| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Belçika Krallığı Arasında 2 Haziran 1987 Tarihinde Ankarada İmzalanan Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 99 |
| Tarih: | 08.06.2016 |
HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Belçika Krallığı'yla ilgili bu anlaşmanın içeriğinde bilgi paylaşımı ve tahsilatta dayanışma var ama biraz önceki tartışmaya değinerek Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine, bazı noktalar üzerinde konuşmamı daha çok kurgulayacağım.
Bir gün dervişin birisi müridiyle birlikte nehrin kenarında durur ve orada bir kadının boğulmak üzere olduğunu görür. Derviş kadını kucağına alır, nehri geçirir. Mürit de bu manzarayı görür ve yıllar boyunca kafasını kurcalar bu manzara, bu fotoğrafı hiç unutmaz mürit ve bir gün döner sorar, der ki: "Ya sen namahrem bir pozisyonda, nasıl kucağına aldın onu geçirdin." Derviş der ki: "Ben sadece nehirden karşıdan karşıya geçirdim, sonrada bıraktım ama belli ki sen onu aklından hiç çıkaramamışsın, yıllar boyunca o manzarayı hiç unutmamışsın." Bu ülkenin okullarında neredeyse gün geçmiyor ki yıllar boyuncu çocuklara istismar, taciz dolayısıyla okul müdürü görevden alınmasın, tutuklanmasın; öğretmenlerle ilgili soruşturma süreçleri başlamasın. Şimdi, burada başkalarının ahlak zabıtalığını yapmadan önce galiba yönettiğimiz okullardaki sosyal çürümeye, yozlaşmaya, öğretmenlerimizin içerisinde bulunduğu duruma dikkat etsek galiba daha iyi iş yapmış oluruz.
Biraz önce yine burada cezaevi tartışması yapıldı ama Sayın Ağbaba, tabii, geçen dönemde cezaevlerine yoğun çalışma ziyaretleri yapıldığından hareketle bu hatırlatmaları yaptı, bu değerlendirmeleri yaptı ama bildiğim kadarıyla o eskidendi Sayın Ağbaba, şu anda cezaevleriyle ilgili komisyonun bir tek ziyareti var. Onun dışında, henüz, bırakın ilgili komisyonun, Cezaevi Komisyonunun çalışmasını, geçen dönemde olduğu gibi milletvekilleri cezaevlerine ziyaret yapamıyorlar. Dolayısıyla da galiba durum sizin söylediğinizden daha vahim.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Bilgen, İspanya var.
AYHAN BİLGEN (Devamla) - İspanya cezaevini ziyaret, tabii, o, komisyonun çok üstün, yoğun çalışma temposu ve bütün dünya cezaevlerini kendisine dert edinmesiyle ilgili bir durum galiba.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde özellikle vize muafiyetiyle mültecilerin konumunu, geri kabulü birlikte ele alan açıklamalar yapılıyor sürekli ve çok yetkili isimler tarafından yapılıyor. Bunlar çok vahim açıklamalar; hem insan hakları açısından vahim açıklamalar hem de dış politika açısından vahim açıklamalar. İnsan hakları konusu mütekabiliyet konusu değildir yani siz kimsenin hakkını bir başkasına siyasi koz olarak kullanamazsınız. Bu, insan hakları ahlakıyla bağdaşmayacak bir durumdur. Eğer vize muafiyeti konusunu mülteci konusuna endeksler ve siz mültecilerle ilgili taahhütlerinizi, sorumluluklarınızı ahlaki bir perspektifle değil, vize muafiyetiyle ilgili konuya endekslerseniz o zaman mültecilere de yönelik çok ciddi bir haksızlık yapmış olursunuz, kendi ülkenizin uluslararası itibarına da ciddi bir zarar vermiş olursunuz. Elbette, mülteci konusu, sadece Türkiye'nin tek başına çözebileceği bir sorun değil. Bu konuda Avrupa Birliği ülkelerinin de ciddi eleştiriye tabi tutulması gerekiyor ama başkasının yanlışından kendimize doğruluk çıkaramayız. Yani, Avrupa Birliği ülkeleri mülteciler konusunda üzerine düşeni yapmıyor diye, sorumlu davranmıyor diye, Türkiye'nin imkânları milyonlarca mülteciye ebediyen bakmaya yetmez diye bu konuyu başka bir konunun pazarlık aracı hâline getirmeye hiç kimsenin hakkı olamaz.
Şu konunun galiba çok net, açıkça ortaya konması gerekiyor: Elbette, Türkiye'nin jeopolitik konumundan yani coğrafi pozisyonundan kaynaklanan siyasal gücü, avantajları olduğu gibi dezavantajları da var, riskleri de var. Yani bu bölgede bulunduğunuz için enerji nakil hatlarından ciddi kazanç elde edebilirsiniz ama aynı şekilde bu bölgede bulunduğunuz için çevrenizdeki istikrarsızlıktan, kaostan payınıza büyük bir mülteci yükü de düşebilir ama her hâlükârda avantajlarını kullandığınız coğrafyanın risklerini de öngörebilmek, yönetebilmek bir siyasi başarının gereğidir. Ama "Ben avantajlarını kullanacağım jeopolitik konumumun fakat risklerini başka konularla çözeceğim, başka pazarlıklarla çözeceğim." derseniz buradan çok güçlü bir dış politika çıkaramazsınız.
Elbette Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Türkiye'ye zorunlu olarak, bağlayıcı olarak sorumluluk yüklediği konular var. Bu konuları sanki Avrupa Birliği sürecinin bir parçası gibi ele almak da kamuoyunu yanıltmaktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yle ilgili yükümlülüklerimizin Avrupa Birliğine adaylık süreciyle, üyelik süreciyle hiçbir ilgisi yoktur; benzer kriterler olabilir, benzer gündemler olabilir. Ama Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yle ilgili sorumluluklarını Türkiye altmış yıldır yerine getirme mükellefiyetine sahiptir, hem mültecilerle ilgili hem de diğer insan hakları alanlarıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirmediğinde karşı karşıya kalacağı müeyyideler de son derece ağırdır ama sanki ortada Avrupa Birliğiyle ilgili bir tercih varmış ve sanki Avrupa Birliğiyle ilgili tercihlerimiz bizim sözleşmeden kaynaklı sorumluluklarımızı yerine getirmeme ya da getirme konusunda bize bir ihtiyar, bir şans tanıyormuş gibi keyfîlik içerisinde hareket ediliyor. Evet, Türkiye, Avrupa Birliğiyle yollarını ayırabilir, bu bir politik tercihtir, üyelikten, adaylıktan, bütün süreçlerden vazgeçebilir. Tabii, bu kararı, bu kadar kritik bir kararı, Türkiye'nin otuz, kırk yıllık politikasıyla ilgili ciddi kararı da galiba halkın vermesi gerekir. Yani sadece siyasetçilerin her kızdıklarında Avrupa'ya posta atmak yerine... "Halk bu konuda ne düşünüyor, nerede, hangi ittifaka girmek istiyor, ne kadar Avrupa'da ne kadar Orta Doğu'da olmak istiyor?" galiba bunun kararını da verebilecek yetkinlikte ve iradeye sahip bir halk olduğunu, bir toplum olduğunu düşünüyoruz.
Burada dış politikadaki özellikle Avrupa Birliğiyle ilişkilerle Orta Doğu'yla ilişkilerin birbirini tamamlayan boyutuna özellikle dikkat çekmek isterim. Bazıları Avrupa Birliğiyle ilişkileri Orta Doğu'yla ilişkilerin bir tahterevallisi gibi görebilirler. Yani birisiyle ilişkiler bozulduğunda öbürüne yakınlaşırım, sonra orada köprüleri attığımda geri tekrar eskisine dönerim diye bir dış politika planı yapıyor olabilirler ama gerçek tam bunun tersidir. Yani, Avrupa Birliği nezdinde saygın bir demokrasiye, dünya nezdinde saygın bir demokratik rejime sahip olduğunuz kadar Orta Doğu'da itibarınız, ilişkiniz, model ülke olma pozisyonunuz, liderliğiniz söz konusu olabilir; tersine de bölgeyle ilişkilerinizde barışçı ve iyi ilişkiler içerisinde olabildiğiniz ölçüde Avrupa'da bir kıymetiniz, bir değeriniz olur. Ama, bunların birbirinin alternatifiymiş gibi görülmesi ve istediğiniz zaman Avrupa Birliğiyle yolları ayırma kararını beyan etmeniz, kızdığınız zaman da "Hayır, ben Orta Doğu'ya liderlik yaparım, Orta Doğu bana yeter." gibi bir yaklaşımla hareket etmeniz bir süre sonra galiba değerli yalnızlıktan daha feci pozisyonları ortaya çıkaracak. Çünkü görünen o ki dünya ne artık Türkiye'nin gerçek bir demokrasi olduğuna inanıyor, itibar ediyor -basın özgürlüğünden tutun başka birçok insan hakları alanında Türkiye'nin dünya sıralamasındaki yerine baktığınızda bunu çok somut biçimde görüyorsunuz- ne de bölgesiyle ilişkilerde barışçı bir ilişkiyi yeniden inşa edebileceğine, kurabileceğine inanıyor. Çünkü, kendi gücünün çok ötesinde ve büyük ihtimalle de Batı'dan gelen talep ve beklentilerle bölgedeki birtakım kalkışmalara destek verip sonra müttefikler yarı yolda bırakınca da bu komşularla ilişkileri bozulan ve bunun bedelini, faturasını ödemek zorunda kalan yine Türkiye ve Türkiye toplumudur. Bu faturayı, bu bedeli hiçbir siyasi partinin bu halka ödetmeye yetkisi ve hakkı olamaz. Evet, kötü yönetim olabilir, elbette başarısızlık olabilir, öngörülemeyen riskler olabilir, bölgesel gelişmelerin tamamını siz belirleyemiyor olabilirsiniz. Nitekim, dış politika, gücünüz kadar sözünüzün, etkinizin olduğu bir alandır. Kapalı, kendinden çekinen, utanan bir dış politikadan bahsetmiyoruz ama gücünüzü de dikkate alan gerçekçi bir dış politika yürütmediğinizde bunun bedelini on yıllarca ödemek zorunda kalırsınız.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)