GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:103
Tarih:16.06.2016

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu dar vakitte konuşmanın psikolojik baskısına rağmen çok kısa birkaç şeye değinip sözlerimi bitireceğim.

Öncelikle, yani eğitim meselemizin, en azından Osmanlı'nın son döneminden bu yana çok ciddi bir tartışma konusu olduğunu hepiniz, hepimiz çok iyi biliyoruz. "Osmanlı neden çöktü, neden battı?" sorusunun cevabını ararken, bazıları çözümü kıyafette, bazıları eğlencede, başka şeylerde ya da ordu düzeninde ararken, asıl en sağlıklı, en ciddi yoğunlaşma eğitim sistemiyle ilgili yapılan tartışmaydı. Ama vaka ortada, eser ortada ki sonuç itibarıyla bu coğrafya, bu bölge şu anda dünyayla yarışamayacak bir durumdaysa burada neyi nerede kaybettiğimizle ilgili galiba daha köklü, daha radikal esastan bir tartışma yapmak zorundayız. Elbette medreselerde bilim, fen, pozitif bilimlerin özellikle, çekilmesi, aşağıya alınması, önemsizleşmesi çok somut bir okumadır, önemli bir okumadır ama o günden bugüne birçok isim şöyle okumuştur bu durumu: Biz değerlerimizi koruyalım, geleneğimize bağlı kalalım ama Batı'dan da bilimi, teknolojiyi alalım yaklaşımıdır. Bunun çözüm olmadığı, bunun eklektik bir iş olduğu bugün Orta Doğu'da, bugün Ön Asya'da, bugün Anadolu'da çok net biçimde görülüyor. O hâlde, kaybettiğimizi ve elimizdeki imkânları bir kez daha gözden geçirmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, aslında İslam dünyasının, Orta Doğu'nun bu kültür coğrafyasının elbette önemli avantajları var; dayanışma değerleri gibi bir sürü önemli avantajı var ama bir de ciddi dezavantajı var; o da eleştirel akıl. Bu coğrafya aslında ilk kaybını eleştirel aklı mahkûm ederek verdi; ta ki, işte, içtihat kapısının kapanması, İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd gibi isimlerin yani İskenderiye Mektebinden, eski Yunan'dan, eleştirel akıldan ciddi biçimde istifade etmiş ve bunu kayıp, yitik hikmet gibi görmüş olan yaklaşımı mahkûm etmesidir. Bunu mahkûm ettiğimizden bu yana bütün transferlerimiz, bütün eğitim modeli örnek almalarımız sistemi aslında sadece bir deneme tahtasına çevirmiştir.

Dolayısıyla, bugün bu sorumluluğu üstlenen Sayın Bakanın ve ekibinin, kadrosunun, sizlerin, bu ülkeyi yönetenlerin galiba cesaret göstermesi gereken ve içinde bulunduğumuz durumdan çıkışın yol haritasını oluşturması gereken başlangıç noktasının eleştirel pedagoji olması gerekir. Özgür bir toplum, özgür bireyler ancak hesap soran, hesap vermeyi siyasetin olmazsa olmazı gören ve gençleri de böyle düşünmeye teşvik eden, cesaretlendiren bir yaklaşımdır. Eğer eleştirel aklı inşa etmeyi, eleştirel eğitim referanslarını önemsemeyi, eleştirel pedagojiyi alternatif bir eğitim modeli olarak önümüze koymayı cesaretle gösterirsek muhtemelen makûs talihi değiştirmek bu coğrafyada biraz uzun zaman alacak ama en azından mümkün olacak. Fakat bugüne kadar yaptığımızı denersek eser ortada; sadece yeni kuşakları kaybetmekle, vakti kaybetmekle yetinmiş olacağız.

Bu arada sözlerimi bitirirken değerli milletvekilleri, biraz önce, Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle görevden alınan Bilgi Üniversitesindeki akademisyenle ilgili aranızdan bir milletvekili bana kaydı dinletmeye çalıştı; ben de biraz önce, arada tekrar baktım. Hakaret sayılan kelime yani bir akademisyenin, bir profesörün üniversiteden hem de soruşturma yapılmadan, soruşturma yapılmak üzere görevden atılmasına sebebiyet veren cümle sadece içerisinde geçen "kabalık" ve "nobranlık" yani aynı anlama gelen iki kelime. Şimdi, bir akademisyeni bu iki kelimeden dolayı üniversiteden atıyorsunuz ve bunu hakaret sayıyorsunuz.

Bir başka not daha ileterek huzurlarınızdan çekileceğim.

Değerli milletvekilleri, biraz önce sosyal medyaya da düştü, muhtemelen yarın gazetelerde okuruz. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde -demin iki başka üniversiteden örnek vermiştim- nasıl selefi yapılanmalara eleman kazandırıldığına dair çok somut bilgiler; bunlar, muhtemelen devletin güvenlik birimlerinin servis ettiği, paylaştığı bilgilerdir. Hatırlayın, birkaç ay önce burada Orta Doğu Teknik Üniversitesinde namaz kılanların engellenmesi ve mescit açılması üzerinden bir tartışma yapmıştık. Şimdi, o tartışmanın arka planının ne olduğuna dair güvenlik birimlerinin muhtemelen paylaştığı bilgilere bakın; mesele mescit meselesi miymiş, mesele namaz kılıp kılmama meselesi miymiş yoksa "mescit grubu" diye bir grubun ODTÜ'de 2 cami, 14 mescide rağmen başka bir örgütlenmeyi, başka bir çalışmayı yürüttüğü ortam mıymış. Dokümanın ayrıntısına baktığınızda Silahlı Kuvvetler için hangi tabirleri kullandığını göreceksiniz.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)