GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:96
Tarih:01.06.2016

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri ve Genel Kurulun sevgili emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, getirilen yasa teklifi biraz önce zaten yeterince tartışma konusu oldu, hukuka aykırılığı tartışıldı. Öncelikle, nükleer santraller için yapı denetimini ve İmar Kanunu'nu devre dışı bırakan, kömür santralleri için alım garantisi ve teşvikler getiren, buna karşılık yenilenebilir enerji kaynaklarının YEK belgesinden yararlanmasına sınırlamalar içeren yasa teklifi, kamuya ait santrallerin de değer tespiti yapılmaksızın haraç mezat satışının önünü açıyor. AKP'nin kılçıksız yatırım ortamı sağlamayı öngören bu düzenlemeleri ne hukukla ne hakkaniyetle ne de kamu yararıyla bağdaşmaktadır.

Teklifle, nükleer santraller için İmar Kanunu ve yapı denetimi tamamen devre dışı bırakılıyor. Ülkenin güvenliğini ilgilendiren bu yapılar için "...her türlü sorumluluk münhasıran santral işletenine ait olmak üzere..." ifadesiyle sorumluluk tamamen şirkete bırakılmaktadır.

Bu yapılara ilişkin olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yetkisi görüş düzeyine indirgenirken yapılara ilişkin verilecek izin ve denetimin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenmesi öngörülmektedir. Nükleer santral gibi büyük güvenlik riski yaratan bir tesisin bırakın normal yapı denetimi dışına çıkarılmasını, ek güvenlik önlemleri alınması gereken yapılar olduğu tüm dünyada kabul edilmektedir.

Nükleer yapıların güvenliği de nükleer güvenlik dışında yapıların denetim ve güvenliği konusunda yetki ve uzmanlık sahibi olmayan bir kuruma bırakılmaktadır. Elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin kurulum ve işletimi için gerekli inceleme, tespit, proje onay ve kabul işlemleri için kamu kuruluşları dışında dağıtım şirketleri ve özel hukuk tüzel kişilerinin görevlendirme ve hizmet satın alma gibi konularda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkili kılınmak istenmektedir.

Öncelikle, söz konusu hizmetler, can ve mal güvenliği açısından tamamen kamunun asli görevi olup özel kuruluşlara devredilemez nitelik taşımaktadır. Yapılmak istenen düzenleme açıkça Anayasa'ya aykırıdır. Kaldı ki dağıtım şirketlerinin bu alanda yetkilendirilmeleri hem uygulayıcı hem de denetleyici olmalarını getirecek olup AKP iktidarının çokça kullandığı piyasa kurallarına da aykırılık içermektedir.

Teklife göre, Hükûmet, özel mülke ait taşınmazları yenilenebilir enerji kaynağı bölgesi olarak ilan edebilecek ve bu taşınmazlar acele kamulaştırılabilecektir. Bu taşınmazlara ilişkin enerji için kullanım amacı dışında imar planı yapılamayacaktır. Üstelik bu bölgelerde kanunda görülen ölçüm verilerine ilişkin düzenleme de uygulanamayacaktır.

Teklif, alışkanlık hâline getirilen acele kamulaştırma kararlarını genişletmekte, yurttaşların mağduriyetlerini artırmaktadır. Buna göre, özel mülkiyete konu taşınmazların yenilenebilir enerji kaynağı alanı olarak belirlenmesi hâlinde, söz konusu alanlar üzerinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 27'nci maddesi uyarınca acele kamulaştırma yapılabilecektir.

Nükleer santral ve kömür ve santrallerine alım garantileri verilip yasa ve tekliflerle düzenlemeyle de kolaylık adı altında pek çok teşvik ve muafiyet tanınırken yenilenebilir enerji kaynaklarının YEK belgesi kapsamında alım garantili satış yapmasına sınırlama getirilmek istenmektedir.

Piyasadaki yenilenebilir enerji kaynaklarının fiyatları artırdığına ilişkin lobi faaliyetleri doğrultusunda, yenilenebilir enerji kaynakları için ihalede elektrik satış fiyatı oluşturulması ve bu fiyatın belirlenecek süre boyunca geçerli olması öngörülmektedir. Böylece, YEK belgesi kapsamında alım garantisinden yararlanmalarının önüne geçilmektedir.

Yine, teklifte yapılan düzenlemeyle YEK belgesi kapsamında alım garantili satış yapan şirketlerin hangilerinin borsadan satış yapıp yapmayacağının belirlenmesine ilişkin keyfî bir düzenlemenin önü açılmaktadır. Türkiye Elektrik İletişim AŞ tarafından yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin verilecek bağlantı görüşü için ülke planlaması ve iletim sisteminin öncelikleri yerine, ihale yapılarak en düşük fiyatın esas olması öngörülmektedir. Ülke kaynaklarının en iyi şekilde değerlendirilmesi değil, parası olan yatırımcıya olanak tanınmaktadır.

Yapılmak istenen düzenlemeyle kamuya ait yenilenebilir enerji kaynaklarının ya da kömür santrallerinin özelleştirilmesi sırasında değer tespiti yapılmayacaktır. Bu varlıkların satışında alım garantisi içerecek şekilde ihale düzenlenecektir. Hangi fiyattan kimin üzerinde kalırsa o şirket o fiyat üzerinden elektrik alım anlaşması imzalayacaktır. Yerli kömür santrallerine alım garantisi getirilmesine yönelik talepler de düzenlemeyle TETAŞ üzerinden birer yıllık alım ihaleleri yoluyla yapılmak istenmektedir. Elektrikte serbestleşmeden, piyasalaşmadan söz edenler yenilenebilir enerji kaynaklarının ucuz fiyatlarıyla piyasada satış payını artırmasından sonra kâr kaybına uğrayan şirketlere alım garantisi sağlayarak koruma altına almaya çalışmaktadırlar.

Belki de yasanın şiddetle vurgulanması gereken en önemli noktası, Yargıtayın "Kayıp kaçak vatandaştan alınamaz." kararını Enerji Bakanlığının hazırladığı yasa ortadan kaldıracaktır. Enerji Piyasası Kanunu'ndaki değişiklik, Yargıtayın "Vatandaştan alınamaz." dediği kayıp kaçak bedellerini bu kez yasa yoluyla vatandaşa yüklemenin yolunu açmaktadır.

2013 yılında Enerji Piyasası Kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtiğinden bu yana tartışma konusudur. Elektrik dağıtım şirketlerinin bedeli vatandaşa yüklemesi üzerine davalar açılmış, Yargıtay "Kayıp kaçak bedeli vatandaşa yüklenemez." kararıyla son noktayı koymuştur. Ancak Yargıtayın kararına rağmen şirketler 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren faturalardaki kayıp kaçak bedellerini görünmez hâle getirmişlerdir. İktidarın getirdiği yasa değişikliği önergesi Yargıtayın vatandaşı kurtardığı kayıp kaçak bedelinin bu kez yasa yoluyla vatandaşa yeniden yüklenmesinin önünü açmaktadır. Bu tasarıyla 1 Ocak 2016 tarihinden beri faturalarda gizlenen tarifeye yasal güvence getirilmektedir. Yargıtayın "Kayıp kaçak bedeli vatandaştan tahsil edilemez." kararı yasa yoluyla yok hükmüne getirilmektedir. Abonelerin açtıkları kayıp kaçak bedellerine ilişkin davalar engellenmek istenmektedir. Mahkemeye gidip kayıp kaçak bedellerinin geri ödenmesi yönünde karar aldıran abonelerin bu parayı tahsil etmelerinin önü kapatılmaktadır. Teklifle, AKP, halkın yararına sonuçlanan mahkeme kararlarını uygulamamak için hukuksuz yasalarla âdeta adalete duvar örmektedir. Yargı kararları kanunla çökertilmeye çalışılmaktadır. Teklif yasalaştığı takdirde Yargıtayın vermiş olduğu kayıp kaçakların hukuksuzluğunu gösteren yargı kararları hiçe sayılacak, kayıp kaçak bedelleri bu defa yasa zoruyla alınacak ve bugüne kadar ki kayıp kaçak bedelleri -ki yaklaşık 36 milyon aboneye- geri ödenmeyecektir.

21 elektrik dağıtım şirketi bünyesinde sadece bir yıl içinde -2013 rakamlarıyla söylüyorum- 5,85 milyar TL'lik kayıp kaçak bedeli alınmış; bu şirketlerin toplam elektrik dağıtım bedeli ise 3,5 milyar TL'de kalmıştır. Yani ekstradan vatandaştan alınan 2,35 milyar TL dağıtım şirketlerinin cebine indirilmiştir. Teklif yasalaşırsa devam eden kayıp kaçak davalarına ve tüketici hakem heyetlerindeki başvurularda kayıp kaçağın iptali ya da iadesine ilişkin başvurular sonuçsuz kalacaktır. Teklif, mahkemelerin ve tüketici hakem heyetlerinin yetkisi üzerinde kısıtlayıcı bir düzenleme getirmeyi amaçlamaktadır. Mahkemeler ve tüketici hakem heyetlerinin denetleme yetkisi, itiraz edilen bedellerin düzenleyici işlemlere uygunluğuyla, denetimiyle sınırlı olacaktır ki hukuk devleti ilkesiyle asla bağdaşmamaktadır bu durum. Bu teklif, yargı önünde hak arama özgürlüğüne, kazanılmış haklara da açıkça aykırıdır. Teklif, kayıp kaçak bedellerinin tümüyle hukuksuz olduğu iddiasıyla dava yoluna gitme yolunu tıkamaktadır. Artık tarifenin yüksekliği iddiasıyla dava yoluna gidebileceğini ifade ederek hak arama ve yargı yolunu kısıtlamaktadır.

Düzenleme yasalaştığında bu bedellere ilişkin itirazlar şirketlerin tarife ve gelirlerinin EPDK'nın düzenleyici işlemlerine uygunluğuyla sınırlı olacaktır. Kanun teklifiyle yaklaşık 36 milyon abonenin elektrik faturalarındaki yükleri katlamanın yolu açılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, kapitalist piyasa modelinin enerji ihtiyacı söyleminin arka planında enerjinin piyasalaştırılıp aşırı tüketimi dayatan bir sistemi öngörmesi yatmaktadır. Toplumun gerçek ihtiyacının ötesinde tüketimin sürekli daha fazla artırılması yaklaşımı kâr odaklı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım içinde geliştirilen mevcut enerji, kentleşme, ulaşım, tarım, beslenme ve benzeri politikalarıyla yaşam doğadan daha fazla kopartılıp, her türlü yerli döngü ve üretim, dayanışmacı ve sosyal yapılar yok edilip, neoliberal piyasa mantığı içinde yeniden fethedilmektedir. Geliştirilen enerji politikalarının merkezinde, devlet ve şirketler tarafından yönetilen ve kontrolün olmadığı ulusal ve uluslararası düzeyde enerji nakil hatları ve dağıtım sistemleri, fosil yakıtın ve geleneksel enerji türlerinin sonuna kadar kullanılmasıyla yenilenebilir türlerin kullanılmasının büyük şirketlerce kontrol edilmesi planlanmaktadır.

Teklifle AKP, kendi borazanı olmuş olan TRT'nin katılım payının faturalardan çıkarılmasına karşı çıkmış -2013 yılı verileriyle yine söylüyorum- bir yıl için vatandaşın 800 milyon TL'sine el koymuştur. Elektrik Piyasası Kanunu Teklifi'yle AKP, çevre mevzuatına tümüyle aykırı büyük yapılaşmalara 2019 yılına kadar cezadan muafiyet getirecek, ÇED mevzuatından istisna tutulacak yapılarla doğa talan edilecektir. Teklifle nükleer enerji için çevre talanına imza atılmakta, kıyı ve imar, çevre mevzuatına aykırı hareket edilerek istisnalar getirilmektedir. Bu düzenleme, Anayasa'mızın 56'ncı maddesinde yer alan "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, korumak ve kirliliği önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." hükmüne aykırıdır. Devlet, kendi yazdığı mevzuata uymayarak, çevre hakkını gözetmeyerek kamu yatırımlarını sürdürmeye ve özelleştirme politikası yürütmeye zorlanacaktır. Yasanın sadece elektrikteki kayıp kaçak bedeli konusunda değil, çevre ve mülkiyet hakkı konusunda da vatandaşın aleyhine hükümler içerdiği ayrıca vurgulanmalıdır.

Başta Akkuyu olmak üzere, nükleer tesisi kurmak için kıyı ve sahillere, askerî arazilere, yasak bölgelere ve zeytinlik sahalara farklı kanunlara istisna hükümler getirilerek bu alanlara girilmesinin önü açılmaktadır. Bu amaçla, Kıyı Kanunu ve Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun'da istisna hükümler getirilmektedir.

Çevreye yayılan zararlı radyasyonun en önemli kaynağı olan nükleer santral kazaları ve radyoaktif atıkları, karşılaştığımız çevre sağlığı riskleri bilimsel tabloda en ağır risk grubu olan hem gözlemlenemez hem de denetlenemez riskler arasındadır. Nükleer santral ve zararlı radyasyon konusunda Türkiye hukuk metinlerinde nükleer suç ve cezaları tanımlanmamıştır. Çevreyi ve sağlığı etkileyen nükleer santral gibi önemli yatırım kararlarında danışma ve karar verme süreçlerine katılıma dair birey hakları ülkemizde eksik ve engellerle doludur. Enerji ve nükleer enerji yalnızca sanayi sektörünün değil, tarım, orman, turizm, sağlık gibi tüm sektörlerin içinde bir yerdedir. Küresel ısınmanın çözümü diye nükleer santral yatırımı, yağmurdan kaçarken bataklığa saplanmaktır.

Ülkemizde ÇED ticari bir iş olarak özel firmalara yaptırılmaktadır. Bu nedenle, işletme ÇED'e değil, ÇED işletmeye uydurulmakta, madencilik, petrol arama gibi bazı sektörler kapsam dışında tutularak ÇED âdeta anlamsızlaştırılmaktadır.

Ülkemizin uygulanmayan mahkeme kararıyla dolu bozuk çevre sicili bizlerin ve tüm yurttaşların nükleer santral konusunda son derece ihtiyatlı olmasını gerektirmektedir. Nükleer santraller hiçbir ülkede sigorta şirketlerince sigortalanamazlar çünkü bir nükleer kaza sonucunda oluşacak ve kuşaklar boyu sürecek, Çernobil faciasında olduğu gibi, birkaç ülkenin "ekolojik felaket bölgesi" ilan edilmesine neden olabilecek insan ve çevre sağlığı kayıplarının maddi ve manevi boyutu tahmin edilemeyecek ve karşılanamayacak ölçüde büyük olabilir.

Riskin en büyüğü, atıkların yönetimiyle ilgilidir. Ne yazık ki bazılarının yarısının yok olması, bin yıllar, hatta milyon yıllar almaktadır. Radyasyonlu atıkları tehlikesiz olarak yöneten bir teknoloji henüz geliştirilememiştir.

Nükleer santraller, gerek yatırım ve işletme aşamasında gerekse atıkları ve ekonomik ömür sonu sökümü yüz yıl süren radyasyonla kirlenmiş santral parçaları nedeniyle kirli, yatırımı ve ürettiği enerji maliyeti pahalı olduğu kadar, tümüyle dışa bağımlı ve yakıt kaynakları sınırlı teknolojilerdir.

EPDK, enerji, madencilik, doğal gaz, petrol sektöründe bu yetkiyi hiçbir yasal sınırlama ve denetim olmadan kullanmaktadır. Elektrik tüketiminde artışın büyük bir kısmı AVM'lerden kaynaklanmaktadır. Enerji tüketiminin arttırılması "Enerjiye gereksinim var." iddialarının artışı, daha fazla doğal alanların, enerji politikasıyla sömürülmesi anlamına gelmektedir.

Son on iki yılda iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 14.500'ü aşmıştır. Bu ölümlerin büyük bir kısmı, AVM, yol, köprü, HES inşaatlarında ve madenlerde yaşandı. 2014 yılının ilk on ayında 39'u çocuk işçi olmak üzere en az 1.600 işçi yaşamını yitirdi. Bunun, gelecekte daha da hızla artacağını öngörmek zor değildir.

Değerli arkadaşlar, termik santraller, HES'ler, nükleer enerji santralleri, maden ocakları, konvansiyonel ve yeni metotlarla -örneğin, kaya gazı, petrol ve doğal gazın yer altından çıkarılması gibi- enerji sömürü ve üretim türleriyle, mevcut enerji politikası tüm dünyaya dayatılmaktadır. Bu dayatmalar sonucunda, eko sistemin ve biyoçeşitliliğin yok edilmesi yanında dünyadaki iklim dengesi de son çeyrek yüzyılda hızla değişmekte ve tehlikeli bir duruma gelmektedir. İklim değişikliği ciddi bir şekilde durdurulamazsa ekolojik ve sosyal yıkım çok daha tehlikeli boyutlar alacak ve bu ise ekonomik, toplumsal çatışmaları derinleştirecektir.

Değerli arkadaşlar, 2023 yılına kadar 2.500 HES yapımı tasarlanmaktadır. AKP döneminde yaratılan ekolojik tahribat ve halk sağlığına yönelik yaşamsal tehditler göz ardı edilerek kısa dönemli kârların gerçekleşmesi amacıyla doğayla ilişkilerde piyasa mantığını hâkim kılan yasal düzenlemeler yapıldı ve yapılmaktadır. Hidroelektrik santrallerinin Türkiye'deki gelişim tarihi açısından bakıldığında, 4628 sayılı Yasa bir dönüm noktasına tekabül etmektedir. 2003 tarihi itibarıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu çerçevesinde yürürlüğe giren Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ve takip eden yasal düzenlemeleriyle Türkiye'deki bütün akarsuların kullanım hakları kontrolsüz bir biçimde özel sektöre devredilmiş, sermaye hâkimiyetinin kurulması ve yaygınlaştırılması yasal bir zemine kavuşturulmuştur. Bu santraller tamamlanıp üretime geçildiğinde bile ülkemizin enerji ihtiyacının sadece yüzde 5'i karşılanmış olacaktır, üstelik sadece yirmi beş otuz yıl için. Çünkü, hepimiz biliyoruz ki HES'lerin ömrü yirmi beş otuz beş yıl arasında değişmektedir.

Değerli arkadaşlar, tüm bu nedenlerle Anayasa'ya açıkça aykırı olan bu yasa bizce Komisyona geri çekilmelidir, bizce Genel Kurulda görüşülmemelidir. Bu, Anayasa'ya aykırılık ve benzeri nedenlerle, yine, vatandaşa yüklenen kayıp kaçak bedellerinin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Burada yargının verdiği kararlarla çatışmak, onları yasal şekilde yasalarla bertaraf etmek anlamsızdır, doğru değildir; vatandaşın yanında politika yapmamak, hatta AKP gibi vatandaşın aleyhine, zenginlerin lehine politika yapmaktır diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)