GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:103
Tarih:16.06.2016

MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına Maarif Vakfı Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğu ile Batı'nın kıyaslanmasında özetlenebilecek bir yaklaşım, bir tavır olarak Batı'da kartezyen mantık ve bu mantığın gereği olarak "ya/ya da" yaklaşımı hâkimdir, Doğu'daysa Nasrettin Hoca'nın "Sen haklısın. Sen haklısın..." "Hocam, ikisi birden haklı olur mu, bu nasıl iş?" diyene "Tamam, sen de haklısın." fıkrasında ifadesini bulan "hem/hem de" mantığı hâkimdir. Ne var ki dünyanın en iyi prensiplerini dahi aşırıya götürdüğünüzde bu prensipler kendi amaçları başta olmak üzere zarar verir hâle gelir. Onun için, dinimiz inançta bile aşırılığa gitmeyi yasaklamış, tavsiye etmemiş, vasat bir ümmet olmamızı tavsiye etmiştir. Çünkü, "hem/hem de" mantığında çok fazla ileri gidersek ortada "ne/ne de" sonucuna yaklaşırız.

Bugün bunun tam bir devlet felsefesi hâline geldiğini görüyoruz. Mesela, dünyada herhâlde sadece bizim şehirlerimizde vardır, şehir içinde bölünmüş yolda 82 kilometre hız sınırı koyuyoruz. Onu koyanlar 82'yle gidilsin diye demiyor, hem 82 ama hem de 90'la gidilsin diye yapıyor çünkü toleransını birlikte hesaplıyorlar. Bu, istisnai durumlarda olması gereken bir şeyken, biz bunu sürekli bir hâle getiriyoruz. Bu mantığı son zamanlarda çok daha fazla görüyoruz. Bu ülkede hem Cumhurbaşkanı hem parti Genel Başkanı olunabilmektedir; hem Cumhurbaşkanı olup hem de bir siyasi partinin milletvekilleri bir yana, Merkez Karar Yönetim Kurulu ve MYK'sına iftar verilebilmektedir ve daha sonra kendisine bütün milletin Cumhurbaşkanıymış gibi davranılmasını bekleyebilmektedir.

Yine, hem mevcut Anayasa'dan meşruiyetini, gücünü, konumunu alıp hem de bu Anayasa'nın cevaz vermediği bir şekilde yeni anayasadan bahsedip ve yine meşruiyetini, gücünü aldığı Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilmeyecek hususlarının bu Anayasa'dan çıkması bu sıfatla söylenebilmektedir.

Yine, Meclis Başkan Vekili olan birisi, burada bu Meclisin verdiği kanunlara göre hareket eden ve daha sonra yargılaması yapılan bir hususta Mahir Çayanları saygıyla anabilmektedir; hem yasama Meclisi burada olup, buradan meşruiyetini alıp hem de bu saygıyla anmayı Meclis Başkan Vekili olarak yapabilmektedir.

Bu memlekette hem hırsızlık yapılabilmekte hem de yapılan hırsızlık "O para orada ama bakalım sen ne olduğunu biliyor musun?" diyerek ibadet yerine, sevap bekleme yerine getirilebilmektedir.

Bu memlekette görevi kanunları uygulamak olan Müsteşar, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne talimat verip savcıları derdest etmesini, mevcut kanunların iki günlük bir iş olduğunu, şu anda bunu suç sayan kanunun yarın Mecliste kendileri tarafından değiştirilebileceğini söylemektedir.

Bu memlekette hem İsrail'e düşmanlık üzerinden prim toplanmakta hem de İsrail'le ticaret artırılmaktadır ve hem de İsrail'in NATO'ya dönüşüne öncülük edilebilmektedir.

Bu memlekette Suriye'de hem Türkmenler korunmakta hem yakın zamana kadar aynı ailenin mensubu olduğumuz, ferdi olduğumuz diğer unsurlar orada bir terör örgütüne teslim edilebilmektedir.

Bugün hem "Fırat'ın batısı geçilirse taş üstünde taş bırakmayız." naraları atılmakta hem de Menbiç ele geçirildiğinde İncirlik'ten oradaki harekâtın uçakları kaldırılabilmektedir.

Bugün, bu "hem/hem de" yaklaşımını çok ileri götüren yeni bir tasarıyla karşı karşıyayız. "Türkiye Maarif Vakfı" deniliyor ama amacında yurt dışında faaliyet göstermesi öngörülüyor. O zaman niye "Türkiye Maarif Vakfı" deniliyor? Bu memlekette eğitimle, maarifle ilgili Bakanlığın adı Millî Eğitim Bakanlığıdır. Niye "eğitim" değil de "maarif?" Maarif nazırları çok daha geride kalmıştır. Yine, Bakanlık ve Bakanlığın ilgili birimine bunu yaptırmak varken -çünkü, benim vergimle oluşan kamu kaynaklarını, kamu gücünü kullanacak bir vakıftır bu- niye vakıf şeklinde bu örgütleniyor? Bunların hepsi "hem/hem de"nin yeni bir tezahürüdür. Bu hem bir vakıftır ama aynı zamanda bir kamu kurumudur.

Vakfı buradaki arkadaşlarımız benden daha iyi bilirler. "Vakıf" Medeni Kanun'a göre, hayra ayrılmış mal topluluğudur; İslam'a göre ise özel mülk olmaktan çıkarılıp Allah'ın mülkü hâline getirilen ve kıyamete kadar belirtilen hayır işine adanmış, ayrılmış, tahsis edilmiş, orada durdurulmuş mal topluluğudur. Peki, bu kurumun bununla ne ilgisi var? Medeni Kanun'daki vakıfla ya da İslam'daki karşılığıyla, vakıfla ne ilgisi var? Burada "hem/hem de" mantığının zorlanarak ileriye götürüldüğünü görüyoruz ve burada vakıf var ama hepimiz biliyoruz ki hem bir vakıf hem de yurt dışında daha düne kadar birlikte olunan bir grubun elinden eğitim inisiyatifini almaya yönelik bir kılıf, bir zemin oluşturma... Ve buna o kadar yetkiler veriliyor ki: Yurt dışındaki bütün varlıklar bedelsiz olarak bu vakfa, sivil toplum kuruluşuna devredilecek; 72 yaşına kadar Mütevelli Heyetin daimî üyeleri orada mütevelli üyesi olarak kalacak; üyelerine diplomatik pasaport verilecek. Ben yıllarca valilik yaptım, son pasaport değişikliğine kadar bu devlet bana diplomatik pasaport vermiyordu. Bütün bu yetkiler ne için yapılıyor, bunun cevabını aramak durumundayız.

Eğitim ise. Memleketimizdeki eğitim, düzeltilmesi için pek çok tedbire ihtiyaç duyan bir alan. Sayın Bakanımız örnekler verdi. Biliyorsunuz, uluslararası sıralamalarda Türkiye eğitimde hiç iyi bir yerde değil. PISA araştırması var, 15 yaşındaki çocukların sayısal, sözel ve pratik sorun çözme yeteneklerini ölçen, test eden bir araştırma ve biz, bu araştırmada Meksika ve Şili'yle birlikte sonuncu sıradayız OECD ülkeleri arasında. Bu ülkede bu sene, doğuda, güneydoğuda, pek çok yerde öğretmenler hizmet içi eğitime çağrıldı ve geri dönmediler, eğitim gördürülemedi. İyiyiz, eğer dünyadaki ülkeleri eğitim bakımından çok vagonlu bir katara benzetirsek bu katarın sonuncu vagonuyuz. Sonuncu vagonun içinde tabii ki bir sıralama olacak. Bu vagonun en önünde olanlar olacak, en arkasında olanlar olacak. Bizim kendi içimizde -elimizde değil- muhakkak bir sıralama yapacağız ve muhakkak birinciler çıkacak ama bu, PISA'da sonuncu OECD ülkesinin birincisi olmayı ve açık ara diğer ülkelerle aramızın açılıyor olmasını ortadan kaldırmayacaktır.

Bu niyet, yurt dışındaki Türkler, özellikle Avrupa'daki işçi olarak giden vatandaşlarımızın çocuklarının Türkçe öğrenmesi iyi bir amaçtır ama buna benzer bir amaçla kurduğumuz Yunus Emre Enstitüsünü hatırlatmak isterim, Yunus Emre Vakfını; biliyorsunuz, 2007'de kurduk, 2011 ve 2013'te birisi Anayasa Mahkemesi kararları gereği olmak üzere 2 kere değiştirdik, değiştirmek zorunda kaldık. Vakıf senedinde Enstitünün başında bir Türkolog olması gerektiği açıkça yazdığı hâlde, bugün enstitünün başına bir Almanca hocasını atadık ve enstitü oradaki, yurt dışındaki Türklerle ilgili, orada Türkçeyi unutan üçüncü nesil gençlerimizle ilgili herhangi bir çalışma bu zamana kadar yapmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KADİR KOÇDEMİR (Devamla) - Ben, bu işleri bu kadar çok şekilcilikle oynayarak götürdüğümüzde ne millîlik ne eğitim kalacağını hatırlatmak istiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)