GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Kararı'yla bir yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasına
Yasama Yılı:2
Birleşim:1
Tarih:01.10.2016

Buyurun Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, yarın matem orucu tutulan muharrem ayının ilk günü ve başta Aleviler, Caferiler, Nusayriler olmak üzere bu...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Genel Kurulda genel düzen ve uğultu için müdahale eder misiniz? Deminden beri aynı tablo var. Dinlemeyenler dışarı çıksın.

BAŞKAN - Sayın Bilgen, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, hatip kürsüde. Lütfen, hatibe saygılı olalım.

Sayın milletvekillerinden istirhamımız, kürsüye çağrılan her hatip için aynı saygıyı muhafaza etmeleri ve hatibi dinlemeleri.

Buyurun Sayın Bilgen.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - ...matem orucunu tutan ve barış için, huzur için niyaz edecek, dua edecek olan herkesin dualarının kabul olmasını diliyorum.

Yine, bugün günlerden cumartesi, bu ülkede altı yüz haftadır her cumartesi toplanıp çocuklarının kemikleri kendilerine çok görülen anaların buluşması gerçekleşiyor. Cumartesi Annelerini de ve özellikle bir asır acıyla yaşayıp ama Cemil Kırbayır'ın kokusunu alacağı gömleğe bile kavuşamadan aramızdan ayrılan Berfo Ana'nın hepimizden alacaklı gittiğini kendisine söz veren siyasetçilerden alacaklı gittiğini de ifade etmek istiyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, eğer ölümler arasında bir ayrım yapmıyorsanız, Şii, Sünni, Türkmen, Kürt, Arap bir ayrım yapmıyorsanız, aslında bu topraklarda her gün aşure her yer Kerbelâ'dır. Eğer bin dört yüz yıldır, ta o vahşetten bu yana insanlığın en büyük ayıbı, İslam tarihinin en ayıplı katliamlarından bu yana bu topraklarda, bu coğrafyada kan durmuyorsa göz yaşı durmuyorsa galiba konuştuğumuz konuyu da yani Irak'ın, Suriye'nin geleceğini de değerlendirirken işi sadece bu toprakların kaynaklarında gözü olanların, hesabı olanların, planı olanların eleştirilmesinden ibaret görmeyip bunda bizim payımız nedir, bu toprakları yönetenlerin, bu ülkeleri yönetenlerin bunda ne kadar payı vardır, galiba bunu da sorgulamamız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, son üç dört yıl içerisinde sadece hayatını kaybeden çocuk sayısı 14 bin civarında, yaralananlar, sakat kalanlar, insan kaçakçılarının elinde umutlarıyla birlikte hayatlarını kaybedenler bir kenara. Tabii, bütün bu acı tablo, aynı zamanda bizim bu olayları nasıl okuduğumuz, nasıl değerlendirdiğimizle ilgili.

Bir süredir ülke gündeminde bir Lozan tartışması yapılıyor. Değerli milletvekilleri, elbette Lozan konusu en azından tezkerede gündem yapılan Musul ve Suriye toprakları açısından da...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, yaptığınız uyarının hiçbir karşılığı yok yani bu görüntü olacak şey değil.

BAŞKAN - Ama Sayın Baluken, ben uyarımı yaptım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Yani, Meclis Başkan Vekili olarak uyarı yaptınız, vekillerin buna uymasını sağlayın lütfen.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, istirham ediyoruz, sessiz dinleyelim.

Buyurun Sayın Bilgen.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - ...aslında tam gündemle doğrudan ilişkili, içerik olarak ilişkili çünkü eğer Lozan'ın zafer olmadığını düşünenler kendileri Lozan'da masada olsalardı Musul'u da Halep'i de Kerkük'ü de Türkiye topraklarına katacaklarını düşünüyor idiyseler yani kendilerini bu kadar güçlü, etkili diplomatlar olarak görüyor idiyseler, vallahi onu onların öz güvenine bırakıyorum, söyleyecek bir şey yok ya da Süleyman Şah Türbesi'ni Viyana kapılarına götürmeyi hesap ediyor idiyseler Lozan görüşmelerinde bulunduklarında, buna diyecek söz yok ama içerikle ilgili, adalar tartışması yapıyorsanız, öncelikle adaların ne zaman, kimin iktidarı döneminde kaybedildiği konusundaki asgari tarih bilgisine sahip olacaksınız.

Değerli milletvekilleri, adalar, kaybettiğimiz 1,5 milyon kilometrekare toprak içerisinde, Sultan Abdülhamit zamanında kaybedilmiştir. Yani, 1800'lü yılların, 19'uncu yüzyılın son çeyreğinde Kuzey Afrika'nın neredeyse tamamı, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna, Karadağ, Erzurum, Kars, Doğubeyazıt, Batum ve tabii, İngilizlere borçların ödenmesine kefalet karşılığında bırakılan Kıbrıs tam da o dönemde kaybedilmiştir. E şimdi, bir taraftan Lozan'ı bu boyutuyla eleştirip "Burnumuzun dibindeki adalar gitti." deyip öbür tarafta Sultan Abdülhamit'le ilgili anma programları düzenliyorsanız başarıdan ne anladığınızla, kayıptan ne anladığınızla bir daha yüzleşmeniz gerekiyor. (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, elbette, Lozan tartışılabilir. Ama, işinize geldiğinde tarihi tarihçilere bırakmaktan yana olup sonra Lozan'la ilgili başka birtakım düzenlemelerin de arkasına sığınırken öbür taraftan bunu bir gündem değiştirme aracı hâline getiriyorsanız, o zaman saygınlığınız tartışılır, başka bir şey değil. Çünkü, iki ay önce, Lozan'ın yıl dönümünde Lozan'la ilgili başka ifadeler kullanıp bugün Lozan'la ilgili başka bir tartışma açıyorsanız, aslında niyetiniz ciddi bir yüzleşme açmak, başlatmak değil, başka tartışmaları örtmek olarak yorumlanır. Elbette, Lozan'ın tartışılacak boyutları var. Özellikle de Lozan'ın imzalandığı tarihte Türkiye'de laiklik yoktu. 1923, laiklikten önceki bir tarihtir ve azınlık statüsü zimmi hukukuna göre düzenlenmiştir yani din eksenli bir hukuk ortaya çıkarılmıştır. Keşke Türkiye, 1924'ten sonra, oturup kendi yurttaşlarına din eksenli bir statü vermekten vazgeçip herkesin eşit hukuka sahip olduğu bir düzenlemeyi yapmayı başarabilseydi ve keşke, bugün Lozan tartışması açanlar bu eksendeki eksikliği telafi niyetiyle bunu yapmış olsalardı. Elbette, tarihteki herkes tartışılır ama bu tartışmayı yaparken bir, kendi haddinizi bilmeniz; iki, eleştirdiğiniz insanların hakkını gözetmeniz gerekir.

Değerli milletvekilleri, aslında, özellikle Osmanlı'nın son dönemi bugünkü yaşadığımız olaylara benzer, çok ilginç tarihî vakaları içerisinde barındırıyor. Belki çok rahatsız olacaksınız ama mesela, 31 Mart Vakası birçok açıdan 15 Temmuza çok benziyor burada durayım, daha fazla ileri gitmeyeyim.

Birkaç gün önce, Hükûmetin bir değerli üyesi Suriye'yle ilgili yaptığı değerlendirmede diyordu ki: "Türkiye, Suriye'de istikrarsızlığın bedelini ödüyor. Suriye politikaları çıkmaza girmeseydi Türkiye'de bombalar patlamayacak ve belki FETÖ 15 Temmuzda darbe yapamayacaktı."

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuzla ilgili tartışmaları elbette dış politika tartışmalarıyla da ekonomi tartışmalarıyla da demokratikleşme tartışmalarıyla da birlikte yapmak zorundayız. Bir iki örnek aktarmak istiyorum. Mesela, İzmir'de EĞİTİM-SEN'lilerin ihracıyla ilgili müfettiş raporu var ve bu müfettiş FETÖ'den dolayı -ismini vermeyeyim- gözaltında. Diyarbakır'da 4 binin üzerinde EĞİTİM-SEN'li görevden el çektirildi, eğitimden sorumlu vali yardımcısı FETÖ'den içeride.

Şimdi, çok eski bir tarih değil, üç ay önce "Silahlı kuvvetler içerisindeki hak ihlalleri, şüpheli intihar eylemleri, insan hakları vakalarıyla ilgili İnsan Hakları Komisyonunda bir alt komisyon kuralım." dediğimizde oy çoğunluğunuzla reddettiniz. Ama şimdi her şey ortada, her gün Hükûmete yakın televizyon kanallarında askerî liselerde ne olupbittiğiyle ilgili, harp okullarında birilerini dışlamak için nasıl işkencelerin, kötü muamelelerin yapıldığına dair görüntüler yayınlanıyor, tanıklıklar ortaya konuluyor.

Değerli milletvekilleri, elbette işkence, kötü muamele gibi vakalar kime karşı yapılırsa yapılsın, hangi nedenle yapılıyor olursa olsun asla kabul edilemez. Adalet Bakanı bu konunun gündeme getirilmesiyle ilgili diyor ki: "Kötü muamele yok."

Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hükûmetin sadece bakanının beyanı üzerinden kötü muamele, işkence var mı yok mu tespiti yapılmaz. Bunun nasıl tespit edileceğine dair çok net mekanizmalar vardır. Eğer güveniyorsanız, gerçekten kendi söylediğiniz söze inanıyorsanız çağırırsınız uluslararası heyetleri, olmadı ülke içerisinde bu alanla ilgili çalışan sivil toplum örgütlerini; hayır, hiçbirisi olmasın, Meclisin komisyonunu hiç olmazsa cezaevlerine, gözaltı merkezlerine, toplama merkezlerine gönderirsiniz ve bu iddia, bu itham ortadan kalkar. Ama, siz ilk çıkarttığınız kararnamede Cezaevi İzleme Kurullarını feshediyorsanız bu şaibeden, bu lekeden asla kurtulamazsınız. Çok açık, başka hiç örnek söylemeyeceğim ama bundan üç dört yıl önce yakalanıp bırakılan RedHack grubuyla ilişkili olduğu söylenen gençler yine bir kez daha yakalandılar, gözaltına alındılar ve çok ağır bir işkence gördüklerine dair iddialar avukatları tarafından gündeme getiriliyor. Şimdi, sadece bu iddiayla ilgili bile bu Parlamentonun üzerine düşeni yapıp bu işle ilgili ciddi bir araştırma yapması gerekmez mi? Ama, ne yazık ki açıklama yapınca her şeyin çözüldüğünü, her şeyin bittiğini sanıyoruz, her şeyin böylece örtülebileceğini sanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, elbette 15 Temmuz sonrasında olanlar da, 15 Temmuz öncesi de 15 Temmuz gecesi de üzerinde konuşulmaya, tartışılmaya değer. Burada kurulan komisyonun ancak Meclis kapanırken fiilen çalışabilir hâle gelmesi ve Meclis tatilken, 15 Temmuz bu kadar, bu ülke için hayatiyken, 200'ün üzerinde insan hayatını kaybetmişken bu komisyonun çalışmamış, çalıştırılmamış olması galiba bu Meclisin tarihinde bir kara leke olarak anılacaktır.

Değerli milletvekilleri, eğer bu ülkenin terör örgütü kategorilerini, tasniflerini yapacak muhatap Millî Güvenlik Kuruluysa -bize göre değil- açıkça mahkeme kararı olmadan hiçbir idari birim bu yetkiyi kullanamaz. Ama, eğer öyleyse -siz öyle olduğunu iddia ettiğiniz için söylüyorum- FETÖ 2013'te başlamamıştır. FETÖ 2004'te Millî Güvenlik Kurulu kararlarına girmiş ve o kararların altında da şu anda Parlamento çatısı altında bulunan değerli siyasetçilerin imzası vardır. O zaman, 2004'ten 2016'ya kadar -sadece 2013'ten sonra değil, 2004'ten sonra- yapılan bütün işlerin hesabını sormak, tümünü masaya yatırmak gerekmez mi?

Değerli milletvekilleri, sadece 15 Temmuzdan sonra tutuklanan gazeteci sayısı 100 civarında, işinden olan gazeteci sayısı 2 bin civarında, 30 civarında kanal -radyo ve televizyon kanalı- birkaç gün önce kapatıldı.

Diğerlerini bir tarafa bırakıyorum ama Zarok TV diye Kürtçe çocuklara yönelik çizgi film yayınlayan bir kanal kapatıldı. Darbeyi yapan galiba bu çizgi film kanalının kahramanlarıydı. (HDP sıralarından alkışlar) Çünkü, yasa önünde herkes eşitse o meşhur telefon programını -ByLock'u- kullanan öğretmenler, esnaf, hemen tutuklanırken, kamu görevlileri hemen gözaltına alınırken, görevden alınırken, eğer aynı işi yapmış olan, aynı ağda haberleşmiş olan siyasetçiler, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanlarıyla ilgili hiçbir şey yapılmıyorsa 15 Temmuz sonrası tartışılmaya devam edecektir ve daha acı olan da babaları işsizlikle terbiye edilmek istenen çocukların kendi ana dilleriyle çizgi film izlemesi bile eğer kendilerine çok görülmüşse biz, bu çocukların ancak öfkeyle, nefretle büyümesine hizmet etmiş oluruz, başka hiçbir şey olmaz.

Değerli milletvekilleri, Anayasa'nın 148'inci maddesini okuyup 121 ve 122'nci maddelerini görmezden gelenler, kararnamelerle her şeyin yapılabileceğini düşünüyor olabilirler, yani kararname yetkisinin sınırsız olduğu düşüncesinde olabilirler. Hani, parlamentoların beşiği kabul edilen İngiltere'de, meşhurdur, işte, "Kadından erkek, erkekten kadın yapma dışında Parlamentonun her yetkisi var." diye böyle, ironik bir tarif yapılır. Galiba, son dönemde Türkiye'de de kararnameler böyle okunuyor. Siz 121, 122'nci maddeleri nasıl anlıyorsunuz, nasıl yorumluyorsunuz demiyorum çünkü yorumluk bir şey bile yok ortada. Ancak, olağanüstü hâlin amacı ölçüsünde, sınırlarına bağlı kalmak şartıyla kararname çıkarılacağı Anayasa'da çok net biçimde yazılmış ama buna rağmen, eğer siz bir çizgi film kanalını darbeyle ilişkilendirerek kapatıyorsanız, bunu da ancak hayal gücünüzün genişliğine yorabiliriz.

Değerli milletvekilleri, Mevlâna'nın doğum yıl dönümüydü, 30 Eylül 1237. Şöyle diyor Mevlâna: "Ey zulümle bir kuyu kazan, sen kendin için bir tuzak hazırlıyorsun. Unutma ki nefret ve kinin ertesi pişmanlıktır ve her canlı için ölüm vardır. İnsan da ölür ama ölmeyen sadece insanlıktır." (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin Suriye politikalarıyla ilgili üç, dört yıldır yapılan bütün araştırmalar gösteriyor ki iktidar partisinin kendi seçmenleri, kendi tabanı bile bu politikaları doğru bulmuyorlar, yerinde bulmuyorlar, hatta gelecek için de Türkiye'nin barışına, bölgenin güvenliğine tehdit olarak görüyorlar. Şimdi, ezberlerimizi, başka hesaplarımızı, partizan tutumlarımızı bir tarafa bırakıp "Acaba, bundan beş, altı yıl önce Türkiye'nin Suriye'yle iyi ilişkiler kurmasını olumlu bulan bu halk, bugün neden Suriye politikalarını başarısız ve yanlış buluyor?" sorusunu kendimize sormamız gerekmiyor mu?

Değerli milletvekilleri, bölgede etkili olmanın, güçlü olmanın birinci şartı hem içeride barışı hem bölgede barışı esas almaktır.

Dış politikada elbette söylenecek çok söz var ama ben bir tanesine gönderme yapma ihtiyacını özellikle duyuyorum. Amerika Senatosu, Başkana rağmen bir düzenleme yaptı: Terörizmin Sponsorlarına Karşı Adalet Yasa Tasarısı. Bu yasanın çıkmaması için ilk tepki veren ülkelerden birisi biziz. Ben önce, İnternet'te haberi okuduğumda, bu ifadeleri gördüğümde işte, "kaygı verici", "sakat bir yaklaşım" ifadelerini gördüğümde, sandım ki Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığının açıklamasıdır ama öyle değilmiş, Türk Dışişleri Bakanlığının açıklamasıymış ve Başkan Obama'ya da çağrı yapılıyor, deniyor ki: "Bu Temsilciler Meclisini, Senatoyu yani Kongreyi durdur, bu yasa çıkmasın çünkü sakat bir yaklaşım var, egemenlik hakkına müdahale var." Değerli milletvekilleri, bu topraklarda, bu coğrafyada gerçekten barıştan yanaysanız, Suudi Arabistan'ın çıkarlarını savunmanın ötesinde, kendi halkınızı, kendi topraklarınızı, kendi insanlarınızı, onların hayatını değerli görmek zorundasınız.

Değerli milletvekilleri, toprak bütünlüğü ile idari yapıyı birbirine karıştırmadan, Suriye'nin toprak bütünlüğü, Irak'ın toprak bütünlüğü konusunun asla Suriye'nin nasıl yönetileceği konusu olmadığının farkında olarak hareket etmek ve dış politikamızı bu açıdan yeniden gözden geçirmek zorundayız.

"ÖSO" diye dünyaya sunduğumuz, savunduğumuz güç, müttefikimiz gerçekten ÖSO mu değil mi, bunu bütün dünya biliyor. Haritalara bakın, Ahrar-uş Şam nereye gitti? Nusra'nın kontrolündeki bölgeler uçtu mu, buharlaştı mı? Peki, bu örgütler bu bölgelerdeki kontrolü kime kaptırdılar? Bütün dünya biliyor aslında bizim sadece ÖSO'yla birlikte hareket etmediğimizi. Ama, ne yazık ki bütün dünyanın bildiğini biz kendi halkımızdan sakladığımız için bir süre sonra, gemi batınca, bizi Rakka'ya çekmeye çalışanların, bizi Musul'a çekmeye çalışanların oynadığı oyunu anlayacağız ama geç olacak.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.