| Konu: | MHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 108 |
| Tarih: | 28.06.2016 |
RECAİ BERBER (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi tarafından verilen bu öneride, özel sektörün finansal risklerinin arttığından bahisle, aynı zamanda, borç aldıkları kurumların risklerini de içerdiğinden söz ediyorlar ve bununla ilgili bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını teklif ediyorlar.
Değerli arkadaşlar, bugün belki, son bir yıldır, özellikle son yıllardaki konjonktürel gelişmelerden dolayı, biraz önce sayın konuşmacının da belirttiği, ihracattaki birtakım sıkıntılardan ve ihracat pazarlarında meydana gelen konjonktürel daralmadan dolayı ihracatta birtakım küçülmelerin olmasına rağmen, Türkiye ekonomisinin, her ne kadar, işte "Tüketicilerden kaynaklanıyor, şundan kaynaklanıyor." dense de dünyanın, bugün içinde bulunduğumuz Avrupa ülkelerinin yanında, çok daha büyük bir ölçüde büyümesini gerçekleştirdiğini hep birlikte kendileri de ifade ediyorlar.
Değerli arkadaşlar, özellikle 2015 yılından bu yana yani sonundan bu yana, özellikle özel sektörün yurt dışından sağladığı kredi borcu gelişmelerine baktığımızda, uzun vadeli kredi borcunun, yaklaşık 9 milyar dolarlık -8,9 milyar dolarlık- bir artışla beraber 204,5 milyar dolara çıktığını görüyoruz. Kısa vadeli borcun yani ticari krediler hariç toplamında ise 1,4 milyar dolar azalarak 19,2 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiğini görüyoruz. Değerli arkadaşlar, bu borçlanmanın önemli bir kısmı, yüzde 52'si finansal kurumların oluşturduğu borçlar, geri kalan uzun vadeli borçların yüzde 47'siyse tamamen özel sektörün, reel sektörün borçlanmasından ibaret. Ayrıca, bu özel sektörün -özel sektör dediğimiz zaman kamu ve finansal kuruluşlarla beraber bütün kurumların- kısa vadeli borçları içinde sadece bankaların payının yüksek olduğunu, diğerlerinin özel sektörün, reel sektörün kısa vadeli borç oranının son derece düşük olduğunu görüyoruz çünkü zaten reel sektör, özel sektör uzun vadeli borçlanmaktadır Türkiye'de ve uzun vadeli borçlanmasından dolayı da şimdi 2015 yılında sadece kur artışlarından kaynaklanan, kur farklarından oluşan finansal giderlerini çok da abartmamak gerekir çünkü izleyen yıllarda mutlaka bilançolarda bir düzeltme, bunu görüyoruz. Aynı şeyi 2008 yılında da gördük değerli arkadaşlar, 2008 krizi dünyanın en büyük ekonomik krizi, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan en büyük krizde Türkiye'nin, 2009'un ilk iki çeyreği küçülmesini yaptıktan sonra alınan tedbirlerle beraber hemen tekrar büyümeye geçtiğini ve on dört yıllık AK PARTİ hükûmetleri döneminde sadece 2009 yılında bir negatif büyüme olmuştur, onun dışında kesintisiz olarak ekonomimiz büyümüştür ve bu büyümeyi de temel olarak AK PARTİ hükûmetleri kamu yatırımlarıyla değil, özel sektörün öncülüğünde gerçekleştirilen yatırımlarla sağlamıştır.
Bakın, neden Türkiye'de özel sektör borçlanması bu kadar arttı? Yani onlar diyor ki: "2002 yılında bu yaklaşık 40 milyar-45 milyar dolardı, şimdi 295 milyar dolar civarında." Şimdi, bunun 2008 yılına gelinceye kadar olan kısmı zaten 140 milyar dolar yani 2008 yılından bu yana yaklaşık son sekiz yıldaki, dünyadaki ekonomik krizden sonraki artış yaklaşık yüzde 50 civarında bile yok ama esas büyük artış ne zaman oldu? Özel sektörün geçmişte borçlanamadığı yani tabiri caizse, kamunun bütün fonların üzerine çöktüğü, devlete borç vermenin çok daha kolay, çok daha avantajlı, çok daha rantlı olduğu bir dönemden artık devletin borçlanma gereğinin neredeyse sıfıra, negatiflere indiği bir dönem yaşadık ve devletin borçlanma gereği azaldıktan sonra da özel sektör yani bankalar, özellikle yurt dışı finans kuruluşları bu parayı başka verecek yerleri olmadığından özel sektöre kanalize ettiler.
Burada dile getirilmiyor ama başka platformlarda da söylendi, aynı şekilde, tüketici kredilerinde de Türkiye'de hep söyleniyor, işte "Hane halkı başına şu kadar artışlar oldu." diye. Bu artışların hepsi geçmişte bu kredilere ulaşamayan, bu kredileri elde edemeyen insanların hem daha düşük maliyetli hem de daha uzun vadeli krediye ulaşabilmeleri sayesinde aslında bir avantaj olarak ortaya çıkmıştır. Biliyorsunuz, 2008 yılındaki krizden sonra özel sektörde bireysel kredilerde döviz kredisi kullanımını yasakladık hep birlikte ve o zaman da hatırlarsanız, bir euro kredileri, özellikle İsviçre Frangı, Japon Yeni kredileri krizi yaşandı. Onu da ciddi anlamda, hep birlikte, bütün gruplar olarak çözmeye çalıştık ve büyük ölçüde de çözdük.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu tablo, aslında, Türkiye'nin, riski değil, olması gereken tablo. Bugün, dünyada, özellikle özel sektörün toplam borçluluğuna baktığımız zaman, gelişmiş ülkelerde filan yüzde 100'lerin üzerinde gayri safi millî hasılanın ama bizde -biraz önce siz de verdiniz rakamları- henüz gayri safi millî hasılanın yarısına bile ulaşmış değil. Dolayısıyla, burada, herhangi bir korkulacak durum yok. Ha, yönetilebilmesi söz konusu.
Değerli arkadaşlar, konjonktürel olarak, Türkiye'de çevremizdeki bu son olaylardan dolayı yaşanan sıkıntıları sanki bütün ekonomi politikalarının bir sonucuymuş gibi değerlendirmek yanlış olur. Bunları, tabii ki konjonktürel olarak ortaya çıkan bu tabloyu düzeltmek adına da birtakım önlemler alınması, birtakım reformların gündeme getirilmesi, yatırım teşviklerinin ortaya konması hiçbir zaman uygulanan ekonomi politikasındaki eksiklik dolayısıyla değil; yeni çıkan konjonktür, yeni çıkan şartlar bunu gerektiriyor ve bu nedenle bu tedbirler alınıyor. Siz de zaten bu tedbirlerin alınması gerektiğini muhalefet olarak önermiyor musunuz? Dolayısıyla, bu tedbirlerin alınıyor olmasından, aslında, Türkiye ekonomisi adına sevinmemiz lazım, bunların gecikmesinden dolayı belki üzülmemiz gerekir.
Özellikle, değerli arkadaşlar, finansman açığımız, tasarruf açığımız dolayısıyla Türkiye'nin büyümesini sağlamak için zorunlu olarak yabancı kaynak kullanmamız gerektiğini biliyoruz artık. Özellikle son on dört yılda -bizim bu kadar yüksek oranda büyümemizi- hem özel sektör yatırımları vasıtasıyla hem de kamunun geçmişte kendisi borçlanarak yaptığı ama aslında özel sektör ve kamu birlikte yapabileceği, "PPP" dediğimiz, kamu-özel sektör iş birliği projelerinin finansmanında da ciddi anlamda kaynak kullanıldı.
Şimdi, önümüzdeki günlerde, işte, iki gün sonra açacağımız İstanbul-İzmir otoyolu yaklaşık 8 milyar dolara mal olan bir proje ve bunun finansmanı da tabii ki yurt içi, yurt dışı kaynaklardan sağlandı. Şimdi, bu tip projelerin bize, ekonomimize geri dönüşünü, büyük ölçüde büyümemize sağladığı katkıyı göz ardı ederek özel sektörün borçlarını sanki büyük ölçüde risk varmış gibi takdim etmeye bence gerek yok ve şu anda hem ekonomi yönetimi hem de Türkiye'deki finans kurumlarının denetiminde bulunan BDDK, Merkez Bankası çok ciddi anlamda bunları takip ediyor, yayımlıyor ve zaten biz neredeyse aylık olarak bu verilere sahibiz.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, özel sektör yatırımları, kamu-özel sektör iş birliği projeleri ve bir de tarihinin en büyük özelleştirme projelerini biz yaptık; yaklaşık 60 milyar dolarlık özelleştirme. Bu özelleştirmeler için de hem yurt içinden hem yurt dışından, katılımcıların bunun finansmanını da büyük ölçüde yurt içinden ve yurt dışından krediyle sağladığı ortada.
Onun için, değerli arkadaşlar, bizim ekonomi yönetimimiz, Türkiye ekonomisinin büyümesi için gerekli önlemleri alıyor. Özel sektörün 2015 yılındaki kur farklarından kaynaklanan riskini sanki realize olmuş, cebinden çıkmış bir para olarak görmeyelim. Türkiye'nin özel sektörünün uzun vadeli kredilerinin bir nevi karşılığıdır bu ve bu yıl kurda eğer o şekilde bir artış olmazsa, enflasyonun bile altında olursa, bu defa pozitif bir kur artışı yani kur geliri elde etme söz konusu oluyor biliyorsunuz. Dolayısıyla özel sektörün şimdiye kadar kullandığı kredilerin hepsinin yine özel bankalar ve özel sektör tarafından verildiğini de unutmayalım. Yani hiçbir özel sektör, hiçbir banka özel sektöre kredi verirken karşılıksız, riskli, geri dönmeyecek bir krediyi vermez. Onun için de burada bizim kendimiz birtakım endişelerle ekonomi yönetimini sadece spekülatif sonuçlar dolayısıyla eleştirmemiz doğru değil, yerinde değil, böyle bir araştırma komisyonuna bence de gerek yoktur. Çünkü ekonomi yönetimi ve kurumlarımız iş başındadır ve Türkiye'nin hele hele çevremizdeki sorunlar aşıldıkça büyümesini yeniden yüzde 5'lerin üzerine çıkaracağını ve mutlaka da çıkarması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Bu nedenle de Türkiye'nin önünün aydınlık olduğunu ve finansal bir sorunu yaşamayacağını ben buradan da ifade etmek istiyorum. Samimiyetle bunu söylüyorum, inşallah, önümüzdeki sorunlar çözüldükçe de bunu hep birlikte göreceğiz ve yaşayacağız.
Ben tekrar böyle bir görüşmenin yerinde olmadığını, araştırma komisyonunun yerinde olmadığını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)