| Konu: | Uluslararası İşgücü Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 119 |
| Tarih: | 27.07.2016 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9'uncu madde, biraz önceki hatibin de çok net ifade ettiği gibi, çalışma izni başvurusunun reddiyle ilgili bir yeni çerçeve ortaya çıkarıyor. Biz elbette ki iki ucunu netleştirerek yeni bir denge ihtiyacı duyuyor olabiliriz. Bu iki uçtan birisi küresel sermayenin yaşadığı kriz ve Türkiye'nin bu konuda takınacağı tavır, beklentileri. İkinci ucu ise galiba yabancı düşmanlığı yapmamak, çalışma hakkına evrensel bakmak, emeğin korunmasını bir biçimde gözeten bir dengeyi, özellikle toplumsal yararı esas alarak, eksen alarak ortaya koyabilmektir.
Bu yasal düzenlemenin, bu yeni düzenlemenin motivasyon nedeni nedir? Yani, Türkiye'de nitelikli iş gücü eksiği var, bunu tamamlamaya dönük, bunu gidermeye dönük bir esneme mi ihtiyacımız yoksa özellikle yabancı sermayenin Türkiye'ye girişi konusunda birtakım engelleri, zorlukları aşmak ve onlara kolaylaştırıcı bir zemin sunmak mı? Elbette biliyoruz ki Türkiye ekonomisinin -biraz daha genelleştirelim- Türkiye gibi ekonomilerin Aşil topuğu sıcak para girişidir yani finans ihtiyacının özellikle cazip koşullar oluşturularak teşvik edilmesidir. Bunu yaparken emeği ne kadar ve nasıl gözeteceğiz, ne kadar koruyacağız, ne kadar bu anlamda Türkiye'deki ihtiyacı dikkate alarak hareket edeceğiz? Galiba ayrıştığımız yer tam burası. Eğer iş gücünü maliyetin unsurlarından birisi olarak görüyorsak ve sermayenin daha çok kazanması için ve dolayısıyla bir yerde yatırım yapması için, bir yerde istihdam yapması için kârını artırmasının yolunu başka maliyetler dolayısıyla emek maliyetini düşürmekte görüyorsak yani ucuz iş gücünde görüyorsak, emeğin rekabette daha nesnelleştirilerek ele alınmasını yani bir özne olarak, bir değer olarak görülmemesini esas alıyorsak evet, bu yasanın mantığı son derece anlaşılabilir, ikna edilebilir bir anlam ifade ediyor. Fakat, eğer siz hayata daha sermaye merkezli, daha kapitalist kalkınma mantığıyla değil de insan merkezli, alın teri, emek, değerler, toplumsal fayda merkezli bakıyorsanız birtakım fren mekanizmalarını gözetmek zorundasınız. Dünyanın gerçekten parmakla gösterilen kalkınma hamlesi gerçekleştirmiş ülkelerine baktığınızda, özellikle de İkinci Dünya Savaşı'nda yerle bir olup ama şimdi dünyada galiba en çok rekabet edebilen ama çalışma koşulları da daha insani ülkelere baktığınızda şunu çok net görüyorsunuz: Ortada bir model var. Yani, bir Japon kalkınma modelinden söz ediliyor, bir Alman kalkınma modelinden söz ediliyor. Diğer uç kalkınma modellerini bir tarafa bırakıyorum yani daha devletçi ya da daha ultra liberal modelleri bir tarafa bırakıyorum. Bizim böyle bir modelimiz var mı? Öncelikle bir modelin olması için galiba kendi içinde tutarlı ve mümkün olduğu kadar az popülist, gerçekçi, uygulanabilir bir bakış açısının olması gerekiyor.
Şimdi, biz bir taraftan burada küresel sermayeyi teşvik etmek için onlara cazip gelecek düzenlemeler, kolaylaştırıcı düzenlemeler yapıyoruz ama öbür taraftan -dün gece de izledik, birkaç gündür izliyoruz, bugün akşam da muhtemelen televizyona birtakım siyasi temsilciler çıkacaklar- Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini, uluslararası taahhütlerini, sözleşmelerini her an askıya almaya hazır bir meydan okuma psikolojisiyle karşı karşıyayız yani "Avrupa Konseyinden çıkabiliriz, hiçbir önemi yok." diyen bir söylemle karşı karşıyayız ya da başka birtakım ilişkilerden. "Kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların bizim açımızdan hiçbir önemi yok, dikkate almayız." Şimdi, siz eğer siyaseten bu kadar öngörülemez, bu kadar yarına dair tutumu, tavrı kestirilemez bir ülke performansı sergiliyorsanız, bunu siyaset diline taşıyorsanız o zaman yani böyle düzenlemelerle falan sermayeyi buraya çekmeyi başaramayız.
Değerli arkadaşlar, galiba siyasetin önündeki en büyük risk, en büyük tehlike bu popülist yaklaşımlarla yani iç kamuoyunu ikna ile gerçekçi olmak ve sorumlu davranmak arasındaki doğru noktayı yakalamaktan geçiyor.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)