| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hukukuna Göre Kurulmuş Olan Üniversitelerin Karşılıklı Tanınmasına Dair Milletlerarası Anlaşmaya Ek Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 115 |
| Tarih: | 19.07.2016 |
HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle bu çatı altında bu kürsüden -belki daha önceki yasama dönemlerinde de defaatle olmuştur ama- güvenlik bürokrasisinin sivil denetiminden, parlamenter denetiminden söz ettiğimizde ön yargıyla, kafalarımızdaki şablonlarla dinlemeyip daha ilkesel, daha evrensel çerçevede söylediklerimizi dikkate alsaydınız belki bu yaşadığımız sürecin bu kadar ağır bedeli, bu kadar ağır faturası olmazdı.
Böyle bir girişi ne kimseyi kınamak için ne "Şu parti haklıydı, bu parti haksızdı." polemiğine girmek için sarf etmiyoruz. Sonuçta darbelerin hiçbir parti açısından kazananı olmaz.
"Parlamento" kelimesi, hepiniz gayet iyi biliyorsunuz ki "parler" kelimesiyle yani "konuşma"yla aynı kökten gelir. Sorunlarını konuşacak bir çatı olmaktan burayı çıkardığınızda, buranın elbette mermilerle, toplarla vurulması kadar işlevsizleştirilmesi, yapması gereken denetim görevini yapmaması da kendisine dert edinilmeye değer bir durumdur.
Değerli arkadaşlar, bir darbeyle yüzleşmeden, darbelerle yüzleşmeden aslında yeni darbeleri önlemek de çok kolay ve mümkün değildir. Ama bu yüzleşmeyi gerçekleştirmek için önce yanılmış olma ihtimalimizi, eksik okuma ihtimalini kendimize yedirebilmemiz gerekiyor yani "Biz bir yeri görememişiz.", "Bir şeyi fark edememişiz.", "Bir şeyi okuyamamışız." deme erdemliliğini öncelikle göstermemiz gerekiyor.
Şimdi, bir taraftan "çete" ifadesi kullanıyoruz ama öbür taraftan neredeyse kurmayların üçte 1'i tutuklanıyor. E, şimdi, ya bu tutuklamalar, bu görevden almalar abartılı ya "çete" tarifi çok gerçekçi, çok inandırıcı bir tarif değil. Sadece saat dörtte öğrenildiği iddia edilen bir darbenin üzerinden geçen saatlere rağmen, Cumhurbaşkanının bile aynı mekânda kalıyor olması, Parlamentonun öğrenildikten beş altı saat sonra vurulmasının engellenemiyor olması ayrı bir tartışma konusu. Bugünün sıcaklığında, bugünün tartışma ortamında bunları açmak niyetinde değiliz ama galiba durumun daha vahim tarafı şu: Darbe olsaydı darbeciler bizim neyi tartışmamızı isterdi ve şimdi biz neyi tartışıyoruz? Türkiye kamuoyu idamı tartışıyor. Tam da darbeciler zaten darbe yaptıktan sonra idamın tartışılmasını isterler. İdamı kim, kimin için veriyor, kimi cezalandırıyor? Darbe meselesi darbeyi başarıyla bitiren, darbede kaybeden meselesi değildir ki; darbe meselesinin panzehri, alternatifi demokrasidir, hukuk devletidir, insan haklarıdır. Darbeyi başarısız kılmanın ve bundan sonra bir daha kimse tarafından darbeye tevessül edilmemesinin tek teminatı da demokrasiyi bütün kurumlarıyla hayata geçirecek bir tavrı, bir kararlılığı hem hukuki zeminde, yasal mevzuat zemininde hem de pratikte hayata geçirmektir.
Değerli arkadaşlar, "Darbeden daha kötüsü nedir?" sorusu galiba bugün kimsenin cevaplama konusunda istekli davranmayacağı bir soru ama ben bütün netliğiyle söyleyeyim: Darbeden daha kötüsü vardır ve darbeden daha kötüsü iç savaştır. Elbette darbeciler başarılı olduklarında da çok ağır bedeller ödetirler halka ama iç savaş darbeyle kıyaslanmayacak kadar büyük felaketleri getirir. Şu anda yapılan bazı işler tam da darbecilerin yapılmasını istediği işlerle çok benzeşiyor. Ben bir tanesini söyleyeceğim. Diyanet İşleri Başkanlığının hayatını kaybeden -tırnak içinde söylüyorum- darbecilerin selalarının verilmeyeceği, defin hizmetlerinin yapılmayacağı, cenazelerinin yıkanmayacağıyla ilgili kararını bence yeniden, bir daha düşünün, bir daha değerlendirin.
Değerli arkadaşlar, cenaze hizmeti ölenle ilgili değildir, cenaze hizmeti kalanlarla ilgilidir. Kim olduğunu değil, onun toplumsal zeminde toplumsal barış iklimine vereceği zararı düşünmek zorundasınız. Yoksa, dinî açıdan kimin cenaze namazı kılınır, kimin kılınmaz tartışmasıyla eğer bakıyorsanız başka vakalar da var, başka şeyler de var sayılabilecek ama hepimiz biliyoruz ki bunu hiçbir yerde din görevlileri o perspektifle ele almazlar. Örneğin, intihar edenin cenaze namazı kılınmaz dinî açıdan ama asla camilerimizde böyle bir şey olmaz çünkü o, aileyi rencide etmektir. Dolayısıyla da...
İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) - Kılınır, intihar edenin cenaze namazı kılınır, bâgîlerin cenaze namazı kılınmaz.
AYHAN BİLGEN (Devamla) - O da tabii, ayrı bir tartışma ama ben fıkıh tartışması için açmadım bunu, başka bir şey için söylüyorum.
İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) - Tartışıyorsan her yönüyle tartışacaksın!
AYHAN BİLGEN (Devamla) - Bakın, eğer siz toplumda kırılma doğuracak işler yapmaya devam ederseniz, toplumsal barışı tehdit edecek şeyler yapmaya kalkarsanız, değerli arkadaşlar, şu anda içinde bulunduğumuz kaosu önlemek bir yana, bunu durduracak bir aklı, bir sağduyuyu, bir ortaklaşmayı egemen kılmak bir yana, tam tersine, toplumda daha büyük kırılmaları, daha büyük çatışmaları -altını çizerek ifade ediyorum- Türkiye'yi iç savaşa sürükleyecek bir büyük felaketi kendi ellerimizle hazırlamış oluruz. Umut ederim ki insan hakları ihlalleri ve demokratik duyarlılık konusunda bu Meclis üzerine düşeni yapabilsin ve bugünden daha kötü, bugünleri arayacağımız bir atmosfere bu ülke sürüklenmek zorunda kalmasın.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)