GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:80
Tarih:25.04.2016

MHP GRUBU ADINA DENİZ DEPBOYLU (Aydın) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri; 280 sıra sayılı Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'yla ilgili olarak konuşmak üzere, Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Her birinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, bugün Mardin'de şehit düşen askerlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve yüce Türk milletine sabır diliyorum. Yine, tüm şehitlerimize ve Kilis'te yaşamını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah'tan rahmet diliyorum.

Değerli milletvekilleri, boşanma, eşler kadar çocuklar için de zor bir süreçtir, yıpratıcı bir süreçtir. Şimdi, üzerinde konuştuğumuz kanun da bu boşanma sonrasında çocuğun haklarını korumaya yönelik, çocukların üstün menfaatini korumaya yönelik bir kanun tasarısı olmaktadır.

Boşanma neden çocukları yıpratır? Çocuğun güven ihtiyacı vardır. Bu güven ihtiyacı sadece fiziksel ihtiyaçları için değil, korunma ihtiyacı için de değil, bu, psikolojik anlamda da çocuğun en önemli ihtiyaçlarından biri olduğu için önemlidir. Çocuğun güven içerisinde, güven duygusuyla yaşamasını sağlayan anne ve babası, ailesidir. Eğer bu aile bir arada olmayı başaramaz, bütünlüğünü koruyamaz ve eşler boşanmaya karar verirse tabii ki eşler arasındaki karı kocalık ilişkisi biter ancak anne-babalık görevi devam eder.

Maalesef, ülkemizde gördüğümüz birçok boşanma olayında şahıslar arasında, eşler arasında anlaşmanın sağlanamadığı ve birçoğunda çekişmeli boşanmalara giden süreçlere şahit oluyoruz. Bunu etkileyen birçok sorun var; nafaka sorunu var, velayet sorunu var, yine en kötüsü icra yoluyla görüşmeye varacak kadar anne-babanın çocukları üzerinden kurduğu birbirlerine yönelik öfkelerini tatmin etme yolu var. Bütün bu konuları uluslararası sözleşmede ele alırken kendi iç hukukumuzda da dikkate alarak çözmemiz gerekmektedir.

Nafaka sorununda sadece kadınlar değil erkekler de mağdur durumdadır. Üç gün evli kaldıktan sonra bir ömür boyu nafaka ödemeye mahkûm olan erkekler de söz konusudur. Adalet Bakanımızdan özellikle bu konu üzerinde ve velayet, özellikle de icra yoluyla çocuk görme konusundaki sorun üzerinde çalışılmasını rica ediyorum. İcra yoluyla çocuk görme, sadece anne-baba açısından değil, çocuk üzerinde de çok yıkıcı etkileri olan bir sorundur.

Gurbetteki vatandaşlarımızın yurt dışında aile birliğini korumak konusunda yaşadığı birçok sorun var. Bir kere, birbirini tanımadan yapılan evlilikler söz konusu. Özellikle yeni kurulan aileler için Türkiye'den gelin ya da damat getirmek, birbirini tanımadan evlenen eşler arasında sorun yarattığı gibi ailelerin kurduğu baskı bu sorunları daha da büyük hâle getirmektedir.

Yabancı uyruklu şahıslarla yapılan evlenmelerde ise daha farklı sorunlar karşımıza çıkmakta, ki takdir edersiniz, yabancı uyruklu vatandaşlarla sadece yurt dışında değil yurt içinde de evlilikler artmış durumdadır.

İlk ve ikinci kuşaktan sonra -ikinci ve üçüncü kuşak diyebiliriz- nispeten yaşadıkları ülkeye uyum daha fazla, ancak daha iyi eğitim almışlar ama boşanma konusunda yardım süreçlerinden mahrum yaşamaktadırlar. Burada boşanma konusunda belki daha cesaretli görünüyorlar ama yine boşanma sonucunda oluşan anne-baba arasındaki tartışmalar, yine nişan döneminde bile ayrılırken yaşadıkları sorunlar aynı ülkemizdeki gibi orada da devam etmekte.

Boşanma bazen gerekliliktir. Öyle evlilikler vardır ki, evliliğin sürmesi değil, boşanmak bazen çitlerin hayrına olabilir. Boşanma konusunda Türk vatandaşlarımız yaşadıkları ülkelerde boşansalar bile Türkiye'de yasal işlemin kabul edilmediğini, Türkiye'de tekrar avukat tutup dava açmak zorunda kaldıklarını, bu nedenle de mağdur olduklarını belirtmektedirler. Yine bu sorunun da çözülmesini de beklemektedirler.

Bunun dışında, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın -madem uluslararası bir anlaşmayı imzalıyoruz, uluslararası sorunları da ele almamız gerekiyor- yaşadığı sorunlara da biraz dikkat etmek gerekiyor özellikle aile bütünlüğüyle ilgili. Hayatın yoğun koşuşturması içinde genç, yaşlı, kadın-erkek herkesin çalışması gerektiğinden maalesef yurt dışında yaşayan ailelerimizin birbirine ayıracak zamanı kalmamış. Aileler kendilerinin çalışma temposu dolayısıyla uzak kaldıkları değerlerine çocuklarının sahip olmasını isterken bu sefer çocukların üzerine daha farklı yükler binmiş. Hafta içi bulundukları ülkenin eğitim standartlarında eğitimlerini alırken yine kültürlerini, dinlerini, dillerini öğrenmek için bu sefer hafta sonu da eğitime tabi tutulmak durumundalar.

Yaşadıkları ülkeye ilk gelen ailelerde anne ve babalar çalıştıkları için çocuklarıyla yeterince ilgilenememiş ve maalesef bu çocukların boşta kalması, yanlış alışkanlıklar edinmesi daha farklı sorunlar yaşanmasına sebep olmuştur. İlk giden nesil yabancı ülkede eğitim görmüş, Türkçe dışında farklı dilde düşünen torunları arasında da anlaşma sorunu yaşamaktalar. Biliyorsunuz bizim kültürümüzde dede-torun, anneanne-babaanne-torun ilişkisi çok önemlidir ve kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar ama üçüncü nesilde yaşayan çocuklarımız, Türk vatandaşlarının çocukları dil farklılığı nedeniyle, yabancı bir dille de düşünme alışkanlığı kazanmaları sebebiyle bu kuşaklar arasındaki çatışma fazlalaşmış, birbirlerini anlayamayacak hâle de gelmişlerdir. Yaşadıkları yabancı toplumda var olan aile içi ilişki yapısı ailelere de olumsuz yansıyor, bazen Türk aileleri onları daha özgür bulup kendisini baskı altında hissedebiliyorlar. Yine, anne ve babaların ayrı, boşanmış yaşamaları, ebeveynlerin birbirlerini, çocuklarını kötülemeleri burada da görülmekte. Yabancılara karşı ön yargılı yaklaşımlar gençlerde öz güven eksikliğine, bu eksiklik de toplumda pasif olmalarına yol açmaktadır. Bunun sonucunda dili, dini, kültürü, geleneği farklı toplumda olmaları neticesinde iki kültürün kıskacı arasında kalmakta ve toplumla bütünleşmekte zorluk yaşamaktadırlar. Gençlerin ergenlik döneminde okullardan başlayarak bazı kötü alışkanlıklar edinmesi, alkol, uyuşturucu, gençlerin ergenlik dönemleriyle ilgili bu sorunlara bedensel, ruhsal değişimle beraber yaşanan uyum problemleri de eklenince çocuklarımızı, gençlerimizi daha zora sokmaktadır.

Yine, biz yakın zamanda, Aile Bütünlüğünü Koruma Komisyonu olarak Danimarka ve İsveç'te Türk göçmenlerimizle birlikteydik. Oradan edindiğimiz bir bilgi var, dediler ki kendileri: "Kız çocuklarının yüzde 36'sı, erkek çocuklarının yüzde 10-12'si üniversiteye gidiyor. Bu durumda, kızlar eğitimlerini tamamlıyor ama erkekler erken dönemde iş hayatına atıldıkları için bu sefer kız çocukları kendilerine eş bulmakta zorlanıyor." Bu da yabancı uyruklu erkeklerle evlenmek durumuna getiriyor ki, bizim Türk vatandaşlarımızı biraz kaygılandırıyor.

Yine, yaptığımız görüşmelerde Türk vatandaşlarımız Türk televizyon kanallarını ve özellikle de evlilik programlarını şikâyet ettiler bize. Yani bu evlilik programları sadece bizim ülkemizin sınırları içerisinde değil, yurt dışında yaşayan tüm vatandaşlarımızı da olumsuz etkilemekte ve kendileri bunu dile getirmekte, şikâyet etmektedirler.

Bazı ülkelerde katı göç yasaları var. Bu, vatandaşlarımızı zora sokmakta, vatandaşlarımızın yasaları, kanunları iyi bilmemesi sebebiyle de sıkıntılarını artırmaktadır. Ve özellikle dile getirmek istiyorum, maalesef, koruyucu aile sorunu var. Biz Danimarka'da Öztürk ailesiyle görüştük. Size biraz bu konuda bilgi vermek istiyorum.

Öztürk ailesi yeni evlenmiş bir çift. Evlendikten sonra eşi hamile kalıyor ve bebek doğduğu gün anne babanın elinden alınıyor. Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Burada bir ebe hemşire göz teması kuramıyor diye şikâyet ediyor anneyi ve anneye bir zekâ testi uygulanıyor. Zekâ testi Türkçeye çevrilmemiş, uygulayan Türk değil, Türk kültürüne uyum çalışması yapılmamış. Anne yarıda bıraktığı hâlde çocuk alınıyor, bir başka koruyucu aileye veriliyor. Onların yasalarına göre, koruma altına alınan çocuğun önce aile yakınlarına, sonra aynı etnik grupta bir aileye, sonra başka bir etnik gruba verilmesi gerekirken maalesef bu yasalar dikkate alınmıyor ve Türk aileden alınan çocuk direkt Danimarkalı, İsveçli, Norveçli bir aileye verilebiliyor, farklı kültürden.

Burada karşımıza çıkan ayrı bir sorun, Türk ailelerin koruyucu aile olmaktan çekindikleri dile getiriliyor. Şu kadarını ifade edeyim ki velayet sorunu çok önemli. Çocuklarımızın koruyucu ailelere verilmesi de çok önemli ama oradaki ailelerin ciddi anlamda yardıma ihtiyacı var. Boşanma sürecinde, aile birliğini koruma sürecinde, anne baba eğitimi konusunda ve her türlü hak ve kanunu öğrenebilmeleri için, haklarını öğrenebilmeleri için ciddi yardıma ihtiyaçları var, bizden destek bekliyorlar.

Bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini hatırlatıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)