusan Meclisini -1877'de göreve başlamıştır- esas alırsanız, 140'ıncı yılına giriyoruz kesintilerle birlikte.

Ama bu Meclisin, gündemini oluştururken ülkenin, bölgenin karşı karşıya bulunduğu sorunlar karşısında adaletle davranması, basiretle ve hakkaniyetle davranması, Meclisin itibarının, saygınlığının en önemli vesilelerinden birisidir.

Şimdi, çevremizde elbette önemli gelişmeler yaşanıyor. Mesela Karabağ'la ilgili, yaşanan tabloyla ilgili, bu Mecliste kürsüye çıkan birçok milletvekili duygularını paylaştılar. Elbette ki Karabağ'da -ister Azeri ister Ermeni- biz çatışma olmasın, kimse ölmesin isteriz. Şimdi, Karabağ'la ilgili iki devlet var, birisi Azerbaycan, birisi Ermenistan ama bu Meclis, nedense, Kırım Tatar Millî Meclisinin fiilen fesholmuş olmasını gündemine alma ihtiyacı duymuyor. Bir ülke bitti, artık "Kırım Tatar Özerk Bölgesi" diye bir bölge kalmadı, meclisi de birkaç gün önce tümüyle fesholdu.

Şimdi, Karabağ konusunun bir muhatabı var, Azerbaycan ama Kırım Tatar Millî Meclisinin fiilen ortadan kalkmasını hiç dert edinmeyen bir Parlamentonun, dönüp, işte başka, çok iddialı, çok büyük sözlerden söz etmesinin, bahsetmesinin bir anlamı, bir kıymeti, bir değeri olabilir mi? Yani sadece, tabii bu mesele, coğrafyayla ilgili duyarlılık, hakkaniyetle ilgili değil, ne yazık ki tarihî hafızayla ilgili de ciddi sorunlar yaşanıyor.

Dün burada, işte, Ermeni milletvekilleriyle ilgili bir tartışma yaşandı ve bu Mecliste, değerli milletvekilleri, özellikle dikkatinize sunmak istiyorum, çok rahatlıkla Enver, Cemal Paşalar kürsüden savunulabiliyor. Ben, hayret ediyorum; Enver, Cemal Paşalarla ilgili... Tarih meselesini elbette ki bilim adamlarına havale edelim, eyvallah ama çocuklarımıza doğru tarihi öğretmek gibi bir siyasi sorumluluğumuz yok mu bizim, ders kitaplarıyla ilgili ya da başka konularla ilgili? Enver, Cemal Paşalar, biz yanlış bilmiyorsak, okuduğumuz tarih yanlış değilse, 1913'te Babıaliyi basan, Harbiye Nazırını infaz eden, Başbakanı görevden alan kişiler değil mi? Bu Mecliste açıkça bir darbe savunusu yapılabilir mi? Bu Parlamento darbe savunusunu normalleştirirse, olağanlaştırırsa, sırf Ermenilere karşı yaptıklarından dolayı bu olağan görülürse gazetecileri, akademisyenleri, muhalefete reva görülenleri konuşmaya zaten çok da değer, çok da anlam kalmıyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)