| Konu: | Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 113 |
| Tarih: | 14.07.2016 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Evet, bugün yürütülen görüşmeler çerçevesinde, Sayın Komisyon Başkanı ve Bakanla birlikte, öğle saatlerinde, bir buçuk saati aşkın, her parti sözcüsünün bulunduğu bir toplantı yaptık ve bu görüşmelerde, asgari müştereklerde sağlanmış olan bir uzlaşmadan kaynaklı, bazı maddelerdeki önergeler geri çekildi. Açık söylemek gerekirse bu uzlaşma çok içimize sinmiş veya bu yasa tasarısının önergelerini çektiğimiz bütün maddelerini kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor. Biz, bizim dışımızda sağlanmış olan bir uzlaşıyı bozmamak adına, kısmi katkı anlamında, bazı önergelerimizi geri çektik ve bu temelde de Genel Kurul görüşmelerinde bu yasa tasarısının maddeleri görüşülmeye devam ediyor ancak şunu ifade edelim ki memleketteki ekonomik sorunlar keşke bu yasa tasarısında bulunan maddelerin burada kabulünden sonra giderilmiş olsaydı. Gelin görün ki memleketteki ekonomik sorunların köklü olma düzeyi maalesef bu yasa tasarısındaki maddelerin kabulüyle giderilmeyecek kadar ayrıntılı ve derinliklidir. Gelin görün ki burada geliştirilmeye çalışılan ve "yatırım ortamının iyileştirilmesi" adı altında sermaye kesimine dönük sağlanmaya çalışılan iyileştirmeler belki de var olan sorunları gidermeyecek, bazı alanlarda sorunların daha fazla katmerleşmesi sonucunu doğuracaktır.
Baştan ifade edelim ki Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca hiçbir zaman vergi sistemi adaletli olmamıştır. Gerek gelir vergisi gerekse gider vergisi yoksullar ile zenginler arasındaki, sermaye ile emekçiler arasındaki çelişkinin bugüne kadar sürdürülegeldiği bir gerçekliğe sahiptir. Zaten var olan vergi sistemindeki adaletsizliği bu yasa tasarısının gidermesi bir yana, maalesef emekçi ile sermaye arasındaki çelişkinin daha fazla derinleşmesine, aralarındaki makasın daha fazla açılması sonucuna hizmet edecektir. Sermaye sahiplerinin vergi yükünün bu denli zaten düşük olduğu ve bunların nedenlerinin başında ise sadece zenginlerin faydalandığı vergi kaçırma imkânı, vergi afları, vergi uzlaşmaları ve yaygın muafiyetler, istisnalar, vergi indirimleri ve ertelemeleri zaten var olan sorunların başında gelmektedir. Bu vergi muafiyetlerinden faydalanan sermaye sahipleri iktidarın da arkalarında hissettikleri desteğiyle hem daha mutlular hem de emekçiler üzerindeki baskı araçlarını daha fazla derinleştirme konusunda büyük bir rahatlık sağlamış olacaklardır.
Burada özellikle uluslararası finans kurumlarının ve uluslararası bazı birliklerin verilerini daha önce buradan paylaşmıştık. Tekrar ifade edeyim ki OECD verilerine göre Türkiye, 36 ülke arasında, çok uzun saatler çalışan emekçilerin en uzun süreli çalıştığı ülkeler arasında 1'inci sırada yer almaktadır. Bu nedenledir ki Türkiye'deki emekçilerin meslek hastalıkları her geçen gün daha fazla artmaktadır. Yine, ITUC Küresel İşçi Hakları Endeksi'ne göre Türkiye, işçiler için dünyanın en kötü 10 ülkesi arasında yer almaktadır. Bu, hem çalışma saatleri açısından böyledir hem de çalışanların çalışma koşulları ve yakalandıkları meslek hastalıkları açısından da aynıdır. Burada sermayenin zenginliğinin giderek arttığı, yoksul halkın ise yoksulluğunun katmerleştiği bir gerçeklikle karşı karşıya iken, bizim aslında görevimiz, toplumun çok büyük bir bölümünü oluşturan ve yoksul halkı korumak değil midir? Yine, maalesef, çıkardığımız ve çıkarmaya devam ettiğimiz son dönemlerdeki yasalar, toplumu değil sermayeyi korumayı amaçlayan bir içeriğe sahiptir.
Değerli milletvekilleri, bakın, özellikle uluslararası ilişkilerde yaşamış olduğumuz bazı komşularımızla olan problemlerimizde birçok hatip burada özellikle turizm sektörünün problemlerine dikkat çektiler, turizm sektörünün durumunun kötüye gittiğini ifade ettiler ama hiç kimse halkın yüzde kaçının tatile gidebilme olanaklarının azaldığını ifade etmiyor. Burada biz turizmin sorunlarını tartışırken bile bir işveren olarak turizmcinin, turizm yatırımcısının, turizm işletmecisinin sorunlarına dikkat çekiyoruz ama yoksul halkın tatil yapabilme olanaklarını nasıl artırabileceğimize dair kafa yorma sürecimiz çok daha sınırlıdır. Evet, bunlar birbirini besleyen süreçlerdir ama bizim, turizm işletmecisinin olanaklarını ve iş yapabilme kapasitesini artırma çabası içerisine girerken, bu konudaki çabalarımızı, temennilerimizi arttırırken bir yandan da yoksul halk yığınlarının tatil yapabilme olanaklarını arttırabilmek için acaba ne yapıyoruz? Bunu, parti ayrımı yapmaksızın bütün milletvekillerine ve Parlamentonun temel sorumluluğu olarak halkımızın dikkatine sunuyoruz.
Evet, bir krizin yaşandığını bugün ve dünkü konuşmalarda da birçok hatip ifade etti. Evet, kriz aşılırken nedense hep sermayeyi koruma refleksiyle yapılmış düzenlemeler üzerinden aşılma çabaları içerisine giriliyor ama halkı kriz anında yaşananlardan daha iyi bir sisteme entegre edebilmenin koşullarını tartışmıyoruz. Yine, sadece belli bir tabakayı kriz anında daha fazla nasıl mutlu edebilirizin veya o krizden en az olumsuz nasıl etkilenebilir pozisyonda tutabilirizin çabalarını sergiliyoruz. Oysa, krizden kurtulmanın doğru seçeneğinin, kendi ülkemizdeki doğal kaynakları, yer altı-yer üstü zenginlik kaynaklarını daha doğru, daha efektif kullanabilmenin koşullarını yaratabilmekle sağlanacağını unutmamalıyız. Bu ülkenin tarım olanaklarını, potansiyelini, hayvancılık potansiyelini, yer altı-yer üstü zenginlik kaynaklarını üretime dayalı sanayide nasıl daha işler hâle getirebiliriz gibi bir çabamızın olmadığını, bizatihi kendimi de işin içine katarak ifade etmek isterim.
Yine, burada, evet, bu düzenlemeler palyatif düzenlemelerdir. Bu düzenlemeler, ekonomik rahatlamayı sağlamaktan ziyade, bataklığı kurutmaktan ziyade, maalesef, bataklık içerisinde gezen bir iki sineği öldürme çabasından başka bir şey değildir. Gerek sermaye açısından gerek emekçi açısından, bir bütün olarak bu ülkeyi oluşturan bütün insanlar açısından en temel probleminden, güvenlikçi politikalar üzerinden, bir savaş ekonomisinden ülkeyi kurtarabilmenin çabasını açığa çıkarabilmeliyiz biz. Çünkü -tümü üzerinde konuşurken de ifade etmiştim- bir ülkedeki güvenlikçi politikalar üzerinden güvenliğe ayrılan paylar ve çatışmalı ortamda istikrarın bozulmasından sonra açığa çıkmış olan koşulların bir kara delik gibi olduğunu söyledik. O kara delik, düşünün ki iktisadi olarak her şeyi yutuyor; insani, ahlaki, vicdani bütün değer yargılarınızın daha fazla yıpranması sonucunu beraberinde getiriyor.
Biz, bu ülkenin savaş ekonomisinden bir an önce barış iklimine, barış atmosferine dönüşünü sağlayabilmeliyiz. Bu, ekonomide, sosyal yaşamda, siyasal yaşamda, sanatsal yaşamda hoşgörüyü, barışı, kardeşliği, eşitliği ve her bir vatandaşın ülkeye dönük aidiyet ve sahiplenme duygusunu daha fazla güçlendirecektir. Bütün bunlar temel sorunlar olarak orta yerde dururken biz bunu aşma çabaları yerine hâlâ palyatif çözümlerle, işverenin sigorta veya vergi yükleri üzerinden bazı kısmi iyileştirmelerle temel sorunlarımızı aşacağımız yanılgısı içerisinde bulunuyoruz.
Bu temelde, dünyada hiçbir çatışmalı ortam ve süreç yoktur ki en nihayetinde barışla sonuçlanmasın. Buradan bakıldığında, Türkiye'de son bir yılda kötülükleri sıradanlaştıran, her birimizdeki iyi niyet duygularını körelten, her birimizdeki hoşgörü ve kardeşlik duygularına zarar veren, var olan problemlerimizin daha fazla katmerleşmesine hizmet eden savaşın er geç bir masada diyalog ve müzakere yoluyla çözüleceği gün gibi ortadayken, bizim hâlâ bu çatışma kültüründe ısrar eden ve onu besleyen bir süreçle kendimizi oyalıyor olmamız 80 milyon insana karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirmeyişimiz anlamına geliyor.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)