| Konu: | Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 102 |
| Tarih: | 15.06.2016 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim reformuna en çok kafa yoran ve sadece eğitimde değil kamu yönetiminde de ciddi bir reform ihtiyacı olduğu iddiasıyla geçmiş dönemde bu konuda büyük çalışmalar yapan ama ne yazık ki sonra çalışması Cumhurbaşkanlığı tarafından iade edilince de partinin projeyi askıya alması dolayısıyla yarım kalan çalışmalardan birisi Dinçer'e aittir. Ömer Dinçer, Türkiye millî eğitim sistemini Uruguay'dan sonra en merkeziyetçi eğitim sistemi olarak tarif eder. Bir önceki Millî Eğitim Bakanımız da Plan ve Bütçe Komisyonunda 2016 bütçe görüşmeleri sırasında sorunları okul bazlı çözme ve mutlaka yetki devrine gitmek gerektiğine dikkat çekmiştir.
Şimdi, bu yaklaşımlarla bugün oluşturulmaya çalışılan mekanizmaya baktığımızda aslında kararlı ve sistematik, stratejik bir planlama olmadığını görüyorsunuz çünkü bu yapılan iş, yurt dışındaki okulları bir biçimde Millî Eğitim Bakanlığına bağlayabilmek, merkezileştirebilmek için bir vakfı ara kuruluş, bir tampon bölge gibi inşa etme çabasıdır.
Değerli milletvekilleri, eğitim yönetimi elbette bir uzmanlık işi ama galiba bizim eğitimimizin model, sistem gibi birtakım tartışmalardan önce değerler eğitimiyle ilgili ciddi bir handikabı var. Ortada bir eser var. Eğer bugün Türkiye'de kitap okuma sayısı gittikçe düşüyor, hatta kitap baskı rakamları 500'lere inmişse galiba yetiştirdiğimiz insan tipini yeniden sorgulamamız gerekiyor.
"İki millet, tek devlet" diye tarif ettiğimiz Azerbaycan nüfusu Türkiye'nin neredeyse beşte 1'i ama gazete tirajlarına baktığınızda Türkiye'deki toplam tirajın daha üstünde hem kitap baskısı hem gazete tirajı var. Şimdi, Demirperde'den çıkmış Doğu Bloku'ndaki bir ülkeden söz ediyoruz, ekonomik durumu bizimkinden çok gerilerde ama okuma oranı çok daha yüksek. Tabii ki sadece okuma oranı üzerinden bir değerler eğitimi tartışması yapmak doğru değil ama sonuç itibarıyla, eğer bugün gençlerimiz dayanışmayı, paylaşmayı değil, daha çok hırsı, şiddeti, kazanmayı, bireysel rekabeti esas alan bir yaklaşımla hayata bakıyorlarsa galiba buradan medyaya, rol model siyasetçilere ve her şeyden önce de eğitim sistemimize ciddi bir pay düşüyor. Eğer gençlerimize gerçekten "iyi insan", "iyi yurttaş" diye tırnak içerisinde ifade ettiğimiz profil, evrensel değerlerle barışık ve aynı zamanda Türkiye toplumunun sorunlarını önemseyen, toplumla ilgili kaygıları hayat felsefesinde bir yere oturtan, sadece kolay zengin olma, hızlı yükselme gibi hırslar üzerine kurulu bir hayat biçimi değil, toplumun sorunlarına çare üretmeyi bir sorumluluk olarak gören bir yaklaşımı öğretemiyorsak o zaman millî eğitimin varlık sebebi ortadan kalkmıştır. Evet, çok okul yapabilirsiniz, çok bina yapabilirsiniz, çok köprü yapabilirsiniz, çok baraj yapabilirsiniz ama değerler eğitimini gerçekten arkasında durabileceğiniz şekilde sunmak, öğretmek yani davranış değişikliği doğuracak biçimde gerçekten gençlerin zihin dünyasına, gönül dünyasına bunu sunabilmek bu kadar kolay değildir. Onun için böyle yeni kurumlar oluşturmak, yeni formülleri denemek yerine galiba önce millî eğitimin amacıyla ortaya çıkan eser arasındaki çelişkiyle yüzleşmek ve buradan işin esasından daha radikal, daha köklü değişiklikler yapmayı masaya yatırmak zorundayız.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)