| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 03.05.2016 |
HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce bir diyalog aktarayım isterseniz size. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözleri: "Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarını açıp mültecileri otobüslere bindirip göndeririz. Eğer iki yıl için 3 milyar avro verecekseniz hiç konuşmayalım." Juncker devam ediyor: "İlerleme Raporu'nu Türkiye'deki seçimlerin sonrasına ertelediğimizi hatırlatırım. Bu erteleme yüzünden eleştirildik. Para konusunda ben ya da Donald rakamlarla oynayıp duramayız, iki hafta içinde netleştirmeliyiz." Devam ediyor: "Çok yoğun çalışıyoruz, Brüksel'de sizi prensler gibi ağırladık." Erdoğan: "Prens gibi mi? Tabii ki. Ben bir üçüncü dünya ülkesini temsil etmiyorum." Diyalog devam ediyor ama daha ilginci, bu biliyorsunuz, sızmış, Yunanistan üzerinden dışarıya yansımış bir tutanak; biz şöyle tahmin ederdik: Bir Cumhurbaşkanının "Biz böyle bir diyaloga girmeyiz, mülteci konusu bizim için ensar, muhacir falan gibi ahlaki değerlerle tarif edilecek bir konudur." diye bir tepki vermesini beklerdik ama öyle demiyor. TÜGİK toplantısındaki konuşması, 11 Şubat: "Bir süredir AB yetkilileriyle Suriyeli sığınmacıların sorunlarına çözüm bulmak amacıyla görüşmeler yürütüyoruz. Birkaç gün önce Merkel'i ağırladık, Juncker'la konuştuk. Benim on beş yirmi yıllık arkadaşım. Polonya'da Başbakan olduğu andan beri -Tusk için söylüyor- tanıdığım birisi. Her ikisiyle de görüşmelerimizin konusu mülteci sorunuydu. Birileri bu görüşmenin tutanaklarını sızdırarak bize saldırmaya çalışıyor. Orada ne yapmışız biz? Suriyeli mültecilerin haklarını ısrarla savunmuşuz, Avrupa Birliğinden sözlerini yerine getirmesini, Türkiye'ye karşı samimi davranmasını istemişiz. Yayınlanan tutanaklar bizim için utanç belgesi değil, ibra belgesidir."
Değerli milletvekilleri, mülteci konusuna hangi perspektiften bakıyorsanız çözümü de o eksende geliştirirsiniz. Elbette ki mülteci sorunu sadece bir geçiş ülkesi olan Türkiye'nin çözebileceği bir sorun değil. Avrupa Birliğinin bu konuda eleştirilmeye değer çok ciddi politik yaklaşımları var ama onunla bizim yürüttüğümüz görüşme bizim gündemimizde. Şimdi, düşünün ki, yine kendi ifadeleri olduğu için aynen aktarıyorum: "Gerekirse uygulanmamak üzere..." Tırnak içerisinde söylüyorum, biz kanun yapıyoruz burada. Yani gerekirse uygulanmamak üzere bir meclis kanun yapabilir mi? Avrupa Birliği üzerine düşen görevi yerine getirmezse vize muafiyeti konusunda burada bir haftadır, on gündür yaptığımız mesaiyi, mültecilerle ilgili burada hak ve özgürlükler bağlamında yaptığımız konuşmalar, kanunlar uygulanmamak üzere yapılıyor. Sayın Cumhurbaşkanının ifadesi bu, benim yorumum, benim değerlendirmem değil.
Değerli milletvekilleri, bir sorunla ilgili eğer öngörüde isabetsiz bir pozisyona düşmüşseniz çözüm kapasiteniz ona yetmez. Biraz önce iktidar partisi sıralarından bir milletvekili -sanırım Komisyonda aynı zamanda- bizim hatibimize söz atıyor, diyor ki: "Siz kaç kişinin geldiğini biliyor musunuz?" Vallaha, biz kaç kişinin geldiğini biliyoruz ama siz kaç kişinin geleceğini tahmin ediyordunuz da 100 bini kırmızı çizgi olarak ilan ettiniz, asıl size sormak lazım. 100 bini kırmızı çizgi ilan ettiğinizde Suriye'deki rejimin birkaç hafta içinde düşeceğini düşünüyordunuz ama yıllar geçti, gelenlerin sayısı 2 milyon 800 bini buldu, kamplardakilerin oranı da bunun sadece yüzde 10'u. Yani inceleyebileceğimiz, yaşama koşullarını denetleyebileceklerimizin oranı toplamın sadece yüzde 10'u. Zaten bu, bütün tablonun vahametini ortaya koymaya galiba tek başına yetiyor. Eğer siz mültecilerle ilgili yaklaşımınızı dış politikanızla birlikte ele almazsanız iki açıdan büyük riskler yaşarsınız. Bunlardan birisi, mesela Halep bombalanıyor şu anda, bazı iddialara göre Ruslar bombalıyor, bazılarına göre Amerikalılar bombalıyor, Halep bombalanıyor. Halep'ten yüz binlerce daha mültecinin gelme ihtimali söz konusu. Yani bizim önümüzdeki rakamlar çok daha büyük bir noktaya ulaşabilir. Eğer siz bölgenizde bir an önce istikrarın yerleşmesi, bir an önce barışın yerleşmesi ve Türkiye'ye gelenlerin geri dönmesi üzerine bir strateji yürütmüyorsanız o zaman sadece gelenlerle ilgili, onların hak ve özgürlüklerini sağlamaya çaba sarf eder ya da işte bunu Avrupa Birliğiyle bir pazarlık konusuna dönüştürürsünüz.
Şimdi, bu geri kabul anlaşmasının içeriğiyle ilgili tabii çok şey var söylenecek ama benim, insan hakları perspektifiyle bir kere mültecilerle ilgili ciddi bir ayrımcılık olduğunun altını çizmem gerekiyor. Neden ayrımcılık var? Birincisi: Belki yakından takip etmeyen milletvekilleri olabilir, Afganlı, Pakistanlı, Iraklı gibi, öncelikle onlar bize iade edilecekler çünkü o ülkelerde istikrar daha uzun vadeye yayılmış durumda yani oralarda savaşlar, yoksulluk, kıtlık, insanlık dışı koşullar, çatışma daha uzun sürecek. Dolayısıyla geri gitmesi zor olanlar, geri dönmek istemeyenlerin büyük kısmı bize gelecek.
İkincisi, daha vahim olan, Suriyelilerle ilgili. Şimdi bizde Suriyeliler var, Avrupa'ya izinsiz gitmiş Suriyeliler de var. Bize hangi Suriyeliler gelecek, bizden hangi Suriyeliler gidecek? Çok net: Eğitimli olanları, özel seçilmiş olanları, yani onların dosyalarına bakıp Avrupa Birliğinin beğendiklerini seçip oraya götürecek. Bize de -ben o ifadeleri kullanmak istemiyorum ama- muhtemelen daha kriminal olanlar, kendi ülkesinde sorunlu olanlar... Asla mülteci sorununa böyle bakmak, böyle yaklaşmak istemem ama bize de galiba bu kalacak.
Şimdi bu fotoğraftan, bu tablodan ne Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileriyle ilgili sağlıklı bir tablo çıkar ne bölgede barışa dair bir güçlü strateji çıkar ne de insan hakları konsepti çıkar.
Değerli milletvekilleri, çok açık biçimde bir yük paylaşımından Avrupa Birliği kaçmıştır. Başından beri Avrupa Birliği aslında vize muafiyetini bir havuç gibi, aslında yüz elli yıllık Osmanlı'dan bu yana devam eden Avrupa-Türkiye ilişkilerinin bir parçası olarak bir havuç gibi kullanıyor bize. Bir kere, işin bu tarafı zaten yeterince rencide edici, yeterince onur kırıcı çünkü çok ilginç ifadeleri Avrupa sağının temsilcisi, Avrupa sağ partilerinin, muhafazakâr partilerinin temsilcisi diyor ki: "Acil mekanizmalar koyduk bu mevzuatın içerisine." Nasıl acil mekanizmalar? Eğer Türkiye'den serbest dolaşımla yani vize muafiyetiyle Avrupa'ya gidenler vize süresi dolduğu hâlde geri dönmezlerse yani süresi bittiği hâlde orada kalırlarsa biz üzerimize düşen taahhütleri yerine getirmez ve iptali gerçekleştiririz. E, şimdi, ne biz oraya güveniyoruz -güvenilecek bir durum da yok gerçekten- ne onlar bize güveniyor.
Ama işte, bunun için tam da, galiba bu işin en mağduru olanların, mültecilerin, ülkelerini, yurtlarını, topraklarını terk etmek zorunda kalanların sorumluluğu kime ait yani sahile vuran bebeklerin sorumlusu kim, bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Eğer siz Suudi Arabistan'la bir askerî ittifak, bir stratejik ittifak yapıyorsanız Orta Doğu'da istikrardan, Orta Doğu'da barıştan, Orta Doğu'da bir an önce silahların susmasından falan söz etmeyeceksiniz çünkü müttefikiniz kimse dış politikanız da o eksende şekillenecektir. Bunu bir Suudi Arabistan karşıtlığıyla falan söylemiyorum. Suudi Arabistan'ın Suriye politikasının başka ülkeler tarafından da, hem Türkiye'nin müttefikleri tarafından hem de Körfez'deki başka İslam ülkeleri tarafından da ifade edilen, ilan edilen stratejisi, Suriye'de sürdürülebilir krizdir, sürdürülebilir kaostur, sürekli kaostur.
E, şimdi, sürekli kriz, sürekli kaos Suudi Arabistan'ın niye işine yarıyor? Çünkü Suudi Arabistan eğer bölgede mezhebî çatışmayı Suriye'de bloke edebilirse, Yemen'de durdurabilirse, Bahreyn'de durdurabilirse kendi iç karışıklıklarını engelleme ve erteleme imkânına sahip olacak. Ama bunu başaramazsa yani bölgede yeni dengeler, yeni demografik tablolar, yeni siyasal arayışlar ortaya çıkarsa, herhâlde yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan ilk rejimlerden birisi Suudi Arabistan. Demokrasinin "d"si yok, kırıntısı yok ama biz Suriye'de demokrasiyi, Suriye'de otoriter rejimi bitirmek ve demokrasiyi getirmek üzere Suudi Arabistan gibi ülkelerle ittifak yapıyoruz, ondan sonra da sahile vuran bebeklere ağlıyoruz. Bu, timsah gözyaşlarından başka bir şey ifade etmiyor.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)