| Konu: | Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2016 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/802) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 107 |
| Tarih: | 27.06.2016 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, şehitlerimize -yine en son şehitlerimiz başta olmak üzere- Allah'tan rahmet diliyorum, Türk milletine başsağlığı diliyorum.
Tabii, tezkere konusu artık mutat hâle geldi, her sene bunu yeniliyoruz. Dolayısıyla, on yıldır devam eden bir süreç var. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da her zaman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, devletimizin arkasında olduğumuzu ve mücadelede yanlarında olduğumuzu söyledik. Bu kapsamda, baştan da belirteyim ki tezkereyle ilgili kanaatimiz olumludur ama bu vesileyle de az önce yaşanan tartışmalar çerçevesinde ve gündemde olan dış politikaya ilişkin bazı hususları da sizlerin dikkatine sunmak ve geçmişte yapmış olduğumuz bazı uyarılarımızı tekrar burada sizlere iletmek istiyorum.
Önce dikkat etmemiz gereken şey, bu görevlendirme Lübnan'la ilgili yani Suriye'nin arkabahçesiyle, buradaki karışıklıkla ilgili bir şey ve on yıldır devam ediyor, biz oraya gidiyoruz. Peki, hemen sınırımızda, yanı başımızda olan olaylara müdahale edebiliyor muyuz diye önce ona bakmamız lazım. Bütün ülkeler orada; Fransa'sı, Amerika'sı, Rusya'sı gelmiş, hepsi orada. Şu anda masa kuruluyor, bir tek Türkiye yok. Yani 5-6 tane devlet masada var, Türkiye yok, bunları dikkate almamız lazım. Suriye'yle ilgili konulara girmeden önce, bu meselenin Orta Doğu'daki tartışmaların, kargaşanın, iç savaşın sadece bir boyutu olduğunu dikkate almamız lazım. Yani sadece bunu görüşerek ve oraya asker göndererek bunu çözme şansımız yok.
Az önce yaşanan tartışma çerçevesinde başta birkaç hususa değinmek istiyorum. Çünkü Sayın Başbakanın açıklamasını ben de az önce dikkatle dinledim ve şaşırıyorum yani bir anda, bu kadar yumuşak bir şekilde Sayın Binali Yıldırım güzel söyledi "Bundan sonra dış politikada yeni bir sürece geçeceğiz." diye bir cümle kullandı baştan. O zaman diyoruz ki şimdiye kadar yapılanlar inkâr mı ediliyor yoksa "Farklı bir sürece geçeceğiz." derken acaba Sayın Davutoğlu günah keçisi ilan edilip de "Vallahi, biz gene aldatıldık." mı diyeceksiniz ben merak ediyorum. Aynen cümle böyle: "Bundan sonra dış politikada yeni bir süreç..." ve sonucunun bir tanesini gördük işte, İsrail'le anlaşma geldi, verilecek iftara Rusya'nın maslahatgüzarı da çağrılmış; güzel bunlar ama peki, bundan önce neden öyle yapmadınız da buraya geldik diye bakmak lazım.
Açıkçası arkadaşlarımız çok net bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanını savunuyor. Hatta Sayın Başkan da topa giriyor, dayanamıyor grup başkan vekili alışkanlığıyla yani normalde öyle bir şeyin olmaması lazım. Ama sorun nereden kaynaklanıyor? Türkiye'de dış politikayı kim uyguluyor, kim yönetiyor, belli değil. Yani garip bir şey oluyor, herkes kendisine göre bir yorum çıkarıyor; Sayın Cumhurbaşkanının danışmanları dış politikaya yön veriyor, ekonomist danışmanları ekonomiye, Merkez Bankasına yön vermeye çalışıyor. Sonucunda da devlet kurumları böyle yıpratılıp tek adamcılık gidince böyle oluyor. Şimdi "Anlaştık." diyorsunuz, ondan önce neredeydik? Yani geri götüreyim -Osman yok bugün herhâlde- bugün göstereceğim kitap "Torbadaki Hukuk" değil "Mayın Temizleme İsrail ve AKP" başlığını taşıyor; üst başlığı da "BOP, Arap Baharı ve Suriye Meselesi Işığında"
Yeni milletvekili arkadaşlarımız bilmiyorlar ama 2009 yılında bu kürsüde üç hafta süren bir mücadele verdik, bugünkü gelişmeleri ta o günden söylemiştik "Bunu yapmayın." demiştik. Siz o zaman ne istiyordunuz biliyor musunuz? Başta Sayın Cumhurbaşkanı, o zamanki Başbakan ve Maliye Bakanı, eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan olmak üzere, Suriye sınırının tamamını İsrailli firmalara mayın temizleme karşılığında vermek istemiştiniz. Yani bugün geldiğimiz noktaya nereden geldik, kavga nereden geldi, ona bir bakmamız lazım.
Bu gördüğünüz topraklarda yapılan tartışmaların esası... O zamanlarda yapmış olduğumuz çalışmaları da 2012 yılında size kitap olarak sunmuştuk ve uyarmıştık. Orada güvenli bir bölgeyi İsrail askerlerine, İsrailli MOSSAD ajanlarına verip şimdi bugün bu hâle geleceğimizi bir düşünün bakalım, nasıl olurdu? Bizim şu anda kavga ettiğimiz, hani "Burası bizim kırmızı çizgimiz." dediğimiz alanlarda, bizim giremediğimiz alanlarda İsrail'in askerlerinin ve ajanlarının olduğunu düşünün.
Peki, ondan sonra ne yaptınız? Arkasından bir "..."(x) şovu geldi. Sonra Mavi Marmara geldi, sonra tekrar döndük "İsrail'e ihtiyacımız var, birlikteliklerimiz var, savunma konusu var, enerji var, yeni doğal gaz hatları var, boru var, işte Akdeniz'de aramalar var." falan falan. Şimdi, böyle bir şey olmaz, bizim size söylediğimiz şu: Böyle ifrat-tefrit olmaz dış politikada, onu söylemeye çalışıyoruz. Bir gün kavga edip, ertesi gün restleşip beş dakika sonra "..."(x) deyince "Vallahi, size demedim, moderatöre dedim." olmaz. Bir taraftan canciğer kuzu sarması olup, ortak toplantılar yapıp, "Kardeşim Esat" deyip ortak Bakanlar Kurulu yaptıktan sonra, arkasından da "Düşman Esed" olmaz. Şimdi içinden çıkamıyoruz. Bakın, yokuz masada, burada arkadaşlarımız bilgi versin, Sayın Bakan burada ama hazır Sayın Dışişleri Bakanının da bu süreçle ilgili bilgi vermesi lazım, sadece Millî Savunma Bakanından bunu Hükûmetin Bakanı olarak bekleriz ama yani Hükûmet adına herkes açıklama yapabilir. Ama bu süreç nereden geldi, nereye gidiyor, niye böyle oldu, bunları konuşmamız lazım ki bir daha hata yapmayalım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, asıl sorun Sayın Cumhurbaşkanının her konuda açıklama yapmasından kaynaklanıyor, siz savunmak zorunda kalıyorsunuz ama bir gün söylediği ile sonraki farklı olunca size de sıkıntı oluyor. Ya, belki o anda bir şey söylemek istiyor, maksadını da aşıyor, açık bir konuşmada bunu söyleyebiliyor. İşte bizim söylediğimiz de o, bunun muhatabı Cumhurbaşkanlığı değil dış politikada. Devletin başı, görüşme yapar, konuşur eder ayrı; tabii ki bazı konularda söyleyecektir ama ben her şeyi yaparım, ben her şeyi bilirim moduna geçtiğiniz zaman on dört yıldır uygulanan dış politikayı bir kalemde çizip yeni bir süreç başlatıyoruz demek zorunda kalırsınız. O zaman da uyardığımız için söyledik.
Şimdi, buradan bakıyoruz. Değerli arkadaşlar, biz sadece o anda uyarmadık, 2012 yılında yine orada bir güvenli bölge oluşturulmasını, hatta Kandil'e kadar gidecek güvenli bölge oluşturulmasını Sayın Devlet Bahçeli söyledi, uyardı sizi "Şimdiden bu önlemleri alın, yarın burası karışacak." dedi. Yine, 9 Ekim 2012 tarihli grup toplantısında da uyardı "Suriye kaynaklı tehdit dalgası artık çok boyutlu, çok yönlü risk ve kaygıları içinde barındırmaktadır. Mülteci akını kontrol altına alınmalı ve Suriye'nin kuzeyinde yeni bir peşmerge yönetimine veya Kandil yapılanmasına asla müsaade edilmemelidir." dedi. Ekim 2012 arkadaşlar. Bugün ne tartışıyoruz? Haberler geliyor ve PKK'yla, tırnak içinde, Kobani diye adlandırdığınız, sizin de meşrulaştırdığınız Ayn El Arap'ta ve İncirlik'te görüşmeler yapıldığını yabancı basın bize söylüyor. Şimdi, kaygımız o; iki saattir yapılan kavganın, tartışmanın nedeni, siz yeni bir müzakere sürecine mi giriyorsunuz kardeşim, onu söyleyin bize. İsrail'le yapılan anlaşmanın arkasında bu mu var? Yani, bu yumuşamanın arkasında bu mu var, nedir? Yani, oradaki enerji hatlarındaki paylaşım sonucu bir şeye mi gelindi? Peki, biz neden masada yokuz? Neden Suriye'ye, burnumuzun dibindeki şeylere müdahale edemiyoruz? Lübnan'a tamam, gönderelim de oraya niye giremiyoruz? Biz size tezkere verdik burada, niye Irak'ın içerisine giremiyoruz oradan terör geliyor da? Yani bir taviz mi veriliyor "Yeniden bir süreç başlıyor." derken? Arkadaşlarımızın kaygısı bu. "Bir bilgi verilsin." derken bunları kastediyoruz.
Hani "Emevi Camisi'nde cuma namazı kılalım." derken Süleyman Şah Türbesi'ni de taşıdık, tamamen geri çekildik. Herkes orada, biz yokuz. "Bombaladık, patlattık." dedik; karşıya 2 tane bomba atıyoruz IŞİD diye. IŞİD kim? DAİŞ kim? PYD kim? Hangisi terörist? Nedir, ne değildir belli değil. Yaratılan terör örgütleri aracılığıyla istikrarsızlık oluşturulmuş o bölgede. E peki, herkes giriyor biz giremiyoruz. Nasıl iştir bu? Yani Türkiye'ye saldırı var, elimizde tezkere var. Onun için, bunları böyle kalabalığa getirmeden ayrıntılı bir şekilde, arkadaşların dediği gibi, gerekirse kapalı oturumda yeniden Meclise de, Türk milletine de bilgi vermeniz gerekiyor. Yani öyle bir ortam var ki "O Türkmen bölgelerine yardım götürüyoruz." dediniz, hatta hatta "Türkmenlere saldırılıyor diye uçağı düşürdük." dediniz, Türkmenler şu anda çok perişan. Yani sadece Türkmen Dağı'nda, Suriye'de değil, Halep'te değil, Irak'ta da perişan. Gerçekten buraya gelen göçle ilgili, az önce söylediğim, 2012 yılında Sayın Bahçeli'nin uyardığı şekilde önlem almış olsaydık bu noktaya gelmeyecektik.
Ben iki gün önce burada Ülkü Ocaklarımızın açtığı Türkmen Evi'ni ziyaret ettim. Arkadaşlarımız bir sivil toplum örgütü olarak kıt imkânlarla çok başarılı çalışmalar gerçekleştirmiş. Maalesef devletin eli uzanamıyor. Orada sağlık merkezi var, eczanesi var, eğitim merkezi var. Binlerce çocuk yurtsuz kalmış. Telafer'den gelen de var, Türkmen Dağı'ndan gelen de var, hepsi var. Şimdi, bizim bunlara sahip çıkmamız lazım. Hem bahane ederken "Türkmenlerle ilgili." diyoruz; maalesef burada böyle bir garabet var.
Peki, neden oluyor? Burada tartıştık. Değerli arkadaşlar, siz kendi elinizle yıllardır "Ayn El Arap" denilen yere "Kobani" ismini verir, sonra da gelir 29 Ekimde -kaç defa burada söyledim, Plan ve Bütçe Komisyonunda da tartıştık- Cumhuriyet Bayramı'nın olduğu günde oraya güçlerin sevk edilmesine izin verirseniz sonra oradaki istikrarsızlığa neden olmuş olursunuz. Kontrol etmeyi bırakın, bugün bu noktaya getirdiniz.
Evet, gelinen noktada terörle mücadeleye dönülmesi olumludur, "Biz söyledik, haklı çıktık." demeyeceğiz, yapılması lazım, biz de arkasında duracağız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman söyledik, "Hukuki olarak da düzenlemelerde de ne gerekiyorsa destek olacağız." dedik. Ama, bir gün öyle, öbür gün böyle olduğu zaman, maalesef, ifrat-tefrite kaçıyor ve toparlamamız çok zaman alıyor. Türkiye'nin bu anlamda çok fazla zamanı yok. Bu görüşmeler yapıldı mı, yapılmadı mı? Sayın Bakandan Sayın Cumhurbaşkanının İsrail görüşmesiyle ilgili bilgi isterken... Ben merak ediyorum, İncirlik'te ve Ayn El Arap'ta bazı görüşmeler Türkiye devleti temsilcileri ile PKK arasında, PYD arasında -her neyse- yapıldı mı? Şimdi "PYD teröristtir." diye bağırıyorsunuz, Amerika'ya kızıyorsunuz; demin söylediğim gibi, Sayın Davutoğlu "Kobani'ye selam." diye selam gönderiyordu o zaman. Çok eski değil bunlar arkadaşlar. Onun için, bu konularda millî bir dış politika izlememiz lazım. Maalesef, bu, her alana sirayet etmiş durumda.
AB'yle ilişkilerimizde de aynısı var. Yani, geçtiğimiz günlerde İngiltere'nin oylamasıyla daha fazla tartışıldı ama şimdi Sayın Cumhurbaşkanı yine topa girdi daha Dışişleri Bakanı konuşmadan "Biz de referanduma götürebiliriz." diye. Neyini referanduma götüreceksiniz? Türk milleti zaten bundan muzdarip, gelişmelerin doğru olmadığını biliyor, siyasi dayatma olduğunu biliyor, ara sıra da olsa bazı millî çıkışlar yapıyor. Ama, bunu neden buraya getirdik? 2004'ün Aralık ayında siz Türkiye'de yaşamıyor muydunuz? Yani, gündüz gözüyle havai fişekler atıldığında -birçok arkadaşımız- Ankara'da değil miydiniz, Türkiye'de değil miydiniz? Brüksel'in şefaatine Ankara'nın şerrinden kaçan bir anlayış şimdi kalkıp bize AB düşmanlığı yaparsa -kusura bakmayın- bunu anlamayız, bunu samimi bulmayız. Cümle aynen bu değil miydi? Ankara'nın şerrinden Brüksel'in, Washington'un şefaatine gitmediniz mi? "Avrupa Birliği bir model olarak önümüzde, tamam, meşrulaştık, sonra gerek kalmadı. O zaman, biz de girmeyelim." Yanlış.
Biz defalardır söylüyoruz: "Bu gümrük birliği bizim için dezavantajlı hâle gelmiştir. Geçmişte avantajlıydı, rekabete açıldık ama artık ikili ilişkilerimize, üçüncü ülkelerle ilişkilerimize zarar vermeye başladı." diye Dışişleri Bakanına, Gümrük ve Ticaret Bakanına onlarca defa Komisyonda söyledik, dokuz yıldır ben Plan ve Bütçe Komisyonunda her toplantıda dile getirdim, arkadaşlarımız da burada. Peki, ne oldu? Şimdi, bugün, siyasete, iç siyasete bunları malzeme etmeyin diyoruz. Sonra sıkışıyorsunuz, tersini söylediğiniz zaman da kimse inanmıyor; derdimiz bu. Yukarıda söyledim -şimdi, Dışişleri Bakanımız yok, AB Bakanımız da yok- hatta Sayın Bağış'a söylemiştim: Elli üç yıllık uzatmalı nişanlılık olur mu arkadaşlar? Önceki gün medyaya da açıklama yaptım. Hâlâ nişanlılıkta devam ediyoruz. Ya, evlenmeyeceksek yüzüğü atmamız lazım; evleneceksek de evlenelim dedik, biz onurlu üyelik dedik. Bu işin de bir adabı var değil mi? Arkadaşlar güldüler, İngilizcesiyle Egemen Bey'e dedim ki: Siz tercümanlık da yaptınız, yani ben bunu "..."(x) diyorum dedim yani hiç bitmeyen ama evliliğe de gitmeyen bir aşk olarak görüyorum. Güldüler. Gülmeyin dedim, kız tarafı biziz Türkiye olarak. Onların işine geliyor.
Biz yeni söylemiyoruz bunu yeniden gözden geçirelim diye. Yani bu gümrük birliğini de AB sürecinde oturup o standartları evet yapalım, kendi insanımız için demokrasi düzeyini, ekonomik kalkınma düzeyini, sosyal refahımızı hep beraber yapalım burada diyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi her zaman yapıcı, yol gösterici, uzlaşmacı oldu. Yapısal reformları beraber çıkaralım ama iç politikaya alet edip bir gün öyle, bir gün böyle olduğumuz zaman maalesef olmuyor. Yani o kapsamda geldiniz, Kıbrıs'la ilgili o havayla "Yes be annem" deyip Annan Planı'na destek oldunuz. Sonra, Allah'tan, Rumlar kabul etmedi. E, şimdi geldiğimiz noktada yine Kıbrıs'la ilgili gelişmeler var; yine, az önce tartıştığımız İsrail'le yapılan anlaşmayla da bağlantılı olarak Doğu Akdeniz'deki enerji kavgalarıyla, boru hatlarıyla ilgili olarak yine bir konu var. Kendi başınıza, sadece Cumhurbaşkanının iki danışmanının kafasıyla bu olmaz. Dışişleri Bakanlığı burada, Millî Savunma Bakanlığı burada, bütün bürokrasi burada. Onlardan görüş almadan, devletin aklını çalıştırmadan yaparsanız üç gün sonra tersini söylemek ve savunmak zorunda kalırsınız. Kaygımız budur Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yani uyarımız bundandır. O zaman, bunların elden geçmesi lazım "İngiltere kararını verdi, biz de yapalım." demeyelim, aynı şeyi Almanya'yla yaşıyoruz. Durdurduk, diplomasi devam etmedi, karşılıklı bir şeyler söyledik. Bir anda, ocaktan beri yattık yattık -devlet olarak söylüyorum- sonra geldi, oylama çıkınca hep beraber söylüyoruz. Burada söyledik. Sayın Başkan Vekilimiz burada ama Meclis Başkanının kendisi vardı. Oktay Vural Bey gitti, konuştuk. Bir ortak deklarasyon yayımlayalım dedik, kabul edilmedi. Sayın Başkana burada da söyledik. "Efendim, işte Dışişleri Bakanlığı yapıyor." Ne zaman yapabildik? Onaylandıktan sonra buradan ortak deklarasyon yapabildik. Bunların önceden yapılması lazım ki parlamentodan parlamentoya bir mesaj gitsin. Dostluk grubu üyesi olarak ve dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak ben bizatihi, o gruplara partimiz adına uyarı yazısı gönderdim. Bir iki tanesinden cevap geldi sonra. Maalesef Meclis olarak bunu yapamadık. Bu toplu tavrı yapmadığımız zaman bu sonuçlara katlanmak durumunda kalırız değerli arkadaşlar.
Tabii, peki, diyeceksiniz ki: "Ne yapmamız lazım?" Yani Avrupa Birliğiyle ilişkileri gözden geçirelim. Evet, Türkiye'nin çıkarı neyse ona bakalım ama aynı şeyi Suriye'de de yapalım, aynı şeyi Kıbrıs'ta da yapalım, aynı şeyi Türk dünyasıyla ilişkilerde de yapalım. Bakın, Büyük Orta Doğu Projesi, bir zamanlar eş başkanı olmakla övünülen proje, maalesef emperyalist bir proje olarak Orta Doğu'yu karıştırmış ve bugün Irak'ın kuzeyindeki fiilî Kürt oluşumuna paralel olarak Suriye'nin kuzeyinde de böyle bir şeye yer açmıştır. Geç de olsa sizler de bunu fark etmiş bulunuyorsunuz. Bir an önce bu yanlışlardan dönmemiz lazım. Kendi coğrafyamızda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak söylediğimiz, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet projesine inanıyorsanız ki bizim dile getirdiğimiz 2023 lider ülke vizyonuna katıldınız. 2053 geliyor, süper güç olma vizyonunu Türkiye'nin gerçekleştireceksek, gerçekten samimiyseniz millî ve çok yönlü bir dış politika izlemek zorundayız. Onun için, önce içinde bulunduğumuz İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatında, bunun içerisindeki İSEDAK bünyesinde ve yine Ekonomik İşbirliği Teşkilatı -ki içinde bütün Türk Cumhuriyetlerinin olduğu bir kurumdur; benim de ilgilendiğim, daha önce bağlı olan birimlerin çalıştığı, Devlet Planlama Teşkilatındayken- bütün Türk Cumhuriyetlerinin, İran'ın, Afganistan'ın, Pakistan'ın olduğu bir birimdir. Buralara ağırlık vererek yeni bir medeniyeti, yeniden Türk İslam medeniyetinin ihyasını eğer görüyorsak, medeniyetin evrensel, kültürün millî olduğuna eğer inanıyorsanız o zaman bu konulara farklı bakmak gerekiyor. Yani hamasi nutuklarla, iç politikaya dönük söylemlerle bunu çözme şansımız yok.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman yapıcı, yol gösterici, uzlaşmacı bir muhalefet anlayışından yanayız, millî bir dış politika istiyoruz. O zaman ne yapmamız lazım? AB'yle görüşsek de Avrupa'dan vazgeçmeden Akif'in dediği gibi "Alınız ilmini Garb'ın, alınız sanatını/ Veriniz hem de mesainize son süratini."
O medeniyet düzeyine çıkarmak için hep birlikte çalışmamız lazım. Bu vesileyle, millî bir dış politikaya dönüş umudumu koruyarak bu konuda destek olacağımızı söylüyor; tekrar, tezkereye destek olduğumuzu belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)