| Konu: | Başbakan Binali Yıldırım tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı'nın görüşülmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 93 |
| Tarih: | 27.05.2016 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 65'inci Hükûmet Programı üzerine AK PARTİ Grubu adına fikirlerimizi belirtmek için söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, terörle mücadelede şehit olan kahraman güvenlik güçlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
Bugün, malumunuz, 27 Mayıs darbesinin yıl dönümü. Türk demokrasi tarihinde kara bir leke olan bu darbeyi kınıyor, darbeciler tarafından idam edilen merhum Başbakanımız Adnan Menderes ve Bakanları Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu'yu minnetle yâd ediyor, Allah'tan rahmet diliyorum. Allah, devletimize, milletimize bir daha böyle kara günler yaşatmasın. Bu darbenin tetikçiliğini yapan, bunu organize eden her kimse bugün milletimiz lanetle onları da anmaktadır.
Değerli milletvekilleri, 65'inci Hükûmet Programı'mız 5 ana başlıkta toplanmıştır: Güçlü ekonomi, güçlü Türkiye, yeni anayasa ve sistem, insani kalkınma, yaşanabilir şehirler ve çevre. AK PARTİ iktidarları güçlü ekonomi ve güçlü Türkiye anlayışının geçmişte hep hakkını vermiştir ve hiç şüphesiz bundan sonra da vermeye devam edecektir. Yeni Bakanlar Kurulumuzun, başta Sayın Başbakanımız Binali Bey ve bakanlarımız olmak üzere, AK PARTİ hükûmetlerinin icraatçı ve reformcu kimliğini daha yukarılara çıkaracağından hiç şüphemiz yoktur. AK PARTİ'yi 2002'den bu yana iktidarda tutan en önemli unsurlardan biri de işte bu icraatçı ve reformcu kimliğidir. Türkiye, AK PARTİ iktidarlarıyla on dört yıllık süreçte kendinden önceki iktidarlarla mukayese edilecek, hatta daha fazla diyebileceğimiz proje ve hizmeti Türkiye'ye kazandırmıştır. 65'inci Hükûmet Programı'mızın güçlü ekonomi başlığında 3 temel unsur öne çıkıyor: Makroekonomik istikrarın ve kazanımların korunması, mikroekonomik ve sektörel dönüşüm ve üreten Türkiye.
Değerli milletvekilleri, Türkiye koalisyon dönemlerinde olduğu gibi hangi makroekonomik parametrenin patlak vereceği ve Türkiye'nin nasıl bir ekonomik krize sürükleneceği korkusundan artık kurtulmuştur. AK PARTİ iktidarlarıyla makroekonomik istikrar tesis edilmiş; Türkiye sürdürülebilir, sağlıklı ve kesintisiz büyüme sürecine girmiştir. Bakın, bir istatistik paylaşacağım, burası çok önemli: Dünya Bankası verilerine göre Türkiye 2003-2015 yılları arasında küresel büyümenin 1,8 katı fazla büyümüştür. Bu oran 1992 ile 2002 arasında 1,2'dir, 1961 ile 1980 arasında küresel ekonomiyle aynı oranda büyümeyi başarmıştır. Yani, Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisiyle hemen hemen küresel ekonomik büyümenin 2 katı bir büyümeyi sağlamayı başarmıştır. Aynı şekilde cari açığın çözümüne yönelik önemli tedbirleri de hayata geçireceğiz.
Değerli milletvekilleri, biz 36 milyar dolarla ihracatı devraldık, bugün 150-160 milyar dolar bandına Türkiye'nin ihracatı çıkmış durumda. İşte, önümüzdeki dönemde ihracatımızı toplam küresel ihracattan yüzde 1,5 pay alan bir seviyeye çıkarmayı Hükûmet programımızda öngörüyoruz. İhracatın büyümeye katkısının önemli seviyelere çıkarılacağı yine burada planlanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'deki refah seviyesinin nereden nereye geldiğini mukayeseli olarak görmemiz lazım. Bakın, Kalkınma Bakanlığının verileri var, IMF'in verileri de buna benzer. 1991 yılında Anavatan Partisinin tek başına iktidarı sonlandığı zaman Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir 3.577 dolardır, 2001 kriziyle bu rakam 3.019 dolar olarak hesaplandı ve 2002 yılında da bu rakam 3.492 dolardı. Yani aradan geçen on bir yıllık süreçte, bırakın kişi başına düşen millî gelirin artmasını hatta aşağıya gittiğini buradan üzülerek ifade ediyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi işte 3.492 dolar kişi başına millî gelirle ülkeyi devralmış ve bunu 3 katına çıkarmayı başarmıştır.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, bizim millî gelirimiz artıyor da dünyanınki de artıyor. Peki, oransal olarak biz gelişmiş ülkelerin millî gelirlerinin hangi boyutuna geldik? Değerli milletvekilleri, 2002 yılında AK PARTİ iktidarı devraldığı zaman Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir avro bölgesinde kişi başına düşen millî gelirin yüzde 18'iydi, bugün bu oran yüzde 30 bandına çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'yle mukayese ettiğimiz zaman onun yüzde 9'uydu, bugün yüzde 20 bandına çıkmış durumdadır. Bunlar aslında refahın nereden nereye geldiğini göstermektedir. Yine, Türkiye AK PARTİ iktidarında üst, orta gelirli ülkeler seviyesine çıkmıştır, yeni Hükûmet programımızla hedefimiz yüksek gelirli ülkeler seviyesine Türkiye'yi çıkarmaktır. Enflasyon ve faizlerin nereden nereye düştüğünü hepiniz biliyorsunuz, bunların daha da aşağıya düşmesini sağlayacağız.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de ekonomik krizlerin temel iki ana sebebi vardır. Bir tanesi yüksek bütçe açıkları, bir diğeri de döviz kurları. Yani, döviz kurlarındaki hareketlenme veya yüksek bütçe açıkları Türkiye'yi nihayetinde bir krize sürüklemiştir. İşte, AK PARTİ iktidarlarının önem verdiği ve bundan sonraki süreçte önem verilecek önemli konulardan bir tanesi de budur yani AK PARTİ mali disiplinden asla taviz vermedi ve vermeyecek.
Değerli milletvekilleri -bugün itibarıyla- geçen yıl yüzde 1,2'dir bütçe açığı, devraldığımız zaman yüzde 11'di yani çok ciddi bir şekilde bu azalmıştır. İnşallah 2019-2020'ye kadar da bütçe açığı meselesini Türkiye'nin gündeminden çıkartmış olacağız.
Burada sırası gelmişken ocak-nisan bütçe gerçekleşmelerini de vereyim. Bütçemiz 5,4 milyar TL fazla vermiştir, bunu da Genel Kurula arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Özel sektörün rekabet gücünü artırıcı ve maliyetlerini düşürücü bütüncül bir yatırım politikası uygulamaya geçirilecektir. Kamu-özel iş birliği modelini çok daha etkin vaziyette kullanacağız. Burada özel altyapı fonunu kuracak ve projeye dayalı özel kredi ve fon tedarikini inşallah sağlamaya çalışacağız.
Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde ve şu anki Sayın Başbakanımız Binali Yıldırım Bey'in Ulaştırma Bakanı olduğu dönemde özellikle bu kamu-özel iş birliği modeli çok etkin bir şekilde kullanıldı. Bakın size birkaç tane istatistik vereyim. Kamu-özel iş birliğinin başladığı 1986'dan günümüze kadar toplam 198 proje sözleşmesi imzalanmış. 2015 fiyatlarıyla bunların değeri 115 milyar dolardır. Bu projelerin 9 milyar dolar değerindeki 65'i 2002 öncesine, 106 milyar dolar değerindeki 133 proje ise 2002 sonrasına aittir. Aslında bu da AK PARTİ hükûmetlerine ve Türkiye ekonomisine olan güvenin önemli göstergelerindendir.
Yine, değerli milletvekilleri, kamu alımlarının kaldıraç gücünü kullanmak suretiyle yerli teknoloji ve yerli üretim desteklenecektir. Kalkınma Bankası, stratejik sektörlerde yapılacak yatırımları fonlanması amacıyla yeniden yapılandırılacak, mali yapısı güçlendirilecektir.
Değerli milletvekilleri, bizim Hükûmet programımızda bir diğer başlığımız da yeni anayasa ve sistemdir. Biz burada, hem kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonunda hem de Hükûmet programında yeni Anayasa'yla beraber öncelikli olarak başkanlık sistemini teklif ediyoruz. Peki, neden başkanlık sistemini teklif ediyoruz, bunun sebeplerini bizim izah etmemiz lazım. Yani, başkanlık sistemi olduğu zaman da sürekli, ilanihaye kimse olmuyor, yine seçime gidiliyor, sandıkta kim kazanırsa yönetime o geliyor.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de güven ve istikrarın kurumsallaşması için başkanlık sisteminin önemli olduğunu düşünüyoruz. Parlamenter sistemin en başarılı örneklerinin bulunduğu Avrupa'da 2008 küresel krizi ve Avrupa borç krizi sonrası koalisyon kaynaklı siyasal istikrarsızlıklar baş ağrıtmaya başlamıştır. Küresel krizden hâlâ tam anlamıyla çıkamayan Avrupa, koalisyonlar, zayıf hükûmetler sebebiyle bir de siyasal krizler tehdidi ile karşı karşıyadır. Bakın, 14 Eylül 2014 yılında İsveç'te seçimler yapılıyor, seçim sonrası tek başına bir iktidar yok ve bir koalisyon kurulamıyor, bir azınlık hükûmeti kuruluyor. Azınlık hükûmetine destek veren partiler 2015 bütçesine destek vermeyeceklerini açıklıyorlar ve İsveç'te 22 Martta erken seçim kararı alınıyor, sonra, pek çok uğraştan sonra bu süreç hal yoluna konulmaya çalışıldı. İspanya'da dört aylık koalisyon görüşmelerinin sonuç vermemesi neticesinde 26 Haziranda tekrar seçime gitme kararı alındı. Belçika'da 2010 yılında yapılan seçimlerden beş yüz kırk gün sonra ancak koalisyon kurulabildi. 2014 seçimlerinden sonra ise ancak dört ay geçtikten sonra koalisyon kurulabilmiştir ve bu da Avrupa'da aslında istikrar sorunun ortaya çıktığını göstermektedir. İtalya altmış dokuz yılda 63 hükûmet ve son dört yılda da 4 hükûmet değişikliğiyle en sık hükûmet değişikliği yaşayan ülkedir. Burada en son yapılan malum yasayla -biliyorsunuz, Italicum- yüzde 40 ve üzeri alan parti tek başına ülkeyi yönetme yetkisini alacaktır. Neden bu adımlar atılıyor? Çünkü istikrar noktasında zayıflığı gördükleri için bütün bu ülkeler bir çözüm bulmaya çalışıyorlar.
Ve değerli milletvekilleri, Türkiye'de tek başına iktidarlar döneminde Türkiye hep daha hızlı büyümüştür. Bakın, tek başına iktidarlar döneminden, 1950'den itibaren aldığımız zaman yüzde 5,6 ortalama büyüme varken koalisyonlar döneminde bu yüzde 3,96'dır. Ve Türkiye'nin en büyük krizleri, en derin krizleri 1978, 1994 ve 2001 krizleridir, bunlar hep koalisyon dönemlerinde yaşanmıştır. Türkiye 1950 yılından günümüze 7 defa negatif büyüme yaşamıştır. Bunların 2'si, 1954 ve 2009 yılları sadece tek başına iktidarlarda; 5 tanesi, 1979, 1980, 1994, 1999 ve 2001 yılları koalisyon dönemlerindedir.
İşte, değerli milletvekilleri, bir büyüyüp bir küçülerek kalıcı refah sağlanmaz. Şu an itibarıyla Türkiye 25 çeyrektir kesintisiz büyüme sağlıyorsa bundan dolayı kalıcı bir refah Türkiye'de üretilebiliyor ve Türkiye'nin hızlı karar alan ve uygulayan, icra gücü yüksek bir yürütme erkine ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Denge denetim mekanizmasının tam işlemediği mevcut sistem aslında tam olarak parlamenter bile olmayan, ne olduğu belirsiz bir sistemdir ve 2014 Haziranında, 2007 yılında yapılan değişiklikle beraber, artık Cumhurbaşkanı da halk tarafından seçilecektir ve 2014 yılında ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak da Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ülkeye hizmet etmeye başlamıştır.
Keskin güçler ayrılığı ve denge fren mekanizmasına dayanan demokratik bir başkanlığı Türkiye'ye kazandıracağız. Şuranın altını özellikle çizmek istiyoruz: Üniter yapıyı esas alan başkanlık sistemi olacaktır bizim getirdiğimiz başkanlık sistemi çünkü "başkanlık" dediğimiz zaman çok farklı noktalara bu maalesef çekilebiliyor.
Değerli milletvekilleri, burada, Meclis çatısı altında Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Bakın, hep özgürlüklerden, fikir özgürlüğünden dem vuranlar, AK PARTİ'nin getirdiği başkanlık teklifine tahammül bile gösteremeyerek masayı devirmiştir. "Kan dökmeden başkanlık sistemi gelmez." diyenler şunu iyi bilmelidir ki ülkede hangi sistemin geleceğine sadece ve sadece millî irade karar verir yani bu ülkede hükûmet sistemi kanla değil, sandık yoluyla değişir ve değişecektir. Türkiye'de ilk kez, olağanüstü şartlar ve darbe olmadan sivil, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa yazılacaktır.
Değerli milletvekilleri, devletimiz, tüm gücü ve imkânlarıyla her türlü terör örgütüyle mücadele etmekte ve son terörist yok edilene kadar bu mücadeleyi sürdürme kararlılığını göstermektedir. Bu noktada en ufak bir tereddüt yoktur. Devletimizin bu kararlı mücadelesi neticesinde terör örgütü ağır kayıplar vermekte, kırsalda ve şehirlerde büyük darbeler almaktadır. Terör örgütü için artık sonun başlangıcıdır. Tabii, terörle mücadele, sadece dağdaki teröristlere darbe vurarak değil, onlara destek verenlerle ve siyasi temsilciliklerini yapanlarla da ilgilidir. Zira öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki terörün sözcülüğünü yapanlar, terörist ve canlı bomba cenazelerine gidip dağa çıkmayı âdeta teşvik ediyor, hatta yanlış ihbarda bulunup güvenlik güçlerimize pusu kurulmasını sağlıyor. Bakın daha geçtiğimiz hafta, bu Meclis çatısı altında kendisine milletin vekili diyenler, yine bir terörist cenazesinde dağa çıkmayı âdeta özendirdiler. Elbette teröristin siyasi sözcülüğünü yapanlar, teröre hamilik edenler, eninde sonunda hukuk önünde hesap verecektir. İşte bunun içindir ki Gazi Meclis çatısı altında dokunulmazlıklarla ilgili Anayasa değişikliği gerçekleştirildi. Böylece, teröre açıktan destek verenlerin yargı önünde hesap vermesinin önü açılmış oldu. Şunu da üzülerek ifade etmek durumundayım: Bu oylama esnasında daha önce "evet" oyu vereceğini söyleyenler, vermiş oldukları sözü çiğneyerek önce teklife "hayır" oyu vermiş, sonra milletten korkarak referandum riskini göze alamayıp yine çark etmişlerdir. Bunu da milletimizin bilmesi lazım.
Terörün siyasi sözcülüğünü yapanlar, terör destekçilerini yargıdan kurtarmaya çalışanlar, onlara akıl verenler, rota çizenler, yol göstermeye çalışanlar elbette bu suça ortak olanlardır. Buradan şunu açıkça ifade etmek istiyorum: Teröre destek verenler, çocukları katledenlerle iş birliği yapanlar, "Dreyfus" gibi değil, hak ettikleri şekilde yargıya hesap vereceklerdir. Yine terör iş birlikçileri ve terör sözcülerini mağdur göstermeye çalışanlar şunu bilsin ki, asıl mağdurlar otobüs duraklarında anne karnında katledilen bebeklerdir, asıl mağdurlar teröristlerin katlettiği vatan evlatlarıdır, asıl mağdurlar yetim kalan çocuklar, dul kalan kadınlar, evlatsız kalan annelerdir.
Değerli milletvekilleri, bölge halkı ve esnafı terörün siyasi sözcülüğünü yapanlara destek vermiyor, tam tersine, tepki gösteriyor. Teröre destek verenler, sözcülüğünü yapanlar bölge halkı ve esnafı tarafından her gün lanetleniyor. Bölgede çarşıya çıkacak yüzleri kalmadı. "Hendek kazanları anlayın.", "Hendek kazmak meşrudur.", "Bu memleketten defolup gideceksiniz.", "Keleşleri size çevirmesini biliriz.," "PKK'nın uyguladığı terör değildir." diyenlere Diyarbakırlı, Cevatpaşa Mahallesi'nden bir kardeşimiz şu ifadeleri kullanıyor: "Evimizi başımıza yıktınız. Hainler burada. Gelmeyin buraya, daha niye geliyorsunuz? Altı ay sokakta kaldık, ne işiniz var sizin buralarda? Gidin, terk edin burayı. Evimizi başımıza yıktınız, daha ne istiyorsunuz bizden? Yeter artık, Allah'tan korkun, utanmazlar! Bir de utanmadan buraya geliyorlar." (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz haftalarda terör örgütü PKK'nın Diyarbakır Dürümlü'de yaptığı katliamı hepiniz biliyorsunuz. Böyle bir vahşeti, böyle bir caniliği kelimelerle ifade edemiyorum. Tam 15 ton patlayıcıyla 16 insanımız, canımız katledildi. Kim bilir amaçları bu 15 ton patlayıcıyla kaç bin insanı öldürmekti. Bakınız, bu olaydaki önemli bir husus da orada köylülerimizin patlayıcı dolu kamyonu fark etmesi ve buna karşı çıkarak kamyona müdahale etmesidir. Yani bölge halkı canı pahasına PKK'nın bu katliam kamyonlarına artık yeter demiştir.
Devlet, değerli milletvekilleri, bölge halkının yanındadır. Terörle mücadeleye güçlü destek veren bölge halkımız müsterih olsun. Terör nedeniyle oluşan her türlü mağduriyetleri giderilmektedir ve giderilmeye devam edecektir. Birileri evleri yıkan, can alan terör örgütüne destek verirken bizler, evleri onaran, bölgeye can veren politikaları bir bir uygulamaya koyacağız.
Burada, değerli milletvekilleri, değinmek istediğim bir iki konu daha var. Bakın, Nusaybin'de terör örgütü özellikle okulları hedef alıyor. Neden bu okulları hedef alıyor? Çünkü bölgedeki çocuklar okumasın, orada cehalet kol gezsin ki istedikleri gibi propaganda yapabilsinler. Bu okullar, işte, bölgedeki tahribatı ortaya koyuyor. Bunları yapan terör örgütü. Amacı oradaki gençlerin bilgilenmesini, eğitim almasını, okumasını engellemek. Stratejik olarak buraları seçiyorlar, rastgele hedef seçmiyorlar, özellikle eğitim kurumlarını, çocukların bilgi almasını, bir şeyler öğrenmesini engellemeye çalışıyorlar.
Aynı şekilde, az önce burada söz alan hatipler geçen konuşmalarda tarımla alakalı şöyle bazı ifadeler kullandı ama ben biraz bilgi vereyim. Bakın, Türkiye'nin tarımsal ihracatı 2015 yılında 16,8 milyar dolardır; tarımsal ithalat ise 11,2 milyar dolardır ve Türkiye 5,6 milyar dolar dış ticaret fazlası vermektedir. 2003-2015 döneminde Türkiye tarımda toplam 53 milyar dolar dış ticaret fazlası vermiştir. Aynı şekilde, mısır üretimimiz, bu noktada, yüzde 205 artarak 2,1 milyon tondan 6,4 milyon tona ulaşmıştır.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Cargill'e çok mısır lazım. Tatlandırıcı için çok mısır lazım.
MEHMET MUŞ (Devamla) - Çeltik üretimimiz yüzde 156 artarak 306 bin tondan 920 bin tona çıkmıştır.
BÜLENT BEKTAŞ YENEROĞLU (Giresun) - Tarıma girme, tarıma girme, altından çıkamazsın!
MEHMET MUŞ (Devamla) - Ayçiçeği yüzde 98 artarak 850 bin tondan 1 milyon 681 bin tona çıkmıştır. Buradaki artışlar, aslında, tarımsal üretimimizin ülke olarak nereye geldiğini en iyi şekilde göstermektedir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Tek bir ürün artmış, o da mısır artmış Mehmetçiğim, mısır; o da Cargill'e lazım.
MEHMET MUŞ (Devamla) - Ben 65'inci Hükûmet Programı'mızın milletimiz, ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)