| Konu: | AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 92 |
| Tarih: | 24.05.2016 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, öneriyle ilgili iktidar partisi adına yapılan konuşmayı dinleyince öneri başka bir şey mi içeriyor diye ben de şüpheye düştüm çünkü Sayın Binali Yıldırım hükûmet kuruyor, görevlendirildi ve bu Hükûmet programının biraz sonra burada gündeme alınmasını galiba tartışmamız gerekiyor. Bu oylanacak, muhtemelen geçecek ama Sayın Cumhurbaşkanının nasıl bir lider olduğu üzerine bir konuşma yapılması da aslında her şeyi ortaya koyuyor.
Ama, ben karizma konusunu çok uzun ele almayacağım. Evet, karizma kazandırır ama siyasette karizmanın ciddi riskleri de vardır ve karizmatik liderlik aslında ilkel toplumların tercih ettiği siyasi liderlik tipidir çünkü mistik metafizik güçler addedersiniz karizmatik liderlere, güç onlardadır ve bu vehminiz sizi kurtarabilir, kahramanlar çıkabilir. Evet, gerçekten tarihte karizmatik liderler toplumlara çok zor dönemlerde çok büyük başarılar da elde ettirmişlerdir ama son derece tehlikeli, maceracı işler de genellikle karizmatik liderler tarafından yapılmıştır. Aslında, biraz önce bir milletvekilinin ismini andığı, bizim eş genel başkanımızın konuşma yaptığı salondaki portreler üzerinden gönderme yaptığı isimler de son derece karizmatik siyasi liderler olarak siyasi tarihe geçmişlerdir.
Ama, yani bu değerlendirmenin ötesinde galiba bir şeyi görmemiz gerekiyor: Öyle olağan bir dönemden falan geçmiyoruz; kimse, hiçbir liderlik tipi, hiçbir tartışma şu anda yaşadığımız sürecin normal, olağan olduğuna bizi inandıramaz. Sonuç itibarıyla, bir siyasi parti seçime girmiş bütün partilerle birlikte 7 Haziranda, seçimden sonra Hükûmet kurulamamış, sonra 1 Kasımda tekrar seçime gidilmiş ve bu siyasi parti tek başına Hükûmet kuracak oya ulaşmış, kavuşmuş ve Hükûmet kurulmuş. Şimdi, bu geçen kısa süre içerisinde, altı ay içerisinde Hükûmetin istifa etmesini gerektirecek bizim siyasi okumalarımızla, dünyanın, uluslararası kamuoyunun okumasıyla görebildiği bir durum var mı yani bir gensoru ya da başka bildiğimiz olağan yöntemler var mı istifayı gerektiren? Hayır. İktidar partisi içerisinde bir tartışma var mı? İstifanın gerçekleştiği güne kadar baktığınızda her şey gayet uyumlu, olağan gidiyor ama bir anda Hükûmet istifa ediyor ve yeni bir Hükûmet kuruluyor.
Değerli milletvekilleri, bir kere teknik olarak bu sürecin olağan dışılığını bir tarafa bırakıyorum. Sabahleyin saat 10.00'da Hükûmet, Bakanlar Kurulu listesi Cumhurbaşkanına sunuldu, saat 11.00 gibi açıklandı; şu anda üzerinden üç dört saat geçmiş, Hükûmet programı ne zaman hazırlandı? Hükûmet programı bu süre zarfında bırakın yazılmayı, okunabilir mi? Peki, bakanlar bakan olacaklarını, Sayın Başbakan Hükûmet kuracağını acaba daha önceden mi biliyordu yani bugünkü prosedürden çok önce bir durum mu vardı? Ya da bu kadar hızlı çalışılıyorsanız ya da "Yazdıklarımızın bir önemi yok yaptıklarımıza bakın." diyorsanız, "Yapacaklarımıza bakın." diyorsanız o da tabii ki sizin tercihiniz.
Ama, bizi ilgilendiren bir boyutu var yani buradaki teknik olağanüstü durumun ötesinde üç dört saat içerisinde bir hükûmet programı hazırlamanın dünyada nasıl algılanacağını, nasıl okunacağını tartışmanın ötesinde başka bir olağanüstülük yaşıyoruz, o da şu: Türkiye'de siyaset, ne yazık ki artık sorun çözen bir mekanizma olmaktan çıkmış, kendi meşruiyeti tartışmalı bir pozisyona gelmiştir. Biraz önce yargının kamuoyundaki algısı üzerine tartışmalar yapıldı. Evet, geçmişte kurumların itibarıyla ilgili, saygınlığıyla ilgili anketler yapılırdı ve genellikle Silahlı Kuvvetler ya da yargı gibi, bürokrasi gibi konumlar, kurumlar siyasetten daha saygın bir pozisyonda çıkardı; bu da elbette bir ülkenin demokrasisi için, sivilliği için güzel bir manzara, güzel bir tablo değildi. Şimdi siyaset, evet, bu kurumlardan daha önde, daha üstte; bu, bütün ülke adına sevinilecek bir tablo ama galiba, bu sefer başka bir çelişkinin içerisine sürükleniyoruz, siyaset kurumu kendi kendini çürütmeye başladı, kendi kendini yozlaştırmaya başladı. Yani, vesayetten kaynaklı, başka kurumların baskılarından kaynaklı bir güvenilmezlik pozisyonu değil ama kendi iç işleyişi, iç demokrasisi açısından ciddi bir riskle, ciddi bir güven bunalımıyla karşı karşıyayız. Evet, bir ülkenin sorunlarının çözümünde siyasetin işlevsel olabilmesinin yolu, siyasetin etkin ve verimli olabilmesinin yolu siyasetin kendi olağan mekanizmalarının sağlıklı işlemesinden geçer. Eğer siyasetçiler, Türkiye tarihinin, Türkiye siyaset tarihinin kimi dönemlerinde olduğu gibi birtakım tasfiyeleri sandık, sokak, miting, sivil demokratik kanallar üzerinden değil de olağanüstü yöntemlerle denerlerse bunu ister parti içinde ister devletin kurumları içerisinde isterse bir partinin bir başka partiye yönelik tavrı olarak ele alın, sonuç itibarıyla o ülkede siyasetin bırakın sorun çözmeyi, itibarı, saygınlığıyla ilgili de ciddi tartışmalar kaçınılmaz hâle gelir.
Şu anda bir siyasi partiyle ilgili kongre süreci yargı kararıyla netleşiyor. Belki önümüzdeki dönemlerde başka olağanüstülükleri de yine yaşayacağız. Şimdi, dokunulmazlıkların kaldırılması, fiilî olarak inisiyatifin siyasetten, Anayasa'da yazılı olmasına rağmen, siyaset kurumundan, Parlamentodan çıkartılıp yargıya teslim edilmesidir. Evet, yargı gerçekten bağımsızsa gayet tabii dokunulmazlık konusunun kaygı duyulacak, endişe edilecek hiçbir tarafı yok. Biz bu işin geçici olarak değil, topyekûn, kökten çözülmesine dair zaten önerilerde bulunduk ama ne yazık ki galiba geçtiğimiz dönemin olağanüstülüğü bize Türkiye siyasi hayatında, Türkiye siyasi tarihindeki başka olağanüstü dönemleri hatırlatıyor.
Değerli milletvekilleri, bu ülkede darbeler öyle sanıldığı gibi askerlerin durup dururken siyasete müdahale etmesiyle falan gelişmedi, siyasetçiler birbirlerini tasfiye etmek için askerlere zemin oluşturdular, askere davetiye çıkarttılar. Bugün de bu ülkede bir taraftan seçim tehdidiyle milletvekili iradesi üzerinde baskı kurulmaya çalışılıyor, öbür taraftan da bir darbe beklentisi toplumda gün geçtikçe normalleştirilmeye, olağanlaştırılmaya başlanıyor.
Evet, darbenin her dönemde kendine özgü yolları, yöntemleri vardı; 28 Şubatta farklı oldu, 27 Nisanda farklı bir şey yapıldı, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, bütün bunlar farklı dengeler, farklı denklemler üzerinden gelişti. Ama bugün bu ülkenin bir bölgesinde artık milletvekilleri olağan, rutin görevlerini yapamıyorlar. Sadece HDP milletvekilleri yapamıyorlar gibi bir değerlendirme haksızlık olur, diğer partiler de... Bunu CHP daha önce heyet gönderdiği için muhtemelen görmüştür, fark etmiştir ama Türkiye'nin bir bölgesinde inisiyatifin tümüyle güvenlik güçlerine geçmiş olması, bir süre sonra bu işin bir bölgeden ibaret kalmayıp belki ülke genelinde de başka olağanüstülüklerin yaşanmasına zemin oluşturacaktır.
Elbette, biz, siyasetin kanallarının açılmasının, güçlendirilmesinin ülkede şiddetin son bulması, çatışmanın bitmesi, ülkenin bütün sorunlarının siyaset zemininde çözülebilmesi için bir anlamı, bir değeri olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda iki eğilim var, dünyada yaygın iki yaklaşım var. Bunlardan birisi -tabii ki siyaset sosyologlarının daha çok iddiası- toplumun önü demokrasi konusunda ne kadar açıksa çatışma ihtimali, şiddet ihtimali o kadar azalır. Bu, olağan bir demokrat bakıştır. Güvenlikçiler iki türlü bakarlar. Bazı eski soğuk savaş dönemi güvenlik politikasıyla bakanlar şöyle okur: "Şiddetin, terörün uzantısı olarak görülen ne kadar siyasi aktör varsa, ne kadar dergi varsa, dernek varsa, sivil toplum varsa bunların hepsini toptan tasfiye edersek güven ve istikrar ortamı sağlanır." diye bakarlar; bu, eski bakış açısıdır. Ama şimdi dünyada artık "insan güvenliği" ve "toplum güvenliği" diye bir farklı paradigma var. Ve bu paradigmayla yaklaşanlar da aslında demokratik bakış açısına, daha sivil siyaset eksenli bakış açısına yakın duruyorlar ve diyorlar ki: "Siyaseti etkisizleştirirseniz, işlevsizleştirirseniz sadece kaosu büyütürsünüz."
Değerli milletvekilleri, bu coğrafya, çok yakın tarihlerde, 2000'li yıllarda -çok geriye gitmeyelim- Kafkasya'da, Balkanlarda çok sancılı geçiş dönemlerini yaşadı. Geçtiğimiz üç dört yıl içerisinde Orta Doğu, Arap coğrafyası çok sancılı bir süreç yaşadı. Eğer Türkiye bu olağanüstülüğü bir büyük sancıya, bir büyük kırılmaya dönüştürürse bu Parlamentonun da bu olağan dışılığa göz yumduğu için tarihî bir vebali, sorumluluğu olacaktır.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)