GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:85
Tarih:04.05.2016

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten cumhuriyet tarihi açısından talihsiz bir günün yıl dönümündeyiz. 1937 yılında 4 Mayıs günü Bakanlar Kurulu bir karar alarak bir tedip ve tenkil hareketi başlatmış, Dersim'de Kürt, Kızılbaş halkımıza karşı bilinçli bir -Bakanlar Kurulu kararını az sonra da okuyacağım üzere- harekât başlatılmış; on binlerce kişi maalesef katledilmiş ve on binlerce kişi de yerinden yurdundan edilmiş. Bunun yanı sıra, 2K, Kürtlük ve Kızılbaşlığın yanında, üçüncü K kimliğine sahip olan Dersimli kadınlar ise neredeyse bir meta olarak, pazarlanarak; ailelerinden, annelerinden, babalarından kopartılarak önce yetimhanelere, oradan da bir asimilasyon politikası çerçevesinde hiç tanımadığı, görmediği, asla aynı ortamı teneffüs etmediği kişilerle çocuk yaşta evlendirilmek zorunda kalmışlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 maddeyle sınırlı olan bu Bakanlar Kurulunun Başvekâlet Kararlar Müdürlüğündeki 4 Mayıs 1937 tarihli kararında:

"1) Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçizeken, Sin, Karaoğlan hattına kadar şedit ve müessir bir taarruz hareketi ile varılacaktır.

2) Bu defa isyan etmiş mıntıkadaki halk toplanıp başka yere zorla nakil edilecektir. Ve bu toplama ameliyesi de köylere baskın edilerek hem silah toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledilecektir. Şimdilik -Bakanlar Kurulu kararı kapsamında- 2 bin kişinin nakli kararı alınmıştır."

Değerli milletvekilleri, aslında bugünden yaklaşık iki yüz otuz yıl önce, Fransız İhtilali'nden sonra başta Kıta Avrupası'ndan bütün dünyaya 19 ve 20'nci yüzyılda yayılmış olan ulusçuluk mantığı özellikle 20'nci yüzyılda iki cihan harbine neden olmuş ve bu iki cihan harbinde uluslara zorla giydirilmeye çalışılan deli gömleğinin bir ulus devlet formunda halkları tekleştiren, belli sınırlar içerisindeki herkesi tek etnisiteye, tek dine, tek mezhebe indirgeyen anlayışının sonucu çok kanlı olmuştur. 1914'te başlayan Birinci Cihan Harbi ve 1939'da başlayan İkinci Cihan Harbi, bu deli gömleğinin halklara giydirilmesi politikası neticesinde toplam 75 milyon insanın günümüze kadar ölümüne neden olmuştur.

Değerli milletvekilleri, ulus devletten nasibini alan, aslında Osmanlı'nın parçalanma dönemine tekabül eden 20'nci yüzyılın başlarında Serv Antlaşması'ndan sonra -doğrudur- hemen sonrasında Kürdistan Teali Cemiyetinin yönlendirmesiyle Dersim merkez olmak üzere bölgede özerk Kürt yönetiminin kurulması çabaları yürütülmüştür. Ancak, Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya ve Trakya'yı kapsayacak, daha sonra adına "Misakımillî" denen bir kurtuluş savaşı hazırlığı sürecinde Kürtlerle tarihteki ikinci büyük ittifakını yapan Mustafa Kemal, Kürt mirleri, pirleri, şeyhleri ve beyleriyle büyük bir ittifaka girişmiş, Kürtler, Erzurum ve Sivas kongrelerinde, yine Birinci Mecliste -açılması durumunda zabıtlarda görüleceği üzere- bu özerk Kürt bölgesi projesini ortak kader ve Anadolu, Mezopotamya, Trakya'nın bütün halklarıyla eşit yaşam koşullarında anlaşılmak üzere bir araya gelmekten geri durmamışlardır ve Kurtuluş Savaşı'nın cereyan ettiği her toprakta mutlaka Kürt kanı da akmıştır. Bu, ortak gelecek, ortak kader için önemli ve elzem görülmüştür. Ancak Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra, gerek Birinci Meclis zabıtlarında sabit olduğu üzere gerekse Kurtuluş Savaşı ve 24 Anayasası'na kadar geçen sürede, onu aşkın yerde Atatürk, konuşmalarında Kürtlere dair bir demokratik muhtariyetten söz etmiş, Kürtlerin kendi renkleri, dilleri, kültürleri, inançları ve mezhepsel özellikleriyle Mecliste temsil edileceğini söylemiş ve bunun cumhuriyetin asli unsurlarından bir bileşen olarak kabul görülmesinde hiçbir beis görmemiştir. Gelin görün ki, özellikle 24 Anayasası'ndan sonra elde kalan husus şudur: O günden bugüne kadar aslında cumhuriyetin Kürt siyaseti çok da karmaşık değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt siyaseti hangi sosyal bilim prensipleriyle yaklaşılırsa yaklaşılsın, hangi bilimsel retorikle ele alınırsa alınsın aynı kapı gerçeğine çıkacaktır; o da şudur: O ulus devlet olma hayaliyle kendisine giydirilmeye çalışılan o deli gömlek çerçevesinde Kürtleri ulusal bir topluluk olma kimliğinden mahrum kılmaya denk düşürmedir.

Yine, bu siyaset hem de kimliği, dili, kültürü, tarihiyle, aynı zamanda yöntem olarak tedip, tenkil, kan, gözyaşı, sürgün, katliamlarla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır ama bugüne kadar başarılı olunmamıştır. Bugüne kadar Kürtler, Allah'ın onlara bahşetmiş olduğu ulusal kimliklerinden, dinlerinden, mezheplerinden, inançlarından, kültürlerinden taviz vermeden zulme karşı direnmeyi evla görmüşlerdir. Bu nedenledir ki o doksan üç yıllık yara açık olarak durmaktadır.

Açık yüreklilikle söyleyeyim, bunları ifade etmekte ve ilgili gündemlerde şu Meclis kürsüsünde toplumsal, siyasal yaşamın her alanında dile getirmemizin ve siyasetin merkezine oturtmamızın sebebi şudur: Asla ve kata yarayı daha fazla kaşımak, açmak, kanatmak değildir. Toplumsal yara açık durmaktadır. Mümkün olduğunca Türkiye'yi oluşturan bütün halkların iradesini temsil eden bu Mecliste ortak bir akıl, ortak bir ferasetle bu toplumsal yaraya merhem olma, merhemi sürme, bu yarayı bu şekilde eşitlik temelinde kapatma sorumluluğu ve yükümlülüğümüzü layıkıyla yerine getirme amacını taşımaktayız biz.

Yine, değerli arkadaşlar, şunu ifade edelim: Aslında sadece 4 Mayıs 1937 günü dönemin hükûmeti, ülkeyi yönetenleri Bakanlar Kurulunda bu kararı almadılar. 1924 Şark Islahat Planı'na dayanmaktaydı bu. Neyi öngörüyordu Şark Islahat Planı? Aslında, bu Kürt Islahat Planı olarak da okunabilir.

Bir: Kürtleri batı bölgelere serpiştirmek.

İki: Kürtlerin meskûn bölgelerine Kürt olmayanları getirip adacıklar oluşturmak.

Üç: Bölgede yatılı mekteplere ağırlık vermek.

Dört: Kürtleri kendi ana dillerini unutturmak suretiyle Türkçeye mecbur bıraktırma amacı taşıdı.

Yeri geldiğinde dönemin başbakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı "kürdistan" kavramını siyasi pragmatizm için kullandı. Yine, Sayın Erdoğan aynı şekilde 1990'lı yıllarda yapılan özellikle kanlı olaylara "katliam" demekten, "darbe" demekten geri durmadı. Yeri geldi, Dersim'in adının iade edilmesinden ve bu durumda yine Dersim'le ilgili gerçeklerin açığa çıkarılmasından söz etti. Şunu iyi bilelim değerli milletvekilleri, kürdistan gerçeği, 1990'lı yılları değil, bütün cumhuriyet tarihi boyunca akmış olan kanın politikasını yapmak veya Dersim katliamı, ondan önceki Ağrı'yı, Zilan'ı, Şeyh Said'i, Koçgiri'yi sadece kimse siyasi malzeme olarak kullanamaz, bu bir siyasi pragmatizm malzemesi yapılamaz. İşinize geldiği zaman en üst perdeden bunları kullanacaksınız, daha sonra da özellikle yeri, zamanın ruhu değişti mi bunları ters yüz edeceksiniz. Ben özellikle bunların hangi gerçeğe tekabül ettiğini bilim insanlarının, bilim çevrelerinin de katkısını almak suretiyle ele alma konusundaki önergemize destek olmanızı bekliyorum. Ve Pirimiz Seyit Rıza'nın bir cümlesiyle bitireyim: "Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu/Ama biz de sizin önünüzde diz çökmedik, bu da size dert olsun." (HDP sıralarından alkışlar) Sen rahat uyu pirim, torunların asla Hızır'dan başka kimseye boyun eğmedi, diz çökmedi.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)