GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:128
Tarih:19.08.2016

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Evet, açıkçası, herhâlde Türkiye'nin çok fazla tanımadığı veya Türkiye'de belli bir siyasi bölümün, akımın tanımakta zorlandığı Aslı Erdoğan dünyaca tanınan bir yazar. Türk dilinin, Türk kültürünün, Türk edebiyatının Türk söylencesini dünyaya tanıtmış ve eserleri -9 kitabı 15 dile çevrilmiş- dünyanın çok farklı ülkelerinde okunan, ulusal ve uluslararası ödülü haiz görülmüş eserler. Maalesef, günü geçirdiğimiz için dün itibarıyla tutuklanmış olan Aslı Erdoğan'ın gayrihukuki bir kararla tutuklandığına olan inancımla bu kararı kabul etmekte zorlandığımı, bu kararın olsa olsa sadece bu ülkeyi uluslararası platformda zorda bırakmanın, mahcup etmenin ötesinde hiçbir işlevinin olmayacağını ifade etmek isterim.

Bir diğer husus, özellikle Mavi Marmara sonrası tartışılagelen ve problemli olan İsrail'le ilişkilerin düzeltilmeye çalışılmasına -içtenlikle söylüyorum- hiçbir itirazım yok. Şüphesiz, geçmişte sorun yaşanmış bir ülkeyle ilişkilerin düzeltilmesinden daha doğal bir şey olamaz, bunu içtenlikle söylüyorum. Ancak, sorun yaşanmış bir ülkeyle yeni ilişkilerin tesis edilmesi, bu ilişkilerde iyi niyetin ön plana çıkarılması ve bundan sonraki süreçte, özellikle bu ülkeler arasındaki halkların kardeşlik ve dostluk duygularını güçlendirecek adımların atılmasında da beis yok.

Ancak gelin, görün ki bu yakınlaşma birkaç açıdan ilkesel tutum içermeli. Bunlardan birincisi: Tavizler arasında yani ülkeler geriye dönük sorunu unutup yeni bir adım atarken tavizler arasında bir orantı olmalı. Her iki devlet geriye dönük sorunlu sayfayı kapatıp sorunsuz bir sayfa açarken karşılıklı tavizler verirler ve bu tavizler arasında da bir orantının olması lazım, topuzun ucunun bir ülkenin lehine, bir diğer ülkenin aleyhine kaçmaması lazım.

İkinci bir husus, özellikle sorunun yaşandığı dönemde her an için, yarın bir gün yeniden dostluk köprülerinin kurulacağı ve barışılacağı üzerine bir ihtimal göz önünde bulundurularak ülkelerin ve o ülkeyi oluşturan insanların yarınının ipotek altına alınmaması lazım.

Mavi Marmara'dan bugüne kadar Türkiye'nin, özellikle de devlet ve Hükûmet yetkililerinin söylemiş olduğu söylemler bugünkü anlaşmaya bir meşruiyet gölgesi düşürüyor. Mesele, bugün İsrail'le geriye dönük sorunun giderilmesi meselesi değil, özellikle Mavi Marmara'dan bugüne kadarki altı yıllık süre içerisinde, bugünkü bu anlaşmanın üzerine meşruiyet gölgesi düşüren ve de bugünü biraz da bağlayan, ipotek altına alan söylemlerin çokça ortada dolaşmış olmasıdır.

Bir diğer husus da şüphesiz uluslararasında, devletler arasında bir sözleşme imzalanırken, her iki devletin de iç kamuoyunda vicdanını rahatsız etmemelidir. Eğer bugünkü sözleşmeden Türkiye'yi oluşturan insanların vicdanı İsrail'i oluşturan insanlar kadar rahat değilse burada da bir orantısızlığın olduğunu söylemek durumundayız.

Yine, İsrail'le yıllardır, on yıllardır bu ülke içerisinde, mevcut siyasi iktidar döneminden çok önce başlamış olan bir İsrail karşıtlığı, bir antisemitizm algısı özellikle bir yanda dururken bu antisemitizmin şaha kaldırıldığı dönemlerde diğer yandan da en büyük silah ticaretlerinin ve askerî antlaşmaların yapıldığını çok iyi biliyoruz ki benden önce de partimiz adına konuşan arkadaşlarımız bunu sıklıkla ifade ettiler.

Bir diğer husus, Mavi Marmara sonrasında -çokça değinildiği için ifade etmeyeceğim- söz konusu metinde şimdiye kadar Türkiye'nin barışmanın koşulunu 3 maddeye indirgediği, özellikle bu 3 şarttan 2'sinin hiçbir şekilde bu sözleşmeyle yerine getirilmediğini belirtmek isterim. En önemli şartlar özür ve tazminattır; özür yoktur, üzüntü beyan etme vardır. Yani, İsrail devleti Türkiye'den bir özür dilememiştir. Geriye dönük de Başbakanın, Cumhurbaşkanının, Hükûmet yetkililerinin özrü bir şart olarak öne sürmüş olması anlamsızdı. Ya değilse, üzüntü mü... Mavi Marmara'da öldürülen 9 yurttaşımız için Nepal'deki, Papua Yeni Gine'deki vicdanlı bir insan da üzülebilir. Üzüntü beyan etmek için illa da bunları öldürmüş olma, bu insanlarımızın kanına elinin bulaşmış olmasına gerek yok. Üzüntü ifade etmek için İsrail devlet yetkilisi olmaya da gerek yok. Dünyanın herhangi bir yurttaşı Amerika'da da, Uzak Doğu'da da üzüntü belirtebilir.

Bir diğeriyse, yine ortada bir tazminat yoktur. Hani söylemim çok ağır kaçmasın ama sanki lütuf veriyormuşçasına "Alın bu parayı, ne yapıyorsanız yapın, düşün yakamızdan." gibi bir edayla açığa çıkmış olması ve uluslararası düzlemde bu şekilde tartışılmış olmasını da kabul etmek zordur.

Bakın, özellikle bu ülkenin farklı bölgelerinde, daha çok da Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da aileler arasında açığa çıkmış kavgalarda kan akarsa orada bile tazminat anlamına gelebilecek kan parası bir düzeyle verilir. Araya giren ara bulucuların belirlediği etik değer yargılarına her iki tarafın uyması, kabul etmesi lazım. Burada araya giren kimse yok, yapılan sözleşmenin topuzu İsrail lehine kaçırılmış durumdadır, ya değilse bizim böyle bir sözleşmeye hiçbirimizin itiraz etmesi... İsrail'le var olan, aslında İsrail değil dünyanın herhangi bir ülkesiyle var olan geriye dönük sorunlarımızı gidermeden daha doğal bir şey olamaz.

Bir diğer husus da özellikle Orta Doğu'da Kürt fobisi üzerinden gelişmiş olan dış politikanın bir istikrarı, bir geleceği, ülkeyi aydınlık yarınlarına taşıyabilmek anlamında bir içeriği, bir müktesebatı yoktur. Suriye'de, Mısır'da, Orta Doğu'da, Irak'ta, İran'da ilişkilenimlerin hep Kürt karşıtlığı üzerinden geliştiriliyor olması ülkedeki Türkiye'yi oluşturan insanların büyük bir bölümünün vicdanlarını yaralamaktadır. Örneğin, şimdiye kadar Suriye ile Mısır politikalarında daha çok Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ekseninde yürüyen bir ittifak yeni gelişen Suriye ve İran ittifakından sonra nasıl seyredecektir? İran'la, Rusya'yla yeni ilişkilerin kurulmuş olması, özellikle de İran ve Suriye'yle kurulmuş olan yeni ilişkilerin biraz Suriye politikası üzerinden şekillenmiş olması bugüne kadar, yıllardır Körfez ülkeleriyle ittifak hâlinde olan durumumuza acaba nasıl yansıyacaktır? Öyle sanıyorum ki, Suriye ve Mısır üzerinden Körfez ülkeleriyle kurulmuş olan ilişkiler zedelenecek ve bu müttefik ilişkilerin yarına taşınabilmesi oldukça zordur.

Son olarak, bir AKP'li hatip ifade ettiği için söyleyerek sözlerimi tamamlamak istiyorum, dedi ki: "Ben, Filistin'e gittiğimde insanın kendi topraklarında ve şehirlerinde kendisini tutsak hissetmesi..." Acaba bu ülkede son bir yılda yaşanan, kanın aktığı, ölümlerin kutsandığı bu süreçte ülkenin bir bölümünde insanların kendilerini kendi şehirlerinde tutsak hissettikleri hususunda ne kadar haber sahibiyiz? Bugün, Şırnak hâlâ iskâna kapalı. Bugün, hâlâ Nusaybin'in yüzde 60'ının aynen o Gazze Şeridi'ndeki gibi tel örgülerle çevrili olması Nusaybinli, Mardinli yurttaşlarımızda nasıl bir duygu uyandırıyor? Şüphesiz Filistinlilerin acısını paylaşalım, şüphesiz Filistinlilerin kendi topraklarında kendilerini huzursuz hissetmesi üzerinden bir empati yapalım ama Filistin'e gitmeden önce bir zahmet kendi ülkemizdeki yurttaşlarımızın da hissetmiş olduğu rahatsızlıklar üzerinden empati kültürünü geliştirsek iyi olur, Filistinli çocukların yüzünün gülebilmesinin bu ülkenin Diyarbakırlı, Şırnaklı, Mardinli, Hakkârili ve farklı yerlerdeki çocukların yüzünün gülmesinin hak ettiği gibi diye belirtiyorum.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)