GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:108
Tarih:28.06.2016

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Kıymetli Başkan, değerli milletvekilleri; MHP grup önerisinin aleyhinde konuşmak üzere AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Değerli milletvekilleri, özel sektörün aşırı borçlanması dolayısıyla verilmiş bu önergenin biraz geçmişine dönerek baktığımızda, 2002 yılında ülkemizin özel sektör borcunun 42 milyar dolar seviyelerinden günümüzde 283 milyar dolar seviyelerine geldiğini görüyoruz. 2015 yılında küresel ve yurt içi gelişmelerle artan kurların bu krediler üzerinde, bu paralar üzerinde risk oluşturduğu doğrudur. Firmaların elbette borçlarını ödememesi ülkemiz ekonomisi üzerinde olumsuzluk nedeni olabilecektir. Burada bilinmesi gereken: Kur baskılarının bahsedilen olumsuz durumları çıkarmaması adına Türkiye'de güçlü bir Merkez Bankası ve güçlü bir AK PARTİ Hükûmetinin olduğunu göz ardı etmeyelim.

Değerli arkadaşlar, piyasalardaki ekonomik koşullar dolayısıyla az gelişmiş ülkelerin ekonomik faaliyetlerinde devlet ön plana çıkmaktadır. 2002 yılında AK PARTİ göreve geldiğinde olmayan ekonomik faaliyetlerimizde devletin rolünün ağır bastığı ve özel sektör borçlarımızın bugüne kıyasla daha sınırlı olduğu doğrudur. Ama, ülkemiz AK PARTİ'nin gelişiyle büyümeye, gelişmeye başlamıştır. Hepimizin bildiği gibi tasarruf yetersizliği olan ve bunu gidermeye çalışan bir ülkeyiz. Bu koşullarda "Benim ülkem hem büyüsün, gelişsin." diyeceksiniz hem de özel sektörün borçlanmasını engelleyeceksiniz. Tasarruf yetersizliği olan bir ülkede büyümeyi nasıl finanse edeceksiniz? Az gelişmiş bir ülkeyse kamu sektörü daha yoğun borçlanacak, gelişmekte olan bir ülkeyse, kusura bakmayın, özel sektör motoruyla daha da gelişerek güçleneceksiniz, gerekirse de borçlanarak büyüyeceksiniz. 2002 yılında bu ülkenin gayrisafi yurt içi hasılası 230 milyar dolardan bugün 720 milyar dolar seviyelerine gelmiştir. Kamunun etkin olduğu, özel sektörün oyuna sokulduğu bu dönemlerde tablo şöyledir: Bakın, bugün AB birtakım Maastricht Kriterleri koymuştur. Bunun oranlarına baktığımızda, bütçe açıklarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının yüzde 3'ü, kamu borçlarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının yüzde 60'ı geçmemesi gerekiyor. Bu ne demektir? Bu, benim ekonomik yapımın sağlam olması için kamu borçlarımın sınırlı olması, aracın ise özel sektör motorlu olması gerektiği demektir. Örneğin, AK PARTİ Hükûmetleri başa geldiğinde yüzde 74 olan kamu borçlarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı bugün yüzde 30'lara gerilemiştir. Bu kriterleri hâlâ sağlayamayan Avrupa Birliği ülkeleri vardır. Özel sektör borçlarındaki artışın ülkemizin gelişmesi ve büyümesinin bir sonucu olduğunu unutmayalım.

Artık, bankacılık başta olmak üzere birçok özel sektör alanında dünyaya tecrübeler aktarır hâle geldik. Bu özel sektör borçlarına baktığımızda bunların en önemli, en büyük payının bankacılık sektörünün borçları olduğunu görüyoruz. Bakınız, banka borçlarının dağılımına baktığımızda da 2002 yılında banka borçlarının yüzde 60'ı kısa vadeliyken 2015 yılında yüzde 39'u kısa vadeli hâle gelmiştir. Bu genel borç yapısı da... Bu şekilde uzun vadeli borç oranı kısa vadeli borç oranının altına gelmiştir. Dolayısıyla -borç ödeme yapısı da- AK PARTİ Hükûmetleriyle 2002 yılına göre kısa vadeli borç oranı daha da azalmıştır.

Peki, özel sektör borçlarımız arttı da, bugün özel kesim borçlarımızın önemli bir kısmını -biraz önce ifade ettiğim gibi- banka borçları oluşturmaktadır. Banka borçlarının bugün, 2002'den 2015'e kadar, 2016'ya kadar sendikasyon kredileri olarak hiç aksatmadan ödendiğini ve borçlanarak banka sektörünün 2002 yılından 2015 yılına kadar nasıl bir duruma geldiğini hepimiz takip ediyoruz herhâlde. Bugün, 2002 yılında bankalarımızın ne durumda olduğu, batan bankalarımız, işten çıkarılan bankacılarımız, takipteki oranlarımız... Biraz önce, o dönemlerde bakan olan sayın konuşmacı KOBİ kredilerinden, takibe düşen oranlardan ve bankacılık sektöründen bahsetti; esnafın, ticaret erbabının finansmanının bugün nasıl sıkıntılara geldiğini söylüyor. Herkesin hatırlayacağı gibi, 2002 yılında bankacılık sektörü yaklaşık 22 bankanın battığı, yüzlerce, binlerce bankacımızın işten çıkarıldığı, KOBİ kredilerimizin neredeyse finansmanının sıfırlandığı, bankacılık takip oranının yüzde 200'lerin üzerine geldiği bir bankacılık sektörünü AK PARTİ döneminde devraldık. Bugün itibarıyla, 123 bin kişi devraldığımız bankacılık sektörü istihdamında 218 bin kişiye ulaştığımız bir istihdam söz konusudur.

Değerli arkadaşlar, bankacılık sektörünün yanında, toplam, reel sektör de dâhil, özel sektör borçlarına baktığımızda şunu unutmayınız: Borçlanmak bir itibar meselesidir. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, bugün az gelişmiş ülkelerin özel sektörlerinin, hatta devlet olarak borçlanmaları mümkün değildir. Bunun en iyi örneği yanı başımızdaki Yunanistan'ın önceki yıllarda nasıl borçlanırken, bugün bırakın devleti, özel sektörünün bir kuruş borçlanamadığını, buna karşılık Türk özel sektörünün dünyanın her yerinde borçlanabilecek bir itibara sahip olduğunu unutmayınız. Nedir? Biz bankacılar olarak -ben eski bankacıyım- itibarı olan insanlara kredi veririz. Batak insanlara, batak firmalara kredi vermezsiniz; aktifi, bilançosu sağlam firmalara kredi verirsiniz. Dolayısıyla, Türkiye, günümüzde bilançosu sağlam olduğu için, itibarı yüksek olduğu için dünyada da bu borçlanmayı sağlayabiliyor ve Türkiye'nin son on dört yıldır bu gelişimini gösteren, yüzde 10'lar civarındaki büyümeyi sağlamasının önemli bir nedenidir. Bakın, toplam borcumuzun yaklaşık 172 milyarı bir yıl vadeli borçlarımız. Bunun yapısına baktığımız zaman, bu borçlarımızın yaklaşık 172 milyarı bir yıl vadeli borçlarımızdır, bunun 30 milyar dolar civarında da cari açıktan kaynaklandığını düşündüğümüzde 205 milyar dolar bir borç ödenecekmiş gibi duruyor. Belki buradan tereddüt ediyorsunuz, rahatsız oluyorsunuz ama bakın, bu, bütün bankaların mevduatlarının aynı gün çekilecekmiş gibi davranmak gibi bir psikoloji, bütün krediler aynı gün iade edilecekmiş gibi bir psikoloji. Böyle bir şey mümkün değil. Üç ihtimalle konuştuğumuz zaman bu 205 milyar doların hepsinin bu yıl yenilenmesi mümkün değil. Bunların bir kısmının yenilenebileceğini düşündüğümüzde yaklaşık bu rakam da 57,6 milyar dolar ediyor. Bunun üzerine 30 milyar dolar da cari açığı koyduğumuzda yaklaşık 90 milyar dolar civarında bir açığı finanse etmemiz gerektiği görülüyor ki nisan ayı itibarıyla bu 160 milyar dolara düştü, zaten kendi içerisinde dönüyor. Dolayısıyla, bu da uygulamada, yıllarca izlediğimiz kadarıyla zaten çok mümkün değil. Üçüncü senaryo, bu kredilerin yani 205 milyar doların hepsinin yenilenebilir olması ve vadelerinin uzatılarak devam etmesi ki bu, uygulamada çok yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bunun nedeni de siz güçlü bir ülkeyseniz, itibarlı bir ülkeyseniz insanlar kredi verecek, para verecek yerler arıyorlar. Dolayısıyla, Türkiye'ye verilen bu paraların -kısa vadeli kredileri söylüyorum- bu dönem içerisinde geri çağrılması mümkün değil. Ne kadar siyasi istikrasızlık olsa da biraz önce ifade ettiğim gibi, bunların sadece bir kısmı geri çağrılabilir ki güçlü bir Merkez Bankamız var, güçlü rezervleri var, güçlü ve itibarlı bir AK PARTİ Hükûmeti ile Türkiye var karşınızda. Dolayısıyla, bu kredilerin sadece bir kısmının "roll over" yapılması söz konusu ki bunların da Türkiye açısından hiçbir sıkıntı yaratmayacağını burada ifade ederek verilen önergenin şu an gündemi değiştirme dışında, özel sektörün kafasını karıştırma dışında ekonomiye hiçbir fayda sağlamayacağı, her şey yerli yerinde giderken Türk özel sektörü de yakaladığı ivmeyi en iyi şekilde götürecektir.

Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)