| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 128 |
| Tarih: | 19.08.2016 |
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bir yasama döneminin daha sonuna inşallah geleceğiz, sabah beşi geçen çalışmanın sonunda bazı anlaşmalarla, bazı çalışmalarla bugünü tamamlayacağız ama bu dış politika konusunda geçmişten bugüne yaşadıklarımız, maalesef bugün geldiğimiz noktada önemli katkıları olan olaylardır. Bu vesileyle, bu grup önerisi vesilesiyle dış politikaya ilişkin bazı görüşlerimizi sizlerle paylaşmak için söz aldım.
Öncelikle, Yenikapı süreciyle başlayan bir yumuşama, siyasi üsluptaki yumuşama çerçevesinde hafta içerisinde Sayın Çavuşoğlu ve Sayın Elitaş'ın grubumuza bu kapsamda yapmış olduğu bilgilendirmeden dolayı teşekkür ediyoruz. Tabii, birtakım konularda görüş alışverişinde bulunma şansımız oldu ama bunun sadece bugünkü iklimle giderilmesi mümkün değil, geçmişten bugüne gelen bazı sorunlar var. Maalesef, sırf "sorun" diye diye biz böyle sizlere anlatamadık. Siz "sıfır sorun" dediniz ama o sıfır sorun bize "sırf sorun" hâline geldi. Bütün komşularımızla şu anda sorunlu olmamızı da tartışmamız lazım.
Bugün gelinen noktada, bazı yanlışların görülüyor olması, yaptığımız bazı uyarıların haklı çıkmış olması bizi çok sevindirmiyor çünkü dış politika millî olması gereken, bütün çıkarların üzerinde olması gereken, siyasetin üstünde olması gereken bir politika tarzıdır. Maalesef, şahsa bağlı hâle gelince zikzaklar, bazı aşırılıklar, ifrat tefrit meselesi fazla oluyor. Bunu şahsa bağlı olmaktan çıkartmak gerekiyor. Hatta ve hatta, devlet politikası olarak, geçtiğimiz haftalarda yapmış olduğumuz parlamenter diplomasinin de biraz daha geniş şekilde ele alınması gerektiğini, darbe teşebbüsü sonrasında bütün partilerden arkadaşlarımızın katılımıyla yapmış olduğumuz ziyaretlerde görmüş olduk. Ben de şahsen, Londra'ya giden heyetin içerisindeydim ve muhalefet partilerinin o diplomasi içerisinde yer alması, ülkemizin olaylarla ilgili inanılırlığını, bu konulardaki güvenilirliğini artıran, saygınlığını artıran bir tutum oldu. Bu bilgilendirmelerin ve parlamenter diplomasi örneğinin devam ettirilmesi gerektiğini yetkili arkadaşlarla da paylaşmış olduk. İnşallah bu devam eder, bu anlayış devam eder ve ülkemiz açısından şahsa bağlı değil, çıkarlarımıza bağlı, millî çıkarlarımıza bağlı dış politika uygulanır. Eğer onu yaparsak o zaman Libya'da düştüğümüz hataya düşmeyiz; eğer böyle yaparsak, şahsa bağlı değil, devletten devlete politika uygular, konjonktürel politika uygulamazsak Suriye'de düştüğümüz hataya düşmeyiz, Rusya'yla düştüğümüz hataya düşmeyiz, İsrail'le düştüğümüz hataya düşmeyiz.
Onun için, değerli arkadaşlar, burada, başlarken bu aşırılıklara dikkat çekmemizin nedeni, bundan sonraki süreçte en azından bu önerilerimizin dikkate alınması içindir. Henüz hiçbir şey belli olmadan Sayın Erdoğan çıkıp derse ki: "NATO'nun Libya'da ne işi var?" arkasından da bir hafta geçmeden eğer gemileri gönderirsek sonra orada saygınlığımız kalmaz. Başlarken de yine Suriye'yle belli ilişkilerimizin olması gerekiyordu ama orada kalkıp ortak kabine toplantıları, "kardeşim Esad"lar, aile içi gidiş gelişler sonrasında da aşırı tepkileri doğuruyor. Yani bazı gevşemeler olduğu zaman da maalesef bunları kapatmak mümkün olmuyor. Bugün geldiğimiz nokta bu.
Biz bu konuda çok erken zamanda uyarımızı yapmış idik. 2012 yılında Sayın Bahçeli orada bir güvenlikli bölge oluşturulması gerektiğini ve sınırın öbür tarafında oluşturulması gerektiğini, uluslararası camiayla iş birliği içerisinde bu sorunun hem maddi hem insanı boyutunun çözülmesi gerektiğini söylemişti. Bugün maalesef, sadece siyasi değil, hem ekonomik hem toplumsal, sosyolojik etkileri olan çok boyutlu bir sorun hâline geldi.
Aynı zamanda Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde de kilit bir noktaya geldi Suriye meselesi. Maalesef o anlaşmanın da sonuçlarına şu anda uyulmuyor. "Hani ekim ayında gelecektik. Sayın Davutoğlu hızlandırdı. Ne gerek var. Hazirana yetişir mi?" derken şimdi "Herkes yoluna." denmeye başlandı. Ben bir kere buradaki çok başlılığı doğru bulmuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı devletin başıdır ama dış politikayı uygulayan birimlerin başta Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlar olması gerekir. Dolayısıyla, her kafadan ayrı bir ses çıkınca, gölge dışişleri bakanı gibi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin her konuda acilen açıklama yapması, sonrasında da birtakım şeyleri toparlamada sorun hâline geliyor değerli arkadaşlar. Kurumsal anlamda dış politika yürüteceksek bu kurumsal hafızayı, kapasiteyi değerlendirmek zorundayız. Yine yanlış yapıyoruz, yine şahsa bağlı bazı şeyler gidiyor.
Bizim yol yakınken önermemiz lazım. Önce "kardeşim Esad" sonra "düşman Esed" olmaz, ikisi de yanlış. Bizim aynı şeyi... Mısır'da hâlâ devam eden sorunlar var, doğrudan taraf olduğunuz zaman Mısır devletiyle sorunlu hâle geliyorsunuz, o zaman da geri dönüşü zor oluyor. Yani ne Mursi'yle canciğer kuzu sarması olmak gerekiyor ne Müslüman Kardeşler'le kalkıp kurumsal ilişki kurup ondan sonra da geri dönüp düşman olmak doğru değil. Eleştirimizi yapacağız, Türkiye olarak tavrımızı koyacağız. Dünya barışına katkıda bulunacak şekilde bir bölgesel güç olarak gerekli çıkarımızı savunarak oralarda denge olacağız ve uzlaştırıcı olacağız. Ama bunu yaparken ifrat tefrit meselesi olduğu zaman da geri dönüşümüz de zor oluyor. İşte, Rusya'yla yaşadıklarımız, şimdi yeniden hem Rusya'yla hem İsrail'le belli bir noktaya gelelim diye görüşmeler başladı. Rusya'da 2 liderin görüşmesiyle bir normalleşme süreci başladı. Bundan en muzdarip şehir olan Antalya'nın milletvekili olarak bu gelişmeden memnunuz ama niye oraya geldiğimizi de konuşmazsak tekrar oraya yine düşeriz. Oraya gelirken hangi hatayı yaptık, bunları doğru değerlendirmemiz lazım. Dolayısıyla, bu şekliyle hızlı bir şekilde tepki verildiği zaman bunu önlemek ister eylem olarak ister söylem olarak mümkün olmuyor. O nedenle şahsa bağlı dış politikadan vazgeçip kurumsal olarak bu işi sürdürmemiz gerekiyor.
Öbür taraftan, şimdi, yine, bugün fırsat olursa İsrail'le ilgili anlaşma da geldi. Arkadaşlarımız bilgi verdiler ama gördüğümüz kadarıyla anlaşma sadece tazminat unsurunu içeriyor. Orada özür meselesi vardı ki özür dilendiği söyleniyor, Hükûmet "Bir şekilde onu hallettim." diyor ama anlaşmada sadece tazminattan başka bir şey yok ki o da tazminat değil. Dün Sayın İhsanoğlu'nun tabiriyle -Komisyondaki görüşme tutanaklarına baktım, arkadaşlar ne konuşmuş Dışişleri Komisyonunda diye- o çok dilli de olduğu için değişik dillerdeki anlamını da ifade etmiş; lütuf yani orada da zaten "ex gratia" yazmışlar, Türkçe yazılmamış şeyde yani bir lütufta bulunuyor. Şimdi, tazminat hukuki olarak ayrı bir şey yani bir zararın tazmini, eğer lütuf derseniz zarar değil, karşılıklı barışmanın, görüşmenin bir lütfu olarak karşımıza geliyor.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Anlaşmanın başlığı...
MEHMET GÜNAL (Devamla) - Yani şimdi, böyle anlaşma... Tabii ki buraya keşke düşmesek, bunlar hiç olmasaydı, onu söylüyoruz ama baştan buna geldiğimiz zaman, karşılığında "..."(x) yaptığınız zaman böyle sonuçları oluyor. O zaman da onu öyle yapmamak lazım, şimdi de böyle yapmamak lazım. İşin şey boyutunu tartışmak istemiyorum, siyasete girersek Mavi Marmara'yı konuşuruz, kimlerin gittiğini, kimlerin gitmediğini, o gün gidenlerin şimdi hangi konumda olduğunu konuşursak o işin biraz çivisini çıkarır. Bizim derdimiz o değil, bizim derdimiz bundan sonra bölgesel bir güç olacak, 2023 lider ülke vizyonuna uygun olarak bölgesinde bir güç olabilecek Türkiye'yi hem ekonomik olarak hem siyasi olarak hem dış politika alanında inşa etmek. Onun için de şahsa bağlı dış politikadan vazgeçmemiz gerekiyor. Aynı şeyi ABD'yle ilişkilerde, AB'yle ilişkilerde görüyoruz. İki şey karşılıklı olarak bir atışma içerisine girdiği zaman bunun zararını Türkiye Cumhuriyeti devleti çekiyor.
Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman millî bir dış politika ama çok yönlü, komşularıyla iyi geçinen ama bölgesel güç olarak, uluslararası kuruluşlarda denge gücü olarak bütün bu ülkelere, önce başta Türk devletleri olmak üzere, sonra İslam ülkelerine, sonra bütün bu coğrafyaya ve dünyaya bir Türk-İslam medeniyetini yeniden ihya ederek dünya barışına katkıda bulunacak bir dış politika istiyoruz. Onun için de bu kurumları işletelim, şahsa bağlı olmaktan çıksın ve bu vesileyle de haklarımızı koruyalım, yanı başımızda, Suriye'de olup bitenlere, kırmızı çizgi tavırlarına, bir anda silinmesine seyirci kalmayalım.
Türkmenlerle ilgili yaptığımız şeyler de sözde kalmasın. Bu aralar çok daha fazla muzdarip olduklarını, oradaki nüfus birimlerinin yakıldığını, kayıtların yakıldığını görüyoruz. Kerkük'e, Musul'a dönmesin diyorum; bu kapsamda millî bir dış politikayı uygulayabilmek dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)